Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
AKP hükümeti, Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan çalışmaya istinaden, Ukrayna ile Rusya arasında yaşanan sıcak çatışmanın “savaş”a dönüştüğü tespitine ulaşmış[i]…
Bu tespitin anlamı, Montrö Sözleşmesi’nin uygulamaya sokulması ve Ukrayna’nın geçtiğimiz günlerdeki “Türk Boğazlarının Rus savaş gemilerine kapatılması” talebine Türkiye’nin işlem yapmasıdır. Yani Türkiye, artık, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin 19. maddesinin 2. paragrafının ilk cümlesi uyarınca[ii], Türk Boğazlarını savaşan tarafların savaş gemilerine kapatabilecektir. Sözleşmenin 19. maddesinin 4. paragrafı ışığında, bunun istisnası olarak, ister Karadeniz’e sahildar olsun, ister olmasın, savaşan tarafların savaş gemilerinin bağlı oldukları limanlara (üslere) dönme amacıyla Türk Boğazlarından geçebilecekleri, Türkiye’nin buna izin vereceğidir.
Ancak Montrö Sözleşmesi’nin 19 maddesinin 2. paragrafının ilk cümlesinden sonra gelen ifadelerden ve burada Sözleşmenin 25. maddesine yapılmış yollamadan, savaşan tarafların savaş gemilerinin Türk Boğazlardan geçişlerine dair Türkiye’nin getirteceği “geçiş yasağı”nın bir “istisnası” olduğu çıkmaktadır. Sözleşmenin 25. maddesi ışığında, Türkiye’nin getireceği “geçiş yasağı”nın, usulüne uygun olarak yapılmış, Miller Cemiyeti’ne (BM’ye) kaydedilmiş, Türkiye’yi de bağlayan, uluslararası anlaşmalardan doğan hukuk ve vecibelerin yerine getirilmesini ihlal etmemesi, buna halel getirmemesi gerekmektedir. Ukrayna’da devam eden sıcak çatışma durumu ışığında, bu istisnaya bağlı olarak şöyle bir ihtimal akla geliyor: bir an için, NATO’nun usulüne uygun olarak Ukrayna ile bir anlaşma yaptığını ve anlaşmada NATO’nun Ukrayna’yı savunma taahhüdünün bulunduğunu düşünelim. Tasavvur edilen böyle bir anlaşma, NATO üyesi olduğu için, karine olarak anlaşmaya Türkiye de evet dediği için, Türkiye’yi bağlayabilecektir[iii]. Yarın, NATO’nun böyle bir anlaşma üzerinden Türkiye’nin kapısını çalıp, Ukrayna’ya yardım için müttefik savaş gemilerinin Türk Boğazlarından geçişine izin verilmesini istemesi talep etmesi ihtimal dışı görülemez. Sözleşmenin 19. maddesinin 2. paragrafındaki “istisnaya” dair ifadelerden bunu çıkarıyorum.
Bu çıkarım ve tasvir ışığında, Türkiye’nin Ukrayna’daki sıcak çatışmayı teknik ve hukuksal açıdan “savaş” olarak nitelemesi, Türkiye’yi NATO üzerinden zor bir duruma sokma potansiyelini içeren, oldukça sıkıntılı bir durum oluyor.
Esasen, Dışişleri Bakanlığı bünyesinde yapılan çalışmada, Ukrayna ile Rusya arasında yaşanan sıcak çatışmanın “savaş”a dönüştüğü tespitine ulaşılması, sonucu itibarıyla, tartışmaya açıktır. Çünkü “savaş” kavramının, doktrinde ve uluslararası hukuka dair düzenlemeler ile uluslararası yargı yerlerinde genel kabul görmüş bir tanımı bulunmamaktadır. Ülkeler, böyle bir tanımlamaya bugüne kadar yanaşmamışlardır. Bunun da nedeni, uluslararası politikanın cari koşullarında yapılacak bir tanımlamanın, ileride koşullar değiştiğinde kendilerinin elini bağlayacağı, kendileri için hak ve menfaat kaybına yol açabileceğidir. Yani mevcut uluslararası hukuk, Türkiye’nin Ukrayna ile Rusya arasında yaşanan sıcak çatışmayı “savaş” olarak nitelemesini zorlayıcı bir içeriğe sahip değildir.
Uluslararası hukukta durum bu ama, Türk iç hukukunda konu açıktır, düzenlenmiştir. Yürürlükteki, 4 Kasım 1983 tarihli ve 2941 sayılı Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu’nun 3. maddesinin 5. fıkrasında “savaş” kavramı tanımlanmıştır[iv]. Bu fıkrada, savaşın, “Devletin bekasını temin etmek, milli menfaatleri sağlamak ve milli hedefleri elde etmek amacıyla, başta askeri güç olmak üzere Devletin maddi ve manevi tüm güç ve kaynaklarının hiçbir sınırlamaya tabi tutulmadan kullanılmasını gerektiren silahlı mücadele” olduğu belirtilmektedir. Hiç şüphesiz, ülkelerin iç hukuklarının, uluslararası hukuka dair konuların açıklığa kavuşturulmasında aydınlatıcı-işaret edici bir yanı vardır. Ve bu yanın, konunun ilgili olduğu ülke için evleviyetle geçerli-anlamlı olacağı da açıktır. Türk iç hukukundaki bu tanım ışığında, şunu sorma ihtiyacı doğuyor: Ukrayna ile Rusya arasında devam eden sıcak çatışmada, tarafların, “başta askeri güç olmak üzere Devletin maddi ve manevi tüm güç ve kaynaklarını hiçbir sınırlamaya tabi tutmadan kullandığını” söylemek mümkün mü? Rusya’nın Ukrayna karşısında, Ukrayna’nın da Rusya karşısında, “bütün maddi ve manevi tüm güç ve kaynaklarını hiçbir sınırlamaya tabi tutmadan kullanıldığı” görülebiliyor mu? Şahsen, ben göremiyorum. Bunun için, bir “süper güç” olarak, Rusya’nın askeri imkân ve yeteneklerini şöyle bir durup düşünmek yeterli olacaktır. Keza Ukrayna da, sıradan- basit bir ülke değildir, hatırı sayılır askeri imkân ve yeteneğe sahiptir. Ve Ukrayna’nın Rusya karşısında “bunların hepsini” ve “hiç biri sınırlama olmadan” kullandığını düşünemiyorum.
Uluslararası hukuka ve Türk iç hukukuna dair yukarıda belirtilen hususlar ışığında, Türk Dışişleri Bakanlığının, Ukrayna ile Rusya arasında yaşanan sıcak çatışmanın “savaş”a dönüştüğü tespitine ulaşmasının, hem isabetli olmadığını, hem de Türkiye’nin başına işler açabileceğini düşünüyorum. Bu tespitin, Türkiye’nin Montrö Sözleşmesi üzerinden elde ettiği “üstün” avantajlarını kaybetme ve Türkiye’yi bir menfaatinin olmadığı işlere taraf yapma, riski yüksek görülmektedir.
28 Şubat 2022
[i] Cumhuriyet, 28.2.2022, s. 8.
[ii] Montrö Sözleşmesi’nin tam metni için bkz.: Dr. Aslan Gündüz, Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Teşkilatlar ile ilgili Temel Metinler, İstanbul, Beta Yayınları, 1987, s. 385-399.
[iii] Böyle ifade edildi ama, hukuksal açıdan, NATO içinde olsa bile, Türkiye’nin NATO üzerinden böyle bir anlaşmaya taraf olabilmesi için, önceden TBMM’den uygun bulma kanununun çıkarılmasına ihtiyaç vardır. Çünkü Ukrayna NATO üyesi değildir.
[iv] Bkz.: 8.11.1983 tarihli ve 18215 sayılı Resmi Gazete.