Sözcü Gazetesi yazarı Sayın Yılmaz Özdil’in uzun yıllar süren araştırmalarının ürünü olan ve Ekim 2018’de Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayınlanan “Mustafa Kemal” isimli kitabını kısa sürede okuyup bitirdim. Kitap, sonundaki “Mustafa Kemal’li yıllarda dünya…” bölümü hariç, toplam 498 sayfa.
Sayın Yılmaz Özdil, değerli ve kalıcı bir eser ortaya çıkarmış… Mustafa Kemal’in ışığına güç vermiş…
Öncelikle kendisine, sonra da bu değerli kitabın elimize ulaşmasında bir şekilde emeği geçmiş herkese içten teşekkür ediyorum.
Kitabı niye değerli buldum? Açıklayayım…
Türkiye’nin bugün hangi noktada bulunduğu ve bu noktaya nasıl gelindiği az veya çok herkesin malumudur. Bana göre, bugün itibarıyla, Türkiye’nin en büyük sıkıntısı, Türk Tarihine ve milli değerlere yönelik, hemen her gün medyaya yansıyan haberler üzerinden uygulamada ifadesini bulduğu anlaşılan, olumsuz bakış açısıdır.
Gerçekçi olarak ve ulusal güç bağlamında bakıldığında, milli ve manevi değerler biri birilerini tamamlarlar. Her ikisi de, ulusal gücün, fazla farkında olunmayan ama gerçekte en önemli unsurlarıdır. Türk Tarihi de, İslam Tarihi de, Türklerin Müslüman olması sonrasında İslam’ın coğrafya olarak genişlemesi de, milli ve manevi değerleri yüksek ve bunların biri birlerini tamamladığı küçük güçlerin kendilerinden kat be kat büyük güçleri yendiğinin örnekleri ile doludur. Bu örnekler, milli ve manevi değerlerin bir tercihe konu yapılamayacağına işaret ettiği gibi, bu iki değerin biri birlerini tamamlamasının ne denli önemli olduğuna da işaret eder. Hatta daha ilerisine gideyim; büyük zaferlerin, buluşların, medeniyetlerin ya da reformların, milli ve manevi değerlerin biri birleri ile uyumlu olduğu ve bunların biri birlerini tamamladığı ortamların ürünü oldukları da ileri sürülebilir.
“Kurtuluş Savaşı mucizesi” ve sonrasında, yoksul, yorgun, yıpranmış, güç kaybetmiş Türk Milletinin Cumhuriyet ile az zamanda her alanda başardıkları, bu kapsamda, çok yakından ve iyi bilenen bir örnektir.
Bugün Türkiye’de toplumsal yapı bölünmüş, giderek belirginleşen bir kutuplaşma vardır. Bu durum, Türkiye’nin geleceği adına, giderek ciddiyet arz eden bir endişeye yol açmaktadır.
Bunun arkasındaki temel etken de, bana göre, siyasal iktidarın, iktidara geldiği günden bu yana Türk Tarihine ve milli değerlere “sırtını”, manevi değerlere de “yüzünü” dönmüş olmasıdır. Ancak siyasal iktidar, sadece manevi değerlere yüzünü dönmekle kalmamış, gücünü açıkça manevi değerlerin arkasına da koymuştur. Bu, çağdaş demokrasi, hukuk devleti ve adalet olguları ile açıkça çelişen bir durumdur. Bundan daha vahim olanı, manevi değerlerin arkasına konan gücün, milli değerlerin aleyhine olarak “maksatlı” kullanımıdır. Bir de, kıyafet, söylem ve eylemleri ile “sözde” manevi değerlere sahip olduklarını dışa vuranların, Kur’an ve hadis ile, İslam ahlak ve fazileti ile, bağdaştırılması mümkün olmayan bu görüntüleri üzerinden manevi değerlere verdikleri zarar, yol açtıkları manevi değerlerden uzaklaşma (soğuma) vardır. Yani toplum katında, sadece milli değerler baskı altına alınıp aşağıya doğru bastırılmamakta, aynı zamanda manevi değerler bağlamında bir “erozyon” ve/veya bir “kaçış” da yaşanmaktadır.
Siyasal iktidar gücünü, manevi değerlerin arkasına koyuyor, yeni camiler yapılıyor, yeni İmam Hatip okulları açılıyor, ilgili kurumlara bütçeden her yıl artan kaynaklar tahsis ediliyor ama, ne beklenen cemaat ve öğrenci var, ne de İslam dininin içerdiği “iyi-güzel ahlakın topluma daha çok yansıdığına dair bir işaret var, aksine işaretler artmış… Siyasal iktidara dâhil yöneticilerin gittiği camilere, yaptığı açılışlara ve ziyaretlere yönelik olarak görülen kalabalıklar, genelde siyasal iktidardan bir şekilde “geçinenlerin” kalabalığı olarak görüldüğü için, genel toplumsal gerçeği değiştirmiyor.
Toplumdaki mevcut bu tablo iyiye işaret değildir.
Çünkü bir ülke, diğer ulusal güç unsurları ne kadar öne çıkmış olursa olsun, demografik güç unsuru (yani nüfusu) “nitelikli” (ve uyumlu) değilse, bunun fazla bir değeri yoktur. Bunu görmek için, çok kalabalık, çok zengin, elinde ve kullanımında en son teknoloji ürünü silah ve teçhizat olan, ancak “ulusal güç olarak” fazla değer taşımayan ülkelere bakılması yeterli olacaktır. Ortadoğu’da bu tür ülkeler az değil. Türkiye’deki gidişat da, ne yazık ki bu yönde bir gidişat…
Türkiye’de milli değerler aşağıya doğru adeta bastırılırken, manevi değerler bağlamında da ciddi bir erozyon ve uzaklaşma var. Türkiye için, bir ciddiyet ve güven kaybı görülüyor. Türkiye’nin gücü, dolayısıyla caydırıcılığı, eriyor. Türkiye, dış politikada yalnızlığı yaşıyor. Bölgesel sorunların çözümünde Türkiye’nin varlığına artık eskisi gibi ihtiyaç duyulmuyor. Son birkaç aydır yaşanan bazı gelişmeler bu gerçeği değiştirmemektedir. Çünkü bunlar, konjonktürel-gelip geçici gelişmeler olarak değerlendirilmektedir. Ve Türkiye’deki bu gidişatın, Ortadoğu’nun ve Dünyanın kaotik bir ortama doğru yol alması ile eş zamanlı olması, Türkiye’nin geleceği açısından duyulan endişeyi ayrıca artırmaktadır.
Sayın Yılmaz Özdil’in “Mustafa Kemal” isimli kitabının işte böyle bir ortamda yayınlanmış olmasını önemli buluyorum. Çünkü kitabın, siyasal iktidarın milli değerlere sırtını dönmüş, hatta milli değerleri aşağıya doğru bastırmış olması ile ortaya çıkan boşluğun doldurulmasına, bu suretle Türkiye’nin geleceği açısından duyduğum endişenin azalmasına katkı sunacağını değerlendiriyorum. Umarım, temenni ederim, Sayın Yılmaz Özdil’in “Mustafa Kemal” kitabı, siyasal iktidarın durumu fark etmesine de vesile olur.
Sayın Yılmaz Özdeli’in “Mustafa Kemal” isimli kitabında; Mustafa Kemal’in Türk Milleti için ne ifade ettiği, o ifadenin kronolojik olarak safahatı, o safahatın milli ve manevi değerler ile nasıl yoğrulu olduğu, kendinden olmayanlara duyulan saygı ve güven, farklı olanlar ile aynı toplum içinde bir arada yaşama iradesi, ortak geleceği hep birlikte inşa etme var… Geçmişten gelen kader birliğini gelecekte de sürdürme inancı var…
Kitabın hemen her sayfasında (yani Mustafa kemal’in yaşamının her aşamasında), bunu okuyor, hissediyor, zaman zaman da dalıp-giderek adeta yaşıyorsunuz.
Böyle olmasa, “Kadın erkek, genç yaşlı, Müslüman Hıristiyan Musevi, Rum Ermeni… ‘Ne mutlu Türküm Diyene’ şemsiyesi altındaki tüm yurttaşlar, memleketin ortak paydası Mustafa Kemal’e” gözyaşı döker miydi? Mustafa Kemal’in tabutu “16 Kasım… Dolmabahçe Sarayı’nda muayede salonunda katafalka yerleştirildikten” sonra, 18 Kasım’da, Ulus Gazetesi’nde, Cemal Kutay, “Bütün millet, kendisine haysiyet, hürriyet, istiklal, güzel şeyler armağan etmiş şefkatli bir babadan öksüz kaldığında nasıl gözyaşı döker? İşte öyle gözyaşı döküyordu.” diye yazar mıydı? (s. 484-485)
Bugünkü siyasal iktidar, acaba milli değerleri görmezden gelmenin, yüzünü manevi değerlere dönmenin, gücünü sadece kendi inandığı manevi değerlerin arkasına koymanın, çağdaş demokrasi, hukuk devleti ve adalet olguları bağlamında ne anlama geldiğinin farkında mıdır? Peki ya, siyasal iktidardan sıkça duyduğumuz, “Türk, Kürt, Çerkez, Gürcü, Laz, Arap, Süryani, Musevi, Ermeni” söylemine ne demeli? Acaba siyasal iktidar, bu söylem ile, gerçekte bir arada yaşama kültürünü besliyor mu yoksa eritiyor mu?
Mustafa Kemal; bugünkü siyasal iktidarın, “Türk, Kürt, Çerkez, Gürcü, Laz, Arap, Süryani, Musevi, Ermeni” söylemine konu olan unsurları “ …hep aynı cevherin damarları” olarak görmüş ve o günkü iktidar olarak “yeni işlerinin”, bu damarlarının biri birlerini duyması, tanıması ve bu suretle kaynaşması olduğunu ifade etmiştir. Arka arkaya yaşanan savaşlardan yoksul, yorgun, yıpranmış ve güç kaybetmiş olarak çıkılmasına rağmen, 1923 yılında kurulan Cumhuriyet’in az zamanda her alanda büyük işler yapmasının arkasında, farklı “damarların” aynı “cevher” potasında eritilmesi vardır. Farklılıkları, sözde değil, eylemli olarak kucaklayan, bir yaklaşım vardır.
“Türk Milleti” ve O’nun büyüklüğü, işte buradan ileri gelir. Tarihin altın sayfalarında yerini almış, yabacıların gıpta ile baktığı, zaferlerin arkasında, işte bu “büyüklük” vardır. Türk Tarihi’nin, güç ve ilham kaynağı olmasının nedeni de bundandır.
“10 Kasım 1953.. (Atatürk’ün tabutu) Top arabasına yerleştirildi. Opera, Ulus, TBMM, Gar, Tandoğan, güzergâhı ile Anıtkabir’e ulaştı. Şeref holünün önünde katafalka yerleştirildi.” Burada Cumhurbaşkanı Celal Bayar bir konuşma yapıyor ve konuşmasında aynen şunları söylüyor:
“Atatürk…
Seni halife yapmak, padişah yapmak isteyenler oldu.
İltifat etmedin.
Milli irade yolunu seçtin.
Hayat ve şahsiyetini milletinin hizmetine vakfettin.
Türk’ün gıpta ettiği, taziz ettiği, övdüğü ve övündüğü vasıflara maliktin, bütün bu meziyetlerinle Türk’ün ta kendisiydin.
Şimdi seni, kurtardığın vatanın her köşesinden gönderilen mukaddes topraklara veriyoruz. Bil ki, hakiki yerin, daima inandığın ve bağlandığın Türk Milleti’nin minnet dolu sinesidir.
Nur içinde yat.” (s.495)
Bu konuşma ne çok şey ifade ediyor… Mustafa Kemal’i ve Celal Bayar’ı rahmetle anıyorum. Ruhları şad olsun.
Bir tarafta Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın bu konuşması, diğer tarafta Mustafa Kemal’in ayrılamaz bir parçası olduğu Türk Tarihine ve milli değerlere sırtını dönme, bunları hedef alan söz ve fiiller…
Bir tarafta az zamanda büyük işler yapmış, yaptıkları dost-düşman bütün ülkelerin takdirini kazanmış ve Dünya Milletler ailesi içinde saygı gören bir yere sahip olmuş bir Türkiye, diğer tarafta uluslararası ilişkilerinde “değerli” yalnızlığı yaşayan bugünün Türkiye’si…
Milli ve manevi değerlerin, bir tercih konusu yapılamayacağı; bunların biri birlerini tamamlamasından, uyum içinde olmasından güç çıkmıyor mu?
Bu sorunun cevabı, Sayın Özdil’in “Mustafa Kemal” kitabında…
Sayın Özdil’in Mustafa Kemal kitabı ile; Mustafa Kemal’in adeta ”yüzünü gördüm”; fikirlerini ve duygularını daha da içselleştirdim, bu kez en derinden yüreğimde hissettim. “Büyük Türk Milleti”nin bir ferdi ve Mustafa Kemal gibi bir “ata”ya sahip olmakla, bir kere daha gurur duydum.
Bu vesileyle bir kere daha ifade etmek isterim: küçüklerimi koruyacağıma, büyüklerimi sayacağıma, yurdumu ve milletimi özümden çok seveceğime, yükselmek ve ileri gitmek olan ülküme son nefesime kadar sadık kalacağıma, bunun için Mustafa Kemal’in açtığı ve aydınlattığı yolda ve gösterdiği hedef istikametinde durmadan yürüyeceğime ant içiyorum. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türk’üm diyene.
Son söz: Sayın Yılmaz Özdil, ecdadına yaraşır bir kitap ortaya çıkarmış… Kitabı ile, yürüdüğümüz yolu aydınlatan ışığımıza güç vermiş… Bir kere daha kendisine içten teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
Ankara, 05 Kasım 2018
(www.ascmer.org)