Prof. Dr. Osman Metin Öztürk, ASCMER Başkanı
ABD Kongresi, Suudi Arabistan’a ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)’ne “acil” kaydıyla bile olsa silah satışı yapılmasını bloke eden üç karar alıyor ve bu kararlar, onay için, Başkan Trump’a sunuluyor. Ve Başkan Trump bu kararları veto ediyor[i]. Trump’ın veto gerekçesi, Türk-Amerikan ilişkilerinin içinde bulunduğu durum nedeniyle, oldukça dikkat çekici bulunmaktadır. Başkan Trump diyor ki; Kongre’nin bu kararları, ABD’nin küresel rekabet gücünü zayıflatacaktır ve müttefiklerle/ortaklarla paylaşılan önemli ilişkilere zarar verecektir, bu nedenle kararları veto ediyorum.
Başkan Trump’ın veto gerekçesi, Türk-Amerikan ilişkilerinin bugünkü durumu ile birlikte mütalaa edildiğinde, ister istemez insanın aklına şu geliyor: Türkiye, son 17-18 yılda sıradan bir Ortadoğu ülkesine dönüşme yolunda ilerlemekle kalmamış; bu ilerleyiş (seviye kaybı), ABD’nin (Batının) gözündeki değer/önem itibarıyla, Suudi Arabistan’ın ve BAE’nin aşağısına geçmiştir. 18-20 yıl önce, ABD’nin (Batının) Ortadoğu’ya örnek olarak gösterdiği Türkiye’nin bugün dış politikada geldiği nokta budur.
S-400 alımı nedeniyle ABD’nin (Batının) Türkiye’yi yaptırımla tehdit ettiği mevcut ortamda, bakalım Kongre’nin Türkiye’ye yaptırım eğilimini kırmak için, Başkan Trump, Türkiye’nin de ABD ve Batı için önemli/değerli olduğuna dikkat çekip bunda ısrarcı olacak mı? Yoksa Başkan Trump, geçmiş yıllarda örneğini çok gördüğümüz, “Ne yapayım, uğraştım ama Kongre’yi ikna edemedim” savunmasının yeni bir örneğini mi Türkiye’nin önüne koyacak?
Gelinen noktada, Temmuz 1974’de gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında, ABD’nin Şubat 1975’de aldığı “Türkiye’ye ambargo” kararı ve Türkiye’nin aynı yıl içinde Türkiye-ABD Savunma İşbirliği Anlaşması (SİA)’nı askıya almak suretiyle ABD’ye verdiği cevap hatırlanmalıdır. ABD, Türkiye’nin bu cevabından sonra, Türkiye’nin ortak savunma için ne kadar önemşi/değerli olduğunu çok net olarak görmüş; görmekle kalmamış, çeşitli vesilelerle bunu birçok kez de açıkça ifade etmiştir. Aradan geçen süre içerisinde yeni teknolojiler devreye girmiş olsa da, Türkiye’nin jeopolitik değerinde bir değişme olmadığı değerlendirilmektedir. Hatta ABD’nin enerjipolitik merkezli güncel dış politika yaklaşımının, Türkiye’yi daha önemli/değerli kıldığı bile ifade edilebilir.
Durum böyle olmasına rağmen, Türkiye, dış politikada bugün niye bu durumdadır? Bu sorunun cevabı; Türk diplomasisinin, Türkiye’nin devlet geleneğini ve devlet olarak gücünü/ağırlığını muhataplarına yansıtan bir diplomasi olmaktan çıkmış; devletin doğrudan varlığı ve geleceği ile ilgili bir alan olan dış politikanın münhasıran iç politika (oy) için kullanılan sıradan bir araca dönüşmüş mevcut görüntüsüdür. Siyaset adamları ve bunlara yakın olanlar, meslekten diplomatları diplomaside bir kenara itmişlerdir. Bu itiş, dış politikada iç politikaya ilişkin mülahazalarla adım atılmasına yol olmuş ve bu yol da, Türkiye’yi dış politikada bugünkü kötü/olumsuz noktaya getirmiştir.
Yüzyıllar öncesinden süzülerek gelmiş “Türk Devlet Geleneği”, hemen her alanda olduğu gibi dış politikada da bir kenara itilmiş; itilmekle kalınmamış, halel getiren uygulamaların yaygınlığı ve yoğunluğu bu geleneği bir erime sürecine de sokmuştur. Devlet yönetiminde “istişare”nin özel bir yeri ve de gerekleri vardır. İstişareler “aynı çevreden” olunca, yanlışlar da çok ve yaygın olmuştur. Bu şekil istişareler, “hemen her konuyu, her şeyi, en iyi ben bilirim” şeklinde bir siyaset anlayışının ortaya çıkmasını beslemiştir. Bu siyaset anlayışı, dış politikayı da iç politika gibi kontrol edebileceğini düşünen anlayışla birleşince, dış politikadaki mevcut kötü/olumsuz tablo ortaya çıkmıştır. Endişem, bu anlayışın devam etmesi nedeniyle, ileride bugünleri arayabileceğimiz…
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 25 Temmuz 2019
[i] The Hill, Overnight Defense,