Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
I. Ukrayna’daki sıcak çatışma konusunda, ulusal ve uluslararası medyaya bakınca, ABD merkezli Batıda da, Türkiye’de de, büyük bir ekseriyetle, doğrudan ya da dolaylı olarak Rusya’yı hedef alan bir yaklaşım görülüyor.
Öyle ki, Türkiye’de, siyasal muhalefetin öne çıkan partileri CHP’de ve İP’de, bu partiler ile ilişkilendirilebilen medyada ve medya mensuplarında bile bu görülebiliyor. Cumhur İttifakı da, Millet İttifakı da, Ukrayna’daki sıcak çatışma konusunda aynı (yani Rusya karşıtı) yaklaşımı sergiliyor gözüküyor. Ne Atlantik’in öte yakasındaki ABD’nin burada ne işi var diye soran var, ne de ABD’nin Türkiye’ye yönelik güncel hasmane yaklaşımını hatırlayan var. Bu durumu, sadece Ukrayna’daki sıcak çatışma konusunda Rusya’yı hedef alan ABD merkezli küresel algı operasyonu ile açıklamak eksik bir bakış açısı olacaktır; bunun, Türkiye’de siyaset kurumunun nasıl işlediğine ve ne durumda olduğunu işaret eden bir durum olarak da görülmesi gerekir.
Bu noktada, Rusya’ya bakarken, Kırım konusu ile, bugün Ukrayna’da cereyan eden sıcak çatışmanın, oldukça farklı, hukuksal ve siyasal açılardan aynı kapsamda mütalaa edilemeyecek iki farklı konu olduğuna özellikle dikkat çekmek isterim.
II. Uluslararası ilişkilerde “güç” ve “çıkar” olguları, belirleyici/yönlendirici bir işleve sahiptir. ABD’nin Ukrayna’daki sıcak çatışmaya ilişkin yaklaşımı, bu kapsamda görülebilir ve böyle bakınca anlaşılabilir de bulunabilir. Ancak, “güç” ve “çıkar” olgularının yanında, bir de ülkelerin Ukrayna’daki sıcak çatışmaya ilişkin yaklaşımlarının çağrıştırdığı, o ülkeleri bağlayan, bazı gerçekler vardır. Güç ve çıkar, ne kadar belirleyici/yönlendirici olursa olsun, ne bu gerçeklerin üzerini örtmeye yeter, ne de ilgili aktörler bakımından bu gerçeklere bağlı “batık maliyet” olgusunu ortadan kaldırır. Aslında küresel düzen ve istikrar da, ülkelerin muhataplarına güven veren ve istikrar arz eden bir dış politikaya sahip olmaları da, bir bakıma, çıkar ve güç olguları ile bu gerçekler arasında makul bir dengenin kurulmasına bağlıdır. Böyle bir dengenin kurulamaması, Dünya genelinde ve ülkeler bazında, kırılgan, ülkeleri kısa sürede yorgun ve zayıf düşüren, güvensizliği ve istikrarsızlığı besleyen, ülkelerin gelişmeye-kalkınmaya-refaha odaklanmasını engelleyen, düzensizliğe ve kaosa yol veren, bir uluslararası ilişkiler tablosuna yol açar.
Sovyetlerin dağılmasından sonra, ülkelerin iç politikalarının dış politika üzerinden yürütülür hale gelmesi, iç ve dış politika arasında süregelen dengenin ya da karşılıklı bağımlı ilişkinin dış politika lehine ciddi şekilde değişmesi, çok daha belirgin hale gelmiştir. Buna bağı olarak da, “milli irade” olgusu, ülkelerin iç politikalarında sözün ilerisinde bir anlam ve değer ifade etmeyen bir hal almıştır. İktidar olmanın yolunun milli iradeden geçmediği, münhasıran ABD ile yakın olmaktan geçtiği şeklinde “hastalıklı” bir algı doğmuştur. Ülkelerin Ukrayna’daki sıcak çatışmaya ilişkin yaklaşımlarına bakıldığında, bu görülebiliyor. Bunun en iyi bilinen örneği de, Türkiye’dir. Oysa Sovyetlerin dağılmasının üzerinden 30 yıldan fazla bir süre geçmiştir, aradan geçen 30 yılda uluslararası politikada çok ciddi değişiklikler yaşanmıştır, koşullar ciddi şekilde değişmiştir. ABD, Sovyetlerin dağıldığı yıllardaki ABD değildir, hem güç kaybetmiş, hem de artık içeride ciddi sorunlar yaşayan bir ülke haline gelmiştir. Sovyetlerin ardılı Rusya, dağılmanın sonuçlarını büyük ölçüde telafi etmekle kalmamış, güç olarak zaman zaman Soğuk Savaş yıllarının Sovyetler Birliği’ni çağrıştıran bir noktaya gelmiştir. Yeni süper güç olarak Çin ortaya çıkmıştır, sessiz yükselişini sürdürmektedir. AB’deki kurumlaşma ve genişleme nedeniyle, ABD’nin bir bütün olarak Batıyı kontrol etme avantajı, belirgin bir erime sürecine girmiştir.
Böyle bir tabloda, ABD’nin, Ukrayna’daki sıcak çatışmaya ilişkin küresel algı operasyonunun giderek etkinliğini kaybetmesi kaçınılmazdır. Bu kaçınılmazlığı besleyen önemli bir başka husus da, ABD’yi bağlayan “batık maliyetler” dir, yani bugün Ukrayna’daki sıcak çatışmaya ilişkin yaklaşımının çağrıştırdığı ABD’nin geçmişte yaptıklarıdır. Bu tabloda, ABD’nin perde gerisinden “gücünü” göstererek “kendi çıkar ve hedefleri” konusunda mesafe alma stratejisinin, giderek boşa çıkması, giderek çok ciddi engellerle karşılaşması, hatta giderek bütün Dünya için “nükleer savaş” riskinin öne çıkması mümkündür. Bu, tabiatıyla, ülkelerin, kendi iç politikalarına yönelik olarak, ABD ile iş tutma yaklaşımlarının, hüsranla sonuçlanması, ters tepmesi ihtimalini de güçlü bir şekilde öne çıkarmaktadır.
III. Bu bağlamda ABD bakımından ifade edilebilecek gerçeklerden bir tanesi, daha önceki yazı ve yorumlarımda ifade ettiğim üzere, ABD’nin 1960’lı yılların başında Küba’ya müdahalesi, Küba’yı işgal girişimidir. Küba, ABD’nin denizden komşusudur, Florida’nın tam karşısında yer alır. Küba’da Castro’nun işbaşına gelmesi ve Sovyetler ile yakınlaşması, ABD’yi rahatsız etmiş, ABD Küba’daki bu gelişmeleri kendisinin güvenliğini tehdit eden bir durum olarak algılamıştır. Bu durum karşısında, ABD, önce içerisinde ülkesindeki Castro karşıtlarının da yer aldığı paramiliter unsurları kullanarak Küba’yı işgal girişiminde bulunmuş ancak, başarısız olmuştur. Sonrasında ise, Sovyetlerin Küba’ya füze yerleştirme çabası içinde olduğu anlaşılınca, ABD, bu kez, ayrıntılı, “nükleer silah” kullanımını da içeren, çok aşamalı bir strateji ile, Küba’yı ve Sovyetler’i bundan caydırmaya yönelmiş, sonuçta Sovyetler füze rampalarını sökmüş, rampa malzemelerini ve füzeleri geri götürmek zorunda kalmıştı.
ABD, kendi güvenliğini tehdit ettiği için, gücünü kullanarak, Küba’nın Sovyetler ile yakınlaşmasını ve Küba’ya Sovyet füzelerinin yerleştirilmesini önlemiş, bunlara izin vermemişti; Dünya da, nükleer silah kullanımının kıyısından dönmüştü.
Bugün aynı şeyi Rusya yapmaktadır. Üstelik Ukrayna, Rusya’nın hem karadan, hem de denizden komşusudur, Rusya’ya bitişiktir. Ve Ukrayna, Rusya’yı karşısına almış ABD ile sürekli bir yakınlaşma içindedir, ABD’den doğrudan ve dolaylı olarak sürekli silah yardımı almaktadır. Dahası, ABD, NATO’yu da Ukrayna’ya çekip Ukrayna’nın yanında Rusya’nın karşısına çıkarma çabası içindedir. İlgili bütün durumlar dikkate alınmak suretiyle objektif olarak bakıldığında, Ukrayna-ABD ilişkilerinin bu durumu, Rusya’nın güvenliğine, ülke ve ulus bütünlüğüne yönelik açık ve ciddi bir tehdittir. Rusya’nın niçin Ukrayna’yı karşısına aldığına, Ukrayna’daki sıcak çatışmaya bakarken bunu görmek gerekir.
Objektif bakılırsa, bugün Rusya’nın Ukrayna’yı karşısına alma gerekçesinin, dün ABD’nin Küba’yı karşısına alma gerekçesinden daha güçlü ve daha gerçekçi olduğu anlaşılacaktır. İster istemez insan söyleme ihtiyacı duyuyor: ABD’ye daha zayıf bir tehdidi bertaraf etmek için her şeyi yapmak “mubah”; fakat sıra Rusya’ya gelince, daha ağır bir tehdidi bertaraf etmede her şey yasak!…
Bu, bir yönüyle uluslararası ilişkilerde güç olgusunun niçin belirleyici olduğuna açıklık getiren bir örnek, diğer yönüyle de Ukrayna’daki sıcak çatışmanın oldukça riskli bir “güç gösterisine” dönüşme ihtimalinin bulunduğuna bir işareti… Eğer ABD’nin, bugün Ukrayna konusunda Rusya’ya karşı, dünkü “Küba krizi”nde kullandığı stratejinin güncellenmiş bir versiyonunu uygulamaya soktuğu varsayılır ise; hem o günlerden dersler çıkarmış Rusya’nın bunun farkında olmaması düşünülemez, hem de bugünkü Ukrayna krizinde, nasıl dün Küba krizinde ABD nükleer silah kullanma riskini içeren adımlar atmışsa, bugün Rusya’nın da Ukrayna krizinde aynı riski içeren adımlar atabileceği ihtimalini öne çıkarmaktadır, güç gösterisinin böyle bir boyut kazanma ihtimal yok varsayılamamaktadır.
ABD’nin, dün Küba konusunda yaşadıklarını ve yaptıklarını (bu gerçekleri) hatırlaması, küresel koşullardaki değişimi görmesi, Ukrayna’daki sıcak çatışmada tansiyonun düşmesine hizmet edecektir.
IV. Ukrayna’daki sıcak çatışma bağlamında, çok fazla gündeme gelemeyen bir başka husus da, Lugansk Halk Cumhuriyeti ve Donetsk Halk Cumhuriyeti’dir. Bu Cumhuriyetler, Aralık 2013’de başlayıp 2014 yılı ilkbaharına kadar devam eden olaylar sırasında, Ukrayna’nın AB’ye üye olmasına karşı çıkan, ülkenin güneydoğusunda belli bir çoğunluğa sahip Rus kökenli Ukraynalılar tarafından kurulmuştur. Rus kökenli Ukraynalılar tarafından kurulmuş olmasına ve kurulmaları Rusya’nın güvenlik endişelerini biraz olsun aşağıya çekmesine rağmen, Rusya, geçtiğimiz Şubat (2022) ayına kadar bu Cumhuriyetleri tanımamış; bu iki Cumhuriyet, sadece, kendisi de bir “de facto” Cumhuriyet olan Güney Osetya tarafından tanınmıştır.
Ukrayna’daki sıcak çatışma bağlamında bu iki Cumhuriyete bakarken, şu üç hususu görmek gerekir diye düşünüyorum:
Birincisi, bu iki Cumhuriyet, “self-determinasyon” hakkının kullanılması ile ortaya çıkmıştır. Rus kökenli Ukraynalıların yoğun olarak yaşadığı Donbass bölgesine yönelik Kiev Yönetiminin artan baskısı ve izlediği sindirme politikası karşısında, Rus kökenli Ukraynalılar kendi geleceklerine kendileri karara verme yoluna gitmiş, bu iki Cumhuriyet bu suretle ortaya çıkmıştır.
İkincisi, 2014’de ortaya çıkan ve o tarihten Şubat 2022’ye kadar hiçbir devletçe tanınmayan Lugansk ve Donetsk Halk Cumhuriyetleri, son yıllarda, özellikle Volodimir Zelenski’nin Mayıs 2019’da Cumhurbaşkanlığı görevine gelmesinden sonra, Kiev Yönetiminin giderek ağırlaşan baskılarına maruz kalmıştır. Moskova’nın dile getirdiği ancak, Batı medyasının görmezden geldiği, Lugansk ve Donetsk Halk Cumhuriyetleri’ne yönelik Kiev yönetiminin ağır saldırıları var. Kimse, söz konusu bu iki Cumhuriyet’te insanlık dramlarının yaşanmasına neden olan Kiev Yönetiminin bu saldırılarını konuşmuyor ve sorgulamıyor.
Üçüncüsü, eğer Ukrayna’da bugün Rusya ile yaşanmakta olan sıcak çatışma olmasyadı, kuvvetle muhtemel, son dönemde doğrudan ya da dolaylı olarak ABD tarafından sürekli silah-teçhizat desteği sağlanan Kiev Yönetimi, Lugansk ve Donetsk Halk Cumhuriyetleri’ne açıktan saldıracak ve bu iki Cumhuriyet’in bağımszılıklarına son verecek, onları tekrar Ukrayna’nın ülkesine dâhil edecekti. Medyaya yansıyanlardan bu çıkarılabiliyordu. Bu noktada, lütfen hatırlayınız; (i) Lugansk ve Donetsk Halk Cumhuriyetleri, Rusya’ya bitişik; (ii) bu iki Cumhuriyet, Rusya’nın Batı-Ukrayna ilişkilerinden algıladığı tehdidi biraz olsun aşağıya çekiyor, Rusya için “tampon” işlevini görüyor; (iii) Sovyetlerin dağılması sonrasında ülke dışında kalmış Rusların bulundukları yerlerde varlıklarını korumayı ve güvenliklerini sağlamayı öngören bir Rusya Federasyonu Askeri Doktrini var. Ukrayna’daki sıcak çatışmaya Rusya açısından bakarken bunları da görmek gerekmez mi? Bu tabloda Rusya ne yapmış? Önce uluslararası hukuk bakımından anlamlı bir zemin oluşturmuş, o iki Cumhuriyeti tanımış, sonra da iki Cumhuriyetten gelen davete istinaden bu iki Cumhuriyetin ülkesine asker göndermiş, daha sonra çatışmalar bu iki Cumhuriyetin sınırları dışına taşmıştır. Böyle bakınca, Rusya, hem ülkesine yönelik güvenlik tehdidini boşa çıkarmak için, hem de Sovyetlerin dağılması sonrasında ülke dışında kalmış Ruslara sahip çıkmak için adım atmış olmuyor mu?
Bu paragraf (IV. paragraf) bağlamında, Ukrayna’daki sıcak çatışmaya bakarken, sadece yukarıda belirtilen üç hususu değil; ayrıca, ABD’nin Irak’taki ve Suriye’deki Kürtlere sahip çıkışını da, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’ni de görmek, bunları da hatırlamak icap eder.
Bugün, Ukrayna’daki sıcak çatışma bağlamında, gerçekte Rusya’ya karşı bir yaklaşım içinde gözüken Türkiye, acaba “Allah korusun” Rum-Yunan ikilisinin ABD/AB destekli olarak KKTC’ye saldırdığı bir tablo ile karşılaşabileceğini hiç düşünmüş müdür? Türkiye, bugün Lugansk ve Donetsk Halk Cumhuriyetleri’ne verdiği destek ile ortaya çıkmış Ukrayna’daki sıcak çatışmada, Rusya’nın karşısında, ABD-AB ikilisinin yanında gözüküyor. Bugün böyle bir pozisyonda gözüken, Türkiye, “Allah korusun” yarın KKTC ile ilgili böyle bir durum ortaya çıktığında, Rum-Yunan ikilisi ile ABD-AB ikilisine ilaveten Rusya’yı da karşısında bulur mu, bulmaz mı? Türkiye, geçtim ABD-AB ikilisinin son dönemdeki hasmane yaklaşımlarından, sırf bu ihtimal için bile olsa, Ukrayna’daki sıcak çatışma konusunda biraz daha temkinli hareket etmek durumundadır, yarınlarını zora sokacak adımları atmaktan uzak durmalıdır.
V. Türkiye’nin Ukrayna krizine ilişkin yaklaşımı ile ilgili bir başka gerçek daha vardır. O da Suriye gerçeğidir. Türkiye, Ukrayna konusuna yaklaşırken, kendisinin Suriye’deki iç savaşa dair yaklaşımını dikkate alan, bununla tutarlı bir yaklaşım içinde olmak durumundadır. Türkiye’nin iç ve dış politikadaki berbat durumu, mevcut ulusal güç durumu, bunu ayrıca ve evleviyetle gerekli kılmaktadır.
Lütfen hatırlayınız; Suriye’deki iç savaş ortamında, Suriye’nin kuzeyinde yaşanan gelişmelerin Irak’ın kuzeyindeki durum ile birlikte mütalaa edilmesi ile ortaya çıkmış bir “Kürt koridoru” söylemi vardı. Irak’ın kuzeyinden başlayıp Suriye’nin kuzeyi üzerinden Doğu Akdeniz kıyılarına çıkacak bir koridor üzerinde müstakil bir Kürt devletinin kurulması konuşulur olmuştu.
Böyle bir devletin ortaya çıkması, hiç şüphesiz, Türkiye’nin ülke ve ulus bütünlüğünü ciddi şekilde tehlikeye atan bir durum. Çünkü Türkiye, Kürt kökenli bir nüfusa sahip ve Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi malum iç/dış çevrelerce yıllardır “Büyük Kürdistan” emelinin bir parçası olarak işlenmektedir. Kürt koridorunda bir Kürt devleti ortaya çıkarsa, sıra bu koridorun kuzeyinde kalan Türkiye’nin bitişik bölgesinin bu devlete katılmasına gelecektir. Ayrıca böyle bir durum, Türkiye üzerinde emelleri olan diğer aktörleri de tahrik ve teşvik etmek suretiyle, Türkiye’yi birçok cephede eş zamanlı olarak kendisini savunmak zorunda bırakabilecektir. Bunun anlamı, Türkiye’nin hemen güneyindeki Kürt koridoru üzerinde ortaya çıkabilecek müstakil bir Kürt devletinin, sadece Türkiye’nin ülke ve ulus bütünlüğüne yönelik açık, yakın ve ciddi bir tehdit olmayacağı, bunun ilerisinde, “beka derecesinde”, oldukça ciddi bir tehdit olacağıdır.
Türkiye, bunu gördüğü için, ülke ve ulus bütünlüğünü korumak, bekasına (varlığına) yönelik tehdidi ortadan kaldırmak için, Suriye’nin kuzeyinde birkaç noktaya askeri müdahalede bulunma ve oralarda askeri varlık bulundurma ihtiyacı duymuştur.
Türkiye’nin, Irak kuzeyinde askeri varlık bulundurma gerekçesi de, Suriye’nin kuzeyinde varlık gösterme ve askeri varlık bulundurma gerekçesi de, güvenliğine ve varlığına yönelik tehdidi karşılamak, güvenliğini sağlamak, ülke ve ulus bütünlüğünü korumaktır. Bu amaçlarla, Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyindedir. Yani ABD’nin Küba krizindeki yaklaşımı ne ise, Rusya’nın Ukrayna krizindeki yaklaşımı ne ise, Türkiye’nin Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyine ilişkin yaklaşımı da odur.
Onun içindir ki; Türkiye’nin, Ukrayna’daki sıcak çatışmaya yaklaşırken, kendisinin Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyine ilişkin yaklaşımını da hatırlaması gerekir.
VI. Denilebilir ki, uluslararası ilişkilerde her olayın kendine özgü koşulları ve farklı tarafları vardır, dolayısıyla aynı/benzer gözüken olaylarda farklı yaklaşımlar içinde olunabilir. Doğru. Ancak “bu doğru”, güç ile ilişkilendirilmek suretiyle görülmelidir, yani güçlüyseniz, caydırıcılığınız varsa anlamlıdır. Güçlüyseniz, kimse geçmişte yaptıklarınızı görmez, önüne koymaz; fakat zayıf ve güçsüz iseniz öyle değil…. “Aslanı kediye boğdurmak” ya da “itlerin ipini bırakıp meydana salmak” misali durumlar ortaya çıkar…
Türkiye için, “bu misal durumlar”ın ortaya çıkma ihtimali, maalesef yok varsayılamamaktadır. Çünkü ulusal medyada da, Uluslararası medyada da, küresel kriz haberleri boy gösteriyor. Bütün Dünyanın, salgına, tedarike/lojistiğe, enerjiye ve son olarak da Ukrayna’daki sıcak çatışmaya bağlı olarak yıllara yayılmış bir ekonomik kriz ile karşı karşıya bulunduğu ifade ediliyor. Oysa Türkiye zaten berbat bir durumdadır. Ve bu beklenti, Türkiye için durumun daha da ağırlaşabileceği çıkarsamasına yol açmaktadır. Zayıf ve güçsüz bir Türkiye…
Bu da, yine Türkiye’nin Ukrayna’daki sıcak çatışma konusunda biraz daha temkinli yaklaşmasını gerektiren bir başka husustur.
Türkiye, bugünkü adımları ile, küresel koşulların belirsizliği pompaladığı ve geleceğe yönelik iyi şeyler söylemediği bir sırada, yarınlarını zora sokmaktan uzak durmalıdır.
Son bir husus, ülke ve ulus bütünlüğünü koruma, varlığı koruma, başkalarına bel bağlanarak yürütülecek işler değildir, ülkelerin kendi öz güçlerine dayanarak yürütmeleri gereken işlerdir. Çünkü başkalarına bel bağlanarak yapılacak bu işlerin bir bedeli oluyor, illa ki yapılan işe gölgesi düşüyor. Ülkeler, çıkarları olmayan işlere el atmazlar, yardım ederler/verirler karşılığında da buyururlar/isterler. Bu son husus da, Ukrayna’ya, Ukrayna halkına olsun…
13 Mart 2022