Prof. Dr. Osman Metin Öztürk, ASCMER Başkanı
Sayın Egemen Bağış, Türkiye’nin Çek Cumhuriyeti (Çekya) nezdindeki yeni Büyükelçisi… Kamuoyunda ve Türk siyasetinde oldukça geniş yer bulmuş, tartışma konusu olmuş, bir atama… Bu, medyaya yansıyan haberlerden ve yorumlardan anlaşılabiliyor. Bu yazıda, önce kısaca bunun nedenine, sonra da işbu yazıyı yazmama neden olan, “küçük” gibi olsa da “benim dikkatimi çekmiş”, belki “buzdağının suyun altındaki kısmı” olarak da görülebilecek bir başka hususa değineceğim.
Sayın Egemen Bağış, 1990’lı yıllarda ABD’de Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu’nun Başkanlığını yürütmüş bir isim. AKP ile birlikte Türkiye’de siyaset sahnesine çıkıyor ve bu partide Genel Başkan Danışmanı, Genel Başkan Yardımcısı görevlerinde bulunuyor. AKP Hükümetlerinde Devlet Bakanı ve AB Bakanı olarak yer alıyor. Şimdi de, Cumhurbaşkanlığı’nın 19 Eylül 2019 tarih ve 2019/318 sayılı kararı ile “Çek Cumhuriyeti nezdinde Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği”ne atanıyor.[i]
Atama, kamuoyunda ve siyasette, hem dikkati çekmiş, hem de tepkiye yol açmıştır. Bunun en temel nedeni, Sayın Egemen Bağış’ın, AB Bakanı iken, kamuoyunda “17-25 Aralık Olayları” diye bilinen süreçte “rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık” gibi suçlamaların yöneltildiği isimlerden biri olmasıdır. Hakkındaki yargı kovuşturmaları takipsizlik ile sonuçlanmasına[ii] ve TBMM’deki soruşturmada oy çokluğu ile “Yüce Divan” sıfatıyla Anayasa Mahkemesi’nde yargılanmasına gerek olmadığına karar verilmesine[iii] rağmen, halen özellikle bu olaylar üzerinden tartışılan bir isimdir.
Üzerinden 6 yıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen, söz konusu atama üzerinden bugün Sayın Egemen Bağış’ına yönelik olarak gündeme gelen tepkinin odağında, hala “17-25 Aralık Olayları” vardır. Söz konusu atama, bu olaylara ilişkin kamuoyundaki ve siyasetteki algının ilk günkü gibi varlığını koruduğuna işaret etmiştir. Bu, görülebiliyor. O zaman, sormak gerekir: 17 Aralık 2013 ve 25 Aralık 2013 tarihlerinde gündeme gelmiş, içeriği benzer, bu iki olay, kamuoyunda ve siyasette niçin unutulamıyor? Bana göre bunun cevabı, MHP’nin o zamanki Grup Başkan Vekili Sayın Oktay Vural’ın 17 Aralık 2014 tarihinde (olaydan bir yıl sonra) TBMM’de yaptığı basın açıklamasında[iv] yer almaktadır. Sayın Oktay Vural, açıklamasında, “17-25 Aralık Olayları”nı, “yüzyılın en büyük rüşvet ve yolsuzluk, kara para aklama operasyonu” olarak tanımlıyor. Sayın Oktay Vural’ın açıklamasında, olayların niçin böyle tanımlandığının cevabı da var. Biri Sayın Egemen Bağış olan dört bakan ile ilgili fezlekeler esas alınarak, olayda ismi geçen İranlı iş adamının bu kişilere (dört bakana) toplam 63,5 milyon dolar rüşvet verdiği ve aklanan paranın 87 milyar dolar olduğu belirtiliyor. Sayın Oktay Vural’ın açıklamasında, “MHP’nin 17 -25 Aralık’ı ‘Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Haftası’ ilan ettiğini” belirtmesi, olayların “vahametine” işaret etmesi bakımından oldukça anlamlıdır. Olay Türk siyasetinde bu denli ciddi bir rahatsızlığa ve kamuoyunda büyük bir tepkiye yol açmış olduğu için, hala unutulmamıştır, ilk günkü gibi hatırlanmaktadır.
Siyasette ve kamuoyunda devam eden bu algıya rağmen, dönemin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan da “17 Aralık” ve “25 Aralık” soruşturmalarını, “hükümeti ve ekonomiyi hedef alan siyasi bir operasyon” olarak yorumlamıştır.[v] Soruşturmaların ardından, internet ortamında, bazı ses kayıtları da yayınlanmıştır. Daha sonra, ismi geçen dört bakan ile ilgili fezlekelerin TBMM’ne gelmesinden sonra, bu kez de dönemin TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in “soruşturmanın sağlıklı yürütülebilmesi için”, 21 Kasım 2014 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na bir yazı göndererek konu hakkında yayın yasağı getirilmesini talep etmesi gündeme gelmiştir. Ankara 7. Sulh Ceza Hakimliği’nin başvuru yönünde karar alarak “yayın yasağı” getirmesi, tartışmayı ayrıca ağırlaştırmıştır.
İlginçtir, “Halk tv”nin o tarihlerde (10 Aralık 2014’te) Anayasa Mahkemesi’ne taşıdığı Ankara 7. Sulh Ceza Hakimliği’nin söz konusu yayın yasağının kaldırılması talebi, Anayasa Mahkemesi tarafından, yaklaşık 4 yıl 7 ay sonra, daha yeni, 11 Temmuz 2019 tarihinde, “ifade ve basın özgürlüğünün ihlali” olarak yorumlanmıştır.[vi] Bu sürece dair olarak dikkat çekici bulunan bir diğer husus da, dönemin CHP İstanbul Milletvekili Sayın Gürsel Tekin’ın, “Meclis’te kurulan 17-25 Aralık Araştırma Komisyonu’ndaki tüm belgelerin yakıldığını öne sürmesi”dir.[vii]
Sayın Egemen Bağış ile ilgili söz konusu atama çıkış noktası alınarak bugün gelinen noktaya bakıldığında; “15 Temmuz Olayı”na rağmen, “17-25 Aralık Olayları”na ilişkin kamuoyundaki ve siyasetteki algının değişmemiş olduğunu görülmesi dikkat çekicidir.
Çek Cumhuriyeti’ne Büyükelçi olarak atanan Sayın Egemen Bağış, işte böyle bir süreçte ismi geçen, hala bu süreç ile ilgili olarak hatırlanan bir iismdir. Ancak Sayın Egemen Bağış, sadece bu suretle hatırlanmamaktadır. Kendisinin hatırlandığı bir başka olay daha vardır. O da, 17-25 Aralık Olaylarının” tazeliğini koruduğu bir sırada, Mart 2014’de, “internete düşen bir ses kaydında ‘Her Cuma bir ayet sallıyorum, bakara makara’ dediğinin öne sürülmesi[viii] olayıdır. Bu ses kaydı nedeniyle, dört bakan ile ilgili fezleke TBMM’de ele alınırken Sayın Egemen Bağış için, “Allah’ın kelamıyla alay eden adam” nitelemesinde bulunulmuş ve AKP Sayın Egemen Bağışı “korumakla” itham edilmiştir.[ix] Kamuoyu, Sayın Egemen Bağış ile ilgili olarak, hala bu olayı da hatırlıyor. Sayın Egemen Bağış’ın, ne geçmişte Devlet Bakanı ve AB Bakanı olarak görev yaptığı hatırlanmakta, ne de bakanlık görevlerinden sonra küçük bir Avrupa ülkesinde Büyükelçilik görevini kabul etmesi “mütevazilik” olarak algılanmaktadır.
Geleyim, benim dikkatimi çeken, belki “buzdağının suyun altındaki kısmı” olarak da görülebilecek “küçük” hususa…
Gazeteci Sayın Soner Yalçın’ın Sözcü Gazetesi’ndeki köşesinde geçtiğimiz gün yayınlanan yazısının başlığı “Rehine Ödülü”[x] idi… Bu yazının “Geleceği okumak” başlığını taşıyan son kısmında, Başkan Trump’a ve Ulusal Güvenlik Danışmanlığına yeni getirdiği Robert O’Brein’e değiniliyor. Yeni Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın “rehine müzakerecesi” kimliğine dikkat çekiliyor. Ve benim bu konuyu ele almama neden olan asıl etken olarak, yazının bu bölümünde, Başkan Trump ile O’Brein’in, Suriye’de iki yıldan fazla bir süredir tutuklu olduğu iddia edilen Majd Kamalmaz’ın ABD’ye getirilmesi için çaba harcadığına ve bu çabanın da Çek Cumhuriyeti’nin Şam’daki Büyükelçiliği üzerinden harcandığına işaret ediliyor.
Yani Başkan Trump Suriye’de tutuklu Majd Kamalmaz’ı ABD’ye getirme peşindedir. Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’na daha yeni getirdiği Robert O’Brein, bir “rehine müzakerecesi”dir. Ve ABD, Majd Kamalmaz’ı ABD’ye götürmek için Şam’daki Çek Cumhuriyeti Büyükelçisi ile çalışmaktadır. Sayın Egemen Bağış da, tam bunlar olurken Türkiye’nin Çek Cumhuriyeti Büyükelçisi olarak atanıyor. Ve Türkiye, Suriye’ye ileri derecede angaje; Türkiye’nin, Suriye’ye nüfuz bağlamında belirgin bazı avantajlarının bulunduğu kabul ediliyor. Böyle bir tablo karşısında, Sayın Egemen Bağış ile ilgili bu atama dikkat çekmez mi? Kimsenin çekmese bile, akademik çalışma konuları bunlar olan benim dikkatimi çekti ve işbu yazı temelde bu suretle ortaya çıktı.
İnternet ortamında, Majd Kamalmaz’a baktım. O’na bakarken, Trump Yönetimi için ısrarla yapılan bir vurgu da dikkatimi çekti…
Majd Kamalmaz, Suriye kökenli ABD vatandaşı, ailesi ABD’de yaşıyor. Şubat 2017’de akraba ziyareti için Şam’a gidiyor, burada iken tutuklanıyor, halen Şam’da hapishande tutulduğu ileri sürülüyor. Klinik psikologu, psikoterapi uzmanıdır. Ruh sağlığı (zihinsel sağlık krizi) konularında öncü bir isim olarak görüldüğü, kalp ile beyin arasındaki iletişimi (kalbin elektromanyetiğini) incelediği, olumlu duyguların kalp üzerindeki etkisi üzerinde çalıştığı ve travmatik mültecilere yönelik olarak “HeartMath” olarak bilinen bir stres yönetimi tekniği geliştirdiği ifade ediliyor.[xi] Kendisinin, “dünyayı tek kişilik zihinsel sağlık kliniği olarak gezdiği”[xii], Lübnan’da ve Ürdün’de ruh sağlığı klinikleri açtığı; Bosna Savaşı (Mart 1992-Mart 1995)’nı “intihar” olayları bağlamında Arnavutluk ve Kosova-Drenica ölçeğinde incelediği; 2004’te Güney Asya’da cereyan eden 9.1 büyüklüğündeki Hint Okyanusu depreminin ve bu depremin etkisiyle ortaya çıkan tsunaminin etkisine maruz kalmış 10’dan fazla ülkeden biri olarak Endonezya’da çalıştığı; keza, 2005’te ABD’nin Atlas Okyanus’u kıyılarını vuran ABD tarihinin en yıkıcı ve ölümcül kasırgası olan Katrina Kasırgası’ndan etkilenmiş insanlar üzerinde çalıştığı belirtiliyor.
Bir taraftan Majd Kamalmaz’ın “Suriyeli mülteciler arasındaki zihinsel sağlık krizini ele alan öncü biri” olarak görülmesi ve “Eğer bir hapishanede ise, mahkûmlara ışık gönderiyor” olduğunun ifade edilmesi[xiii], diğer taraftan da “Suriye’de kayıp ve/veya Esad rejimi tarafından tutulduğundan şüphelenilen ‘yaklaşık yarım düzine’ Amerikan vatandaşı”ndan söz edilmesi[xiv] özellikle dikkat çekicidir.
Majd Kamalmaz ile ilgili internet araştırmasında, Trump Yönetiminin Amerika vatandaşlarının “eve (ABD’ye) dönüşlerine” (bulundukları ülkelerde özgürlüklerinden yoksun bırakılmış ABD vatandaşlarının ABD’ye iade edilmesine) gösterdiği hassasiyete yapılan ısrarlı vurgu dikkat çekici bulunmuştur. Bu bağlamda, Trump Yönetiminin, bugüne kadar, Mısır, Kuzey Kore, Çin, Türkiye, Venezuela gibi ülkeler ile, bu ülkelerde özgürlüklerinden yoksun bırakılmış ABD vatandaşlarının iadesini müzakere ettiği[xv] ve vatandaşlarını o ülkelerden aldığı belirtilmiştir. Başkan Trump’ın, ülke dışındaki ABD vatandaşlarının özgürlüğe kavuşmasına ayrı ya da özel bir hassasiyet gösterdiği algısına yol açan bu vurgular, Başkan Trump’ın seçim kampanyasındaki söylemini ve yaklaşan Kasım 2020’daki Başkanlık Seçiminin çağrıştırmaktadır. Yani bu vurgunun, münhasıran iç politikaya yönelik olduğu akla gelmektedir. Seçim kampanyası sırasında, “Yeniden Büyük Amerika” ve “ABD Birinci” söylemlerini özellikle öne çıkaran Başkan Trump’ın, bu söyleminin içini doldurmuş olarak Kasım 2020’deki seçim için Amerikalı seçmenlerin karşısına çıkma hazırlığı içinde olduğu, bunu seçim kampanyasının bir parçası olarak gördüğü düşünülmektedir.
Trump Yönetiminin, başka ülkelerde tutuklu/hükümlü olarak özgürlüklerinden yoksun kalmış Amerikan vatandaşlarını ABD’ye getirtmesinin, uluslararası ilişkiler (politika) bağlamında ABD’nin gücüne karine teşkil edeceği/ettiği, tartışma konusu olmaktan uzak bir husustur. ABD’nin gücüne işaret eder. Yani Amerikan vatandaşlarının “eve dönüşleri”, Başkan Trump’ın “Yeniden Büyük Amerika” söylemini hayata geçirmiş olduğu algısına yol açacak; eve dönenlerin sayısı ne kadar fazla olursa, Amerikan seçmeninin gözündeki bu algı o kadar güçlenmiş ve yayılmış olacak; bu da, Kasım 2020’de Donald Trump’ın yeniden Başkan seçilmesine hizmet edebilecektir.
Fakat bir de, Amerikan vatandaşlarının bu suretle “eve dönüşlerinin” Başkan Trump’ın şahsına bağlı olmadığı; bunun, ABD mevzuatının ABD Yönetimlerine getirdiği bir yükümlülük olduğu gerçeği vardır. Bu noktada, ABD’nin, kuruluşuna öncülük etmesine rağmen, Temmuz 2002’de faaliyetlerine başlayan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)’ne dair Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsüne taraf olmadığını hatırlamak gerekir. Sadece bunu değil, Başkan Bush döneminde (Ağustos 2002’de) kabul edilmiş “Amerikan Personelini (ABD’nin Hizmetinde Çalışanları) Koruma Kanunu (The American Servicemembers’ Protection Act-APSA)”nu ve bu kanunun, ABD Başkanlarına, UCM ile işbirliğini yasakladığını, UCM tarafından gözaltına alınan ya da hapsedilen ABD vatandaşlarını korumak ve onları özgürlüklerine kavuşturmak için gerekli ve uygun tüm imkânları ve araçları kullanma yetkisini tanıdığını da görmek gerekir.[xvi] Yani Başkan Trump’ın “eve dönüşler” konusuna gösterdiği hassasiyetin bir de böyle bir boyutu vardır. Ve bu boyut, Majd Kamalmaz da dâhil Suriye’de kayıp ya da tutuklu “yaklaşık yarım düzine” Amerikan vatandaşının ABD için çok değerli ya da son derece kritik uzmanlığa/bilgiye sahip olduğunu çağrıştırmaktadır.
Yukarıda belirtilenlerden, Trump Yönetiminin, Suriye konusunda yaklaşım değişikliğine gittiği ve bunun da büyük ölçüde Türkiye ile bağlantılı olduğu anlamı çıkarılabilmektedir. Suriye’de tutuklu/hükümlü ABD vatandaşlarının uzmanlık bilgilerinin Suriye’nin geleceği açısından anlamlı bulunduğu, ABD’nin Suriye beklentileri ile Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyi konusunda ABD’den beklentileri arasında bir dengenin bulunarak (sağlanarak) Suriye’de Türkiye’nin ABD ile daha yakın çalışabileceği yeni bir dönem çağrışımı da var. Bir başka çağrışım da, Türkiye’nin, Suriye’ye nüfuz konusundaki imkân ve avantajlarını ABD’ye ihsas etmek suretiyle, milli ve coğrafi bütünlüğüne yönelik olarak Suriye’nin kuzeyinden algıladığı yakın ve ciddi tehdit konusunda ABD’yi ikna etme, ABD’nin Suriye’nin kuzeyindeki varlık ve faaliyetlerini bu yolla sınırlama peşinde olabileceğidir.
Buradan, Türkiye’nin Çek Cumhuriyeti nezdindeki Büyükelçiliğine Sayın Egemen Bağış’ın atanmasına geldiğimde… Acaba bu atama için, Çek Cumhuriyeti (Çek Cumhuriyeti’nin Şam’daki diplomatik temsilciliği) üzerinden, Türkiye’nin Suriye’ye nüfuz konusundaki imkân ve avantajlarını ABD’ye ihsas etme ve bu suretle Türkiye ile ABD’nin Suriye’de birlikte çalışmasını ileriye taşıma gibi bir işlevden söz edilebilir mi? Sayın Egermen Bağış’ın 1990’lı yıllarda ABD’de Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu’nun Başkanlığını yapmış olması (ve varsa ABD vatandaşlığı) bu bağlamda ayrıca anlamlı görülebilir mi?
Denilebilir ki; Sayın Egemen Bağış bir dönem AB Bakanı olarak görev yapmış bir isimdir. Çek Cumhuriyeti, AB üyesi bir ülkedir. Türkiye de, uzun bir süredir AB’ye tam üyelik için çaba harcamaktadır. Bunlar birlikte mütalaa edilerek, söz konusu atama, Türkiye’nin AB üyeliği yolunda mesafe almak istediği şeklinde alınabilir mi? Fakat Çek Cumhuriyeti, şu aşamada AB bağlamında etkin bir konumda değildir. Dolayısıyla böyle bir çıkarsama fazla anlamlı gelmemektedir. Gelse bile, yukarıda işlenmiş Suriye ile ilgili çıkarsamanın gölgesinde kalmaktadır.
Tabiatıyla bir de, iç siyaset ile dış siyaset arasındaki karşılıklı bağımlı ilişki ve bu bağımlı ilişkinin günümüzde iç siyasetin dış siyasetin etkisine daha çok açık hale gelmiş olduğu gerçeği vardır. Bu ilişki bugün öyle bir noktaya gelmiştir ki, Donald Trump’ın ABD’de Başkan seçildiği seçime Rusya’nın müdahale ettiği hala konuşulmaktadır. ABD gibi bir ülkede seçime dışarıdan böyle bir müdahale oluyor ise, Türkiye’deki seçimlere dışarıdan “hayda hayda” müdahale edilebilir diye düşünülemez mi? Yeni kurulmuş bir parti olmasına rağmen AKP’nin 2002’deki seçimlerde elde ettiği sonuç bu bağlamda hatırlanamaz mı? Ve tam da bu noktada, Sayın Egemen Bağış’ın atanması, yukarıda ifade edildiği şekilde Suriye üzerinden Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler bağlamında, Türkiye’nin ekonomisindeki ve siyasetindeki mevcut tıkanmayı ABD üzerinden aşma çabası olarak da görülemez mi?
Aynı zamanda iktidar partisi AKP’nin Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, BM Genel Kurul çalışmaları nedeniyle bulunduğu ABD’deki programlarında yaptığı konuşmalarında geçen, “ABD ile sıkıntılı süreci aşıyoruz.”[xvii] ve “Stratejik ortağımız Rusya değil ABD’dir.”[xviii] İfadeleri, yukarıda belirttiğim hususlar ışığında anlamlı değil midir? Hatta bu ifadeler, belirtilen hususların teyidi olarak görülemez mi?
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 27 Eylül 2019.
[i] Bakınız:20 Eylül 2019 tarihli ve 30894 sayılı Resmi Gazete.
[ii] İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, aylar sürenin incelemenin sonunda, 25 Aralık 2013’teki olaya dair kovuşturma için 02 Eylül 2014 tarihinde ve 17 Aralık 2013’teki olaya dair kovuşturma için de 17 Ekim 2014 tarihinde takipsizlik kararı vermiştir.
[iii] Sayın Egemen Bağış hakkındaki Soruşturma Komisyonu’nun raporu, TBMM’nin, 20 Ocak 2015 Salı günkü, 44. Birleşim’in Altıncı Oturumunda oylanmıştır. Oylamadan, oylamaya katılan 517 milletvekilinden 255’nin oyu ile, Sayın Egemen Bağış’ın Yüce Divan’a sevk edilmemesi kararı çıkmıştır.
[iv] https://meclishaber.tbmm.gov.tr/develop/owa/haber_portal.aciklama?p1=131331, 26.9.2019
[v]https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/12/141212_17_25_aralik_operasyonu_neler_oldu_10_soruda, 26.9.2019.
[vi] Anayasa Mahkemesi’nin 11 Temmuz 2019 tarihli ve 2014/19270 başvuru numaralı kararı, 17 Eylül 2019 tarihli ve 30891 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.
[vii] https://tr.sputniknews.com/turkiye/201712061031278674-gursel-tekin-17-25-aralik-komisyonu-belge-imha/, 26.9.2019. (Bazı AKP milletvekilleri o zaman bu iddiaya karşı çıkmışlardır.)
[viii]https://tr.sputniknews.com/politika/201701281026974875-egemen-bagis-bakara-makara/, 26.9.2019.
[ix] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/tbmmde-tarihi-fezleke-oturumu-basladi-26040860, 26.9.2019.
[x] Sözcü Gazetesi, 25 Eylül 2019, s. 10.
[xi]https://www.nytimes.com/2019/01/20/world/middleeast/syria-prisoner-majd-kamalmaz.html, 27.9.2019.
[xii] https://www.gazeteoku.com/yazar/soner-yalcin/rehine-odulu/658066, 27.9.2019.
[xiii]https://www.nytimes.com/2019/01/20/world/middleeast/syria-prisoner-majd-kamalmaz.html, 27.9.2019
[xiv]https://www.washingtonpost.com/opinions/2019/03/04/assad-must-release-all-his-american-hostages/, 27.9.2019.
[xv]https://www.npr.org/2019/01/20/686854202/family-of-american-jailed-in-syria-goes-public-in-an-appeal-to-trump, 27.9.2019
[xvi]Bakınız: Yrd. Doç.Dr. Yusuf Aksar, “Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD)”, 2003/127, 134, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/282/2571.pdf, 27.9.2019
[xvii]Hürriyet Gazetesi’nin 27 Eylül 2019 tarihli nüshası, s.8
[xviii]Sözcü Gazetesi’nin 27 Eylül 2019 tarihli nüshası, s. 12.