TRUMP DÖNEMİ ABD-RUSYA İLİŞKİLERİ ÜZERİNE

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk

I. Danimarka Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü (Danish Institute for International Studies-DIIS)’nün Araştırma Koordinatörü ve kıdemli araştırmacılarından Flemming Splidsboel Hansen; CSS (Center for Security Studies)’de yayınlanan, 23 Kasım 2016 tarihli ve “Donald Trump and US-Russian Relations: Geopolitical Bromance or Business-as-Usual?”[i] başlıklı yazısında, Donald Trump ile birlikte ABD-Rusya ilişkilerinin geleceği konusunda öngörülerde bulunuyor.Öngörüleri, ABD’deki Başkan seçimi öncesinde (Ekim 2016’da) Rusya’da yapılan bir anketi çıkış noktası almaktadır ve iki bölge (Orta Doğu ve Ukrayna) ile sınırlıdır. Bu çalışmada, önce Flemming Splidsboel Hansen’ın söz konusu yazısının içeriği hakkında özet bilgi verilmiştir. Daha sonra ABD’nin ve Rusya’nın mevcut durumuna ilişkin bir değerlendirmede bulunulmuştur. Son olarak da, ABD ile Rusya arasındaki ilişkileri etkileme potansiyelini içerdiği düşünülen diğer bazı faktörler üzerinden Trump Döneminde iki ülke arasındaki ilişkilerin nasıl olabileceği konusunda bir fikir verilmeye çalışılmıştır.

II. Flemming Splidsboel Hansen’ın söz konusu yazısında yer alan hususlar, özetle/genel olarak müteakip paragraflardaki gibidir.

a. Rusya, ABD ile olan sıkıntılı ilişkilerini yeniden düzenlemeye hazırdır. Umutlar yüksek, ancak somut beklentiler düşüktür. Trump’ın kampanya sırasındaki söylemlerinden, taraflar için küçük bir eylem alanı ortaya çıkmaktadır. Trump dönemi için şunlara hazırlanmak uygun olacaktır: (i) Trump’ın Rusya’ya ilişkin dış politika tanımlaması ve uygulaması, kısa vadede büyük bir belirsizlik içerecektir. (ii) Orta ve uzun vadede, bugün Rusya’nın neden olduğu güçlüklerle başa çıkmak için AB’nin daha büyük sorumluluk üstlenmesi gerekebilecektir. (iii) Orta ve uzun vadede, Rusya, Avrupa’nın doğusu ve ortası üzerindeki etkisini artırmak isteyebilecektir. ABD’deki 2016 Başkanlık seçimi, olağandışı dramatik olmuştur. Devlet destekli Rus bilgisayar korsanlarının ABD’deki bilgisayar sunucularına girdiği, bazı e-postalara eriştiği ve bunları seçim kampanyası sürerken açıkladığı yolundaki iddialar, bu dramatik sonucun bir parçasıdır.

b. ABD’de Başkanlık seçimine ilişkin kampanya devam ederken, Ekim 2016’da Hoovers şirketi tarafından Rusya’da yapılan bir kamuoyu araştırması şunları göstermiştir: (i) Ruslar, Trump’a fazla itibar etmemiş, her iki adaya da şüphe ile bakmışlardır. Ancak Clinton açık bir şekilde ret edilmiştir. (ii) Ankete katılan Rusların % 38’i Trump için olumlu izlenimlerini, % 20’si Trump için olumsuz düşüncelerini, % 11’i Trump konusunda kararsız olduklarını, % 30’u ise Trump hakkında bir şey bilmediklerini açıklamışlardır. Aynı konularda Clinton için anketten çıkan sonuçlar ise, yine aynı sırayla % 8, % 61, % 23 ve % 9 olmuştur. Ankette seçim sonuçlarından hangisinin Rusların çıkarına olacağı da sorulmuş; ankete katılan Rusların % 44’ü Trump’ın, % 7’si de Clinton’ın seçilmesinin Rusların çıkarına olacağını düşündüklerini belirtmişlerdir. Ankete katılanların % 37’si Trump Yönetiminde ABD-Rusya ilişkilerinin gelişeceğini ümit ettiklerini, % 35’i ilişkilerin değişmeden aynı kalacağını, % 6’sı ise ilişkilerin kötüye gidebileceğini ifade etmişlerdir.

c. Anketten çıkan Rusların Trump ile ilgili olumlu görüşleri, doğal olarak Trump’ın seçim kampanyası sırasındaki söylemlerine dayalıdır. Ankete katılanlar; ABD Dışişleri eski Bakanı Clinton’ı ABD’nin çıkarlarını ileriye taşımak için, diğer devletlerin egemenliğinin ihlal edilmesi de dâhil, daha müdahaleci ve büyük işlere girişmeye istekli birisi olarak görmüşlerdir. Onun bu müdahaleciliğinin içinde güçlü Rus karşıtlığının da yer aldığı varsayılmıştır. Ruslar, Clinton karşıtı bu görüşlerini doğrulamak için, Clinton’ın 2011 yılında Libya üzerinde uçuşa yasak bölge oluşturmak için gösterdiği diplomatik çabaya ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı istifaya zorlamak için yürütülen çabalara verdiği açık desteğe dikkat çekmişlerdir.

d. Trump’ın seçim kampanyasındaki söylemleri, geniş ölçüde yeni izolasyonist bir yönelişin işareti olarak yorumlanmıştır. Bu yorum, Trump’ın, seçim kampanyası sırasında söylediği iki husus ile ilişkilendirilmiştir. Birincisi, Trump’ın; ABD’nin Amerikan çıkarları üzerinden doğrudan etkisi çok az olan, kaçınılması güç, çok sayıda bölgesel çatışmaya karıştığına inandığını açıkça ifade etmesidir. İkincisi de, birincinin bir parçası olarak, Trump’ın; ABD’nin müttefiki olan bölgesel güçlerin, kendi bölgelerindeki çatışmaları çözmek için daha fazlasını yapmaları gerektiği ve bu suretle ABD’nin gereksiz yükten kurtulacağı üzerinde özellikle durmasıdır.

e. Trump’ın egemenlik ve ulusal çıkar anlayışı ile askeri güç konusundaki görüşleri, Rusya’daki hâkim anlayış ve görüş ile benzeşir. Moskova’daki küçük bir kesim; Trump’ın, Clinton’dan daha çok, diğer devletlerin egemenliğine saygı gösterebileceğine ve daha az sıklıkla ulusal egemenliği ihlal edebileceğine inanıyor; Trump’ın söz konusu ihlalinin de, moral değerlerin olmadığı yerlerde ve geleneksel ulusal çıkar anlayışı ile bağlantılı olarak kendisini gösterebileceğini düşünüyor. Bu geleneksel ulusal çıkar anlayışının temel ilkesinin, karar vermede devletin özerkliği maksimize etmesi olduğu; böylece başkalarına gereksiz bağımlı olmaktan ya da yasal sınırlamalardan kaçınılacağı ifade edilmiştir. Doğal olarak, bu, askeri alanla da ilişkilidir ve devletin özgürlüğü maksimize etmesi, gereken yerde ve zamanda hareket edilebilmesine imkân verir.

f. Ankette Trump hakkında olumlu görüş belirten Ruslar, Trump’ın egemenlik ve ulusal çıkar anlayışı ile askeri güç konusundaki görüşlerinin Rusya’daki hâkim anlayış ve görüş ile benzeşmesinden hareketle, politik olarak, ABD-Rusya ilişkilerinin gelişme ihtimaline işaret etmişlerdir. Eğer her iki devlet aynı politik dili konuşuyorsa, ortak/karşılıklı bir anlayışa daha kolay ulaşılabileceği kabul edilir. Fakat diğer taraftan daha temkinli Ruslar ise, benzer prensipler üzerinden işleyen iki devletin (bunun bir sonucu olarak) kesinlikle çarpışacaklarında (karşı karşıya geleceklerinde) ısrarlı olmuşlardır. Bunlara göre; Rusya Devlet Başkanı Putin’in kutlama mesajında işaret ettiği gibi, Rusya’nın ABD ile olan ilişkilerinin normale dönmesi ve bunun gerçekleştirilmesi kolay olmayabilir, Trump’ın Başkanlığı çoğu kimsenin beklediği değişiklikleri getirmeyebilir.

g. İki önemli bölge vardır ve Rus politikacılar, şimdi bu iki bölgeye (bu bölgede oynan oyuna) gözlerini dikmişledir. Bu bölgelerden birincisi, Rusya’nın Eylül 2015’de askeri açıdan müdahil olduğu Orta Doğu’dur. Seçim kampanyası sırasındaki ifadeleri, Trump’ın Beşar Esad’ı Suriye’nin geleceğinin bir parçası olarak gördüğüne işaret etmiştir. Bu, Suriye’de Rusya yanlısı bir rejimi korumayı öngörmek anlamına geldiğinden, Rusya için iyi haberdir. Ancak bunun Rusya’yı rahatlatmayacağı; çünkü Rusya’yı Suriye’deki rejimi desteklemek zorunda bırakacağı, IŞİD’ın tamamen yenilmesinden sonra çok savunmasız kalacak Suriye rejiminin idamesinin Rusya için güçlük arz edeceği belirtilmiştir. İkinci bölge ise, Ukrayna ve Ukrayna ile birlikte AB’nin ve NATO’nun kenar kuşağında yer alan Doğu Avrupa’nın geri kalanıdır. Trump, seçim kampanyası sırasında açık bir şekilde, NATO’nun eskidiğini ve Avrupalı müttefiklerin Ukrayna’nın doğusundaki sorunun çözümü konusunda daha fazla sorumluluk üstlenmeleri gerektiğini belirtmiştir. Bu zeminde, Rusya’nın politika yapıcıları; bir taraftan, ABD’nin Avrupa’ya yönelik taahhütlerinin azalacağı, buna bağlı olarak NATO’nun ve AB’nin kendi üyelerinin sorumluluklarını artıracağı ve yeni sorumluluk paylaşımına gideceği algısını doğurduğunu; diğer taraftan da, böyle bir senaryonun Rusya’ya yeni fırsatlar sunabileceğini ileri sürmüşlerdir.

h. Trump’ın seçim kampanyasında söylediği gibi yeni izolasyonist bir politika izlemesi karşısında, Batı yanlısı bir yol seçmiş olan Ukrayna ve Gürcistan gibi ülkelerin NATO ve AB için maliyeti oldukça yüksek olabilir; bu, Rusya’nın Ukrayna’yı ve Gürcistan’ı kontrol etmesinde elini rahatlatır. Mart 2014’de Kırım’ın ilhakı nedeniyle Rusya’ya uygulanan ABD destekli yaptırımlar ile bunun devamında Ukrayna’nın doğusundaki çatışmaya taraf olmuş Rusya için, bu suretle bir rahatlamanın söz konusu olabileceği düşünülebilir. Trump’ın önerdiği gibi Rusya’ya yönelik yaptırımlar kalkarsa; bu, AB üyesi ülkelerin yaptırımları sürdürmede güçlüğe/anlaşmazlığa düşmelerine yol açabilir ki; bunun anlamı, AB üyesi ülkelerin Rusya karşısındaki pozisyonlarının düşmesidir. Yaptırımlar dışında, Rusya’yı Kırım ve Ukrayna’nın doğusu konusunda taviz vermeye zorlayacak fazla şey olmadığı gibi, Ukrayna’nın Batı yanlısı özlemlerini gerçekleştirmesi de bu yaptırımlara bağlıdır, yaptırımlar dışında Ukrayna’nın çok az şansı olacaktır.

i. Yukarıda belirtilenlere rağmen, Trump dönemi Amerikan Dış Politikası, hala büyük belirsizlikler ile çevrilidir. Trump döneminde ABD-Rusya yakınlaşmasının yaşanıp yaşanmayacağı ve bunun ABD’nin yukarıda sözü edilen iki bölgeden çekilmesini getirip getirmeyeceği belli olmamakla beraber, bu, Rusya’ya geniş bir eylem alanı sunacaktır. Biri statükocu diğeri meydan okuyucu bu iki devlet, karşı karşıya gelebilir, stratejik yönelimleri nedeniyle kolayca çatışabilir. Seçim kampanyası sırasında Putin ile Trump arasında karşılıklı olumlu ifadeler gidip gelmişse de, bundan ülkelerin biri birine yakınlaşacağı sonucunu çıkarmak için vakit henüz erkendir. Yıllarca söylene gelmiş farklı küresel çıkarlar ve bunların ani değişimlere karşı oldukça dayanıklı olmaları, Suriye konusundaki görüşlerde yakınlaşmaya odaklanılması ihtimalini belirsiz kılmakta, karartmaktadır.

III. Rusya ile ABD’nin mevcut durumlarına bakıldığında; dışarıdan görülen, uluslararası politikada ABD’nin bir “iniş” sürecini, Rusya’nın ise “çıkış” sürecini yaşamakta olduğudur.

a. Daha yeni gerçekleşmiş olan Başkanlık seçiminin kampanya döneminde gündeme gelen dış politika konuları, Trump’ın Clinton’a yönelttiği dış politika eleştirileri ve seçmenin Trump’a teveccühünün bu eleştirilere Amerikan halkının da iştirak ettiği anlamına gelmesi; Amerikalıların da “iniş” sürercinin farkında oldukları anlamına gelmektedir. ABD, Çin’in uluslararası politikadaki yükselişini önleyememiştir. Asya’nın doğusundaki müttefiklerine Çin, Rusya ve Kuzey Kore karşısındaki sorunlarını çözme konusunda ciddi bir katkı sunamamıştır. Orta Doğu’da, sadece kararsız bir duruş sergilemekle kalmamış, hem Rusya’ya adeta alan açmış, hem de bölgesel müttefikleri ile ciddi sorunlar yaşar hale gelmiştir. Dünyanın içinde bulunduğu karmaşa ortamı, ABD’nin küresel etkisinin zayıflamakta olduğunun ve dolayısıyla küresel sorumluluklarını yerine getirmekte zorlandığının bir işareti olmuştur. Bu küresel tablonun da etkisinde, eyaletlerden “ayrılma” sesleri gelmeye başlamıştır. ABD, kaya gazı ve petrolü ile yeni keşfettiği petrol ve doğal gaz havzaları üzerinden elde ettiği enerji zenginliğini değerlendirmekte zorlanmaktadır. İçeride, bir taraftan yönetim olarak her kafadan farklı bir sesin çıktığı, diğer taraftan Amerikalıların yaşam kalitesinin düşme eğilimi gösterdiği bir tablo mevcuttur. Coğrafi konumu nedeniyle, küresel kaos ortamı ve yaşanan “iniş” süreci, ABD’yi her zamankinden daha çok risklere/tehditlere açık hale getirmiştir. Küresel ölçekte iyice belirginleşmiş bir ABD karşıtlığı söz konusudur. Trump’ın yeni izolasyonist politika olarak yorumlanan seçim kampanyası sırasındaki ifadeleri, yukarıda sıralanan hususların itirafı olarak görülebilir. Trump’ın, kampanya sürecinde, Amerikan Donanmasındaki gemi sayısını ciddi şekilde artırmaktan ve denizaşırı ABD askeri varlığının masraflarına bölgesel müttefiklerinin daha çok katkıda bulunmasından söz etmesi ya da “yeniden büyük ABD” sloganını kullanması, itiraf niteliğindedir, ABD’nin iniş sürecinde olduğuna işaret eder.

Ancak bu iniş sürecini bakarken, bardağın dolu tarafındakileri de görmek gerekir. (i) ABD, uluslararası sistemi yönetme/yönlendirme konusunda ciddi bir deneyime sahiptir ve bu deneyim oldukça değerlidir. (ii) Şu an itibarıyla ya da henüz alternatifi olmadığı için, mevcut küresel ekonomik ve finansal kriz ile küresel karmaşa ortamı, ABD’yi hala çekici kılmaktadır. Bu, ABD’ye “iniş” sürecini durdurma ve süreci tersine çevirme fırsatı sunmaktadır. (iii) ABD, hâlihazırda değerlendiremiyor olsa da, artık Dünyanın en önde gelen enerji zengini ülkelerden biridir. ABD’nin enerji zenginliği üzerinden ekonomik, politik ve güvenlik ile ilgili mevcut sorunlarını hal yoluna koyması mümkündür. (iv) Yine ekonomisi karamsar bir tablo arz etse de, Amerikan ekonomisi, hâlihazırda (Çin ile birlikte) Dünyanın en büyük iki ekonomisinden biridir. (v) ABD’nin denizaşırı askeri varlığı (hangi durumda olursa olsun ya da ister ekonomik/mali bir yük olarak görülsün), gerçekte ekonomik, politik ve güvenlik açılarından ABD’ye “eşsiz” avantajlar sunarlar. ABD, iyi bir yönetim ile, bu avantajını eskiden olduğu gibi devreye sokabilir. (vi) İngilizcenin yaygınlığı ve artık daha fazla sorgulanıyor olsa da hala devam eden Amerikan değerlerinin evrensel değerler ile özdeşleştirilmiş görüntüsü, ABD için, politik, ekonomik ve güvenlik açılarından görülebilecek bir başka önemli avantajdır.

Hiç şüphesiz, bardağın boş ve dolu taraflarına ilişkin olarak, yukarıdakilere eklenebilecek daha başka hususlar da vardır. Ancak bize göre bunların hiç birisi ABD’deki ve muhataplarındaki, yani iki taraflı (karşılıklı) “yorgunluk”, “yıpranmışlık” ve “bıkkınlık” kadar önemli değildir. ABD’nin sorunu, 1991’de Sovyetlerin dağılması ile ortaya çıkan Dünya düzenindeki bozulmaya bugüne kadar eğilmemiş, bir arınma ve yeniden tanımlama sürecini başlatmamış olmamasındadır. ABD, Sovyetlerin dağılması ile görevini tamamlamış olduğunu, “tarihin sonunun geldiğini” düşünmüş; buna bağlı olarak da, bir taraftan küresel sorumluluklarını ihmal etmiş, diğer taraftan da istediğini, istediği gibi yapmakta kendisini özgür hissetmiş, fazla sorumluluk duymadan hareket etmiştir. Bize göre, bugün yaşamakta olduğu “iniş” süreci, temelde bunun ürünüdür.

b. Rusya, Sovyetler Biriliğinin ardılı bir ülke olarak, 2000’li yılların başından bu yana, hem ciddi bir toparlanmayı, hem de bir “tazelenmeyi” yaşamıştır; güçlenmiştir, güçlenmeye devam etmektedir. Yeltsin döneminde ikinci bir dağılma riski ile karşı karşıya bulunduğu ileri sürülen Rusya’nın bugün geldiği nokta, hiç tartışmasız büyük bir başarıdır. Ve bize göre bu başarının arkasındaki en önemli faktör, Vladimir Putin’in etkin yönetimi, liderliğidir. Putin’in Rusya’yı getirdiği nokta, onu “sıradan” Devlet Başkanlarından ayıran özelliklerine, yani liderlik özelliklerine işaret eder.

Bugün Rusya’ya bakarken, her şeyden önce, Moskova’nın bir “dağılmayı” yaşamış, bu dağılma sonrasında kendisini “toparlayabilmiş” ve bugün yeniden eski güçlü günlerini çağrıştıran bir noktaya gelmiş olduğunu; Batıya açıldığını; “eski” ile “yeniyi” iç içe geçmiş olarak muhafaza ettiğini hatırlamak, görmek gerekir. Bugün Çin’in yükselişinin münhasıran ekonomik bir yükseliş olduğu ve bu ekonomik yükselişe paralel bir politik/askeri yükselişi henüz sergileyemediği dikkate alınır ve buradan yol çıkılır ise; Rusya’daki toparlanmanın ve yükselişin “dengeli” olduğu, yani politik, ekonomik ve askeri açılardan aynı hızda/seviyede bir yükselişin söz konusu olduğu görülür. Bu güç demektir. Yani Rusya, hızla güçlenmektedir. Tıpkı ABD gibi, Rusya da uluslararası sistemi yönetme/yönlendirme konusunda ciddi bir deneyime sahiptir. Üstelik Rusya’nın bu deneyimi, ABD’ye göre, çok daha gerilere gider, yani daha zengindir. Çünkü deneyimleri sadece Sovyetler Birliği döneminin ürünü değildir. Çarlık ve İmparatorluk dönemlerinden gelen deneyimleri de içerir. Rusya, petrol ve doğalgaz zengindir. Dünyanın en büyük silah satıcılarından biridir. Küresel ısınma, Rusya’ya kuzey topraklarını ekonomik, politik ve güvenlik açılarından daha çok değerlendirme imkânı sunmaktadır. Farklı değerlendirmelere konu olsa da, gerek Kırım’ı ilhakı, gerekse Suriye krizine askeri açıdan angaje olmasından sonra geldiği nokta, Moskova’nın Sovyetler dönemindeki güçlü günlerinin hatırlanmasına yol açmış, Rusya’nın yeniden süper güç olarak görülmesine ve uluslararası politikadaki çekiciliğinin artmasına hizmet etmiştir. Çin’in, uluslararası politikada ABD karşısında yeni bir kutup olarak görülmesine rağmen bunun gerektirdiği ancak şu anda sahip olmadığı askeri güç konusundaki eksikliğini Rusya üzerinden giderme görüntüsü vermesi, Moskova’ya “şimdilik” ayrıca ciddi bir avantaj sağlamaktadır. Rusya’nın hızla Batıya açılırken aynı zamanda Sovyetler döneminden kalan nüfuzunu koruması, bugün geldiği noktanın ve mevcut küresel konjonktürün bu nüfuzunu beslemesi, ekonomik, politik ve güvenlik açılarından Moskova’ya daha geniş bir alanda hareket serbestisi/avantaj sağlamaktadır. Son birkaç yıldır yaşanmakta olan olaylar, Rusya’nın “yenilenmiş” ve “geliştirilmiş” askeri gücünü göstermesine yol açmıştır ki; bu, uluslararası politikada Moskova’nın çekiciliğini ayrıca artırmıştır. Rusya’nın askeri gücünü öne çıkarmasının sadece güvenlik açısından değil, ekonomik ve politika açılardan da görülmesi gerekeceği şüphesizdir.

Bize göre bugün itibarıyla Rusya’yı bekleyen iki temel sorunu vardır. Bunlardan birincisi, Putin sonrasıdır. Rusya’nın güçlü devlet kurumları ve geleneği, Putin sonrasını sorun olmaktan çıkarmamaktadır. Sovyetlerin dağılması ve Yeltsin dönemindeki Rusya hatırlandığında, bu daha iyi anlaşılabilmektedir. İkincisi de, Rusya’nın büyük ülkesidir. Rusya, 17.1 milyon km² büyüklüğünde bir ülkeye ve bu ülkede yaşayan 143 milyon nüfusa sahiptir. Topraklarının % 60’ından fazlası Asya’dadır ve nüfusunun yaklaşık % 25’i Asya’da yaşamaktadır. Bir taraftan uluslararası politikada ilginin Asya’ya kaymakta olması, diğer taraftan küresel ısınmanın etkisinde Rusya’nın Asya’nın kuzeyini kapsayan topraklarının giderek daha çok kullanıma açılması, bize göre, Rusya’nın Asya’daki topraklarını çekiciliğini artırmaktadır ki; bunun Rusya açısından anlamı sorundur.

c. ABD ve Rusya, Kuzey Pasifik Okyanusu üzerinden komşudurlar. Bu komşuluk, ABD’nin batı kıyılarının Rusya’nın doğu kıyıları ile karşı karşıya olmasının ilerisindedir. Bering Boğazı ve ABD’nin Alaska Eyaleti, bu komşuluğu daha da yakınlaştırmaktadır. Küresel ısınmanın etkisinde, buzullardaki erimeye bağlı olarak Arktik Okyanusu kıyıları ve Bering Boğazı üzerinden işleyecek yeni “kuzey deniz ticaret” yolu yoğun bir şekilde kullanılmaya başlandığında, komşuluk durumu biraz daha belirginleşecektir. Uluslararası politikada giderek daha çok Asya’ya odaklanılması, ABD ve Rusya için, belirtilen komşuluğu önemli kılmaktadır.

Bu önemli kılma konusu, iki farklı açıdan görülebilir. Birincisi, Rusya’nın son dönemde Güney Kuriller dâhil Asya’nın doğusundaki askeri varlığını takviye etmesinin savunma ve güvenlik bağlamında doğrudan ABD’yi etkileme potansiyelini içermesidir. Rusya, kuzeyde Kamçatka Yarımadası ve güneyde Sahalin Adası ile çevrili Ohotsk Denizi kıyılarında zaten ciddi bir askeri varlık bulunduruyordu. Bunu ayrıca takviye etmesi, bölgedeki askeri varlığı bu kadar yoğun olmayan ABD’yi sıkıntıya sokacaktır. İkincisi de, belirtilen komşuluğun aynı zamanda yakınlaşma potansiyelini içerdiğidir. Rusya’nın Asya’da kıta topraklarının (44.58 milyon km²) % 20’sinden fazlasını elinde tutmasına karşılık bu topraklarda Asya’daki toplam nüfusun (4.436 milyar) % 1’ne yakın bir Rus nüfusunun yaşamasının; uluslararası politikada ilginin Asya’ya kaymakta olduğu bir süreçte, Rusya için bir risk olduğu ve Moskova’da içten içe endişeye yol açtığı varsayılmaktadır. Bu endişenin ve riskin, ABD ile Rusya arasındaki yakınlaşma potansiyelini beslediği değerlendirilmektedir.

IV. Trump’ın açıklamaları seçim kampanyası sırasında yapılmış olmasına ve Başkanlığı sırasında izleyeceği politika konusunda genel bir belirsizlik bulunmasına rağmen; görevi devralmasından sonra Orta Doğu’ya ve Doğu Avrupa’ya ilişkin yaklaşımının söylediği yönde olması, bahse konu yazıda belirtildiği şekilde, Rusya’nın işine gelebilecektir. Bu, yukarıda değinilen kamuoyu araştırmasına katılan Rusların Trump hakkındaki görüşleri ile de uyumlu olacaktır. Ancak Trump Döneminde ABD-Rusya ilişkilerinin nasıl olabileceği konusunda sadece bunları çıkış noktası alarak yapılacak öngörülerin isabet derecesi, çok düşük olacaktır. Niye düşük olacağının en önemli nedeni, ABD’nin ve Rusya’nın yukarıda III. maddede değinilen mevcut görüntüleridir. Bugün ve görünür gelecek itibarıyla ABD-Rusya ilişkileri üzerinde etkili olacağı düşünülen çok sayıda başka faktör vardır. Trump Başkanlığında ABD-Rusya ilişkilerine bakarken bu faktörlerin dikkate alınması gerekmektedir.

a. Çin, bu faktörlerden bir tanesidir. ABD, Çin’in uluslararası politikada yükselmeye başlaması ile birlikte Asya’ya yönelmiş ve Asya’da Çin’i çevreleme politikası izlemeye başlamıştır. Ve bir “iniş” sürecinde olduğu ileri sürülse de, ABD, Çin’i çevreleme konusunda mesafe almış gözükmektedir. Rusya ise, ABD’nin kendisini ve Çin’i karşısına almış olmasının etkisinde, “düşmanımın düşmanı benim dostumdur” anlayışı ile Çin’e yakın bir görüntü vermektedir. Bugün için, uluslararası politikada, bir tarafta ABD’nin, diğer tarafta Rusya ile Çin’in yer aldığı bir tablo mevcuttur. Trump döneminde ABD-Rusya ilişkilerinin nasıl olacağı bakımından önemli olan, bu tablonun, her üç aktör açısından ne kadar sürdürülebilir olduğudur. Bu noktada ilk akla gelen, Çin’in, ekonomik yükselişine paralel bir askeri gücü yakalamasının; eğer “iniş” sürecini durdurup tersine çeviremezse bunun Çin karşısında ABD’yi sıkıntıya sokacağı ve Çin’in Rusya’ya olan ihtiyacının azalacağıdır.

b. Enerji konusu, Çin ile de bağlantılı olarak, Trump döneminde ABD-Rusya ilişkilerini etkileyecek bir başka faktördür. ABD artık, Rusya gibi, Dünyanın en önde gelen enerji üreticisi/satıcısı ülkelerden biridir. Çin ise, Dünyanın en büyük enerji tüketicisi/alıcısı ülkedir. ABD’nin satıcı rolü ile enerji piyasasına girişi, Rusya ile rekabete yol açacaktır. Çin pazarı, enerjideki rekabeti ayrıca besleyecektir. Ancak enerjinin, ABD ile Rusya arasındaki rekabeti besleyici (karşı karşıya getirici) işlevi kadar, onları biri birlerine yaklaştırıcı işlevini de görmek gerekir. Eğer Çin’in ekonomik yükselişine paralel bir askeri gücü yakalamasının ABD’nin ve Rusya’nın işine gelmeyeceği, Washington ve Moskova tarafından tehdit olarak algılanacağı, çıkış noktası alınırsa; ABD ile Rusya’nın, enerjideki dışa bağımlılığı her geçen gün artan Çin’i enerji üzerinden kontrol altında tutmada bir araya gelebilecekleri de düşünülebilir. Esasen bunun alt yapısı da mevcuttur. 2011 yılında ABD’den Exxon Mobil ile Rusya’dan Rosneft arasında imzalanan ve tarafların enerji konusundaki imkân ve yeteneklerini paylaşmasını öngören enerji anlaşması, buna işaret eder. Arktik Okyanusunun deniz yatağının altı ciddi büyüklükte petrol ve doğalgaz yataklarını içermektedir. ABD ve Rusya, Arktik Okyanusuna açılan kıyılara sahiptirler, üstelik ülkeleri bu bölgede biri birlerine çok yakındır. Bunlar, iki ülkenin bu bölgede enerji konusunda işbirliğine gitme ihtimaline işaret etmektedir ki; bunun da yine söz konusu zemini besleyeceği düşünülmektedir.

c. Trump döneminde ABD ile Rusya arasındaki ilişkilerin seyrini etkileyecek bir diğer faktör, “militan İslami aşırıcılık”tır. “Militan İslami aşırıcılık”, ABD’nin izlediği siyasetin ürünü olan bir tehdittir ve bütün Dünyada “ABD karşıtlığı”nın taraftar bulmasına yol açmıştır. ABD’nin kendisinin yol açtığı, ABD için “tepkisel” bir tehdit olan “militan İslami aşırıcılık”, Rusya için de ciddi önemi haiz bir tehdittir. Nüfusunun (324 milyon) % 1’inden fazlası Müslüman olması bir yana, ABD’nin denizaşırı çıkarlarının ve askeri varlığının çok büyük bir kısmı Müslümanların çoğunlukta olduğu coğrafyalardadır. Bu da, militan İslami aşırıcılık tehdidinin, ABD’yi içeriden çok, dışarıdaki çıkar ve varlığı üzerinden hedef alan bir tehdit olduğuna işaret eder. Ancak Rusya için durum biraz daha farklı ve ciddidir. Rusya’nın nüfusunun (142 milyon) yaklaşık % 15’i Müslüman’dır ve bu nedenle, militan İslami aşırıcılık Rusya için, doğrudan milli ve coğrafi bütünlüğünü hedef alan gerçekten ciddi bir tehdittir. Bu da, “militan İslami aşırıcılık” tehdidinin ABD ile Rusya’yı biri birlerine itme potansiyeline sahip olduğu anlamına gelir. Üstelik bu potansiyel zayıf da gözükmemektedir. Suudi Arabistan ile ve İran’ın, hem önde gelen enerji üreticisi/satıcısı ülkeler olmaları, hem de militan İslami aşırıcılık ile ilişkilendirilmeleri, bizi bu sonuca götürmektedir.

d. Orta Doğu’ya bahse konu yazıda değinilmiş olmasına rağmen; bölgenin, ABD ile Rusya arasındaki ilişkileri etkileyen daha geniş bir boyutu vardır. ABD’nin Suriye’de Rusya’ya alan yaratması, İsrail’i ciddi şekilde rahatsız etmiştir. İsrail, ABD’nin İran ile olan ilişkilerinden de rahatsızdır. İsrail-ABD ilişkileri ile Suudi Arabistan ilişkileri son dönemde sorunludur, bir soğukluk ve gerileme yaşanmaktadır. Ve bu, İsrail ile Suudi Arabistan’ı biri birlerine yaklaştırmış gözükmektedir. İran açısından bakıldığında, söylemden aksi çıkarılabilse de, gerçekte 1979 İran İslam Devrimi de dâhil, ABD, bugünkü İran rejiminin önünü açmıştır. Dolaylı (örtülü) bir ABD-İran yakınlaşmasından söz edilebilir. Bunun en güncel örneği, ABD’nin IŞİD karşısında Irak’ta ve Suriye’de İran ile birlikte hareket ettiğidir. Rusya ile İran arasında yakın bir ilişki vardır. İran, aynı zamanda, enerji bağlamında hem ABD’nin, hem de Rusya’nın rakibidir. Suudi Arabistan, artık ABD’ye mesafelidir ve Rusya ile olan ilişkileri zaten hep mesafeli olmuştur. Türkiye-ABD ilişkileri, bozulma sürecini yaşamaktadır; üstelik iyileşme belirtileri de görülmemektedir. Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkileri, Kasım 2015’te bir Rus savaş uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi sonrasında bozulmuştur. Türkiye’deki “15 Temmuz olayı” sonrasında ilişkiler düzelme yoluna girmiş gözükse de, bu yolda henüz ciddi mesafe alınamamıştır, bir belirsizlikten hala mevcuttur. Suriye konusunda, ABD’nin Rusya çizgisine yaklaştığı bir süreçten söz etmek mümkündür. Bütün bunlar; Trump döneminde, Orta Doğu’da, ABD ile Rusya’nın karşı karşıya gelme ihtimalinden çok, koordineli bir çaba içinde olacakları ihtimaline işaret etmektedir. Bu noktada, Orta Doğu’da artacak karmaşanın etkisinde enerji sevkiyatında ortaya çıkacak gerilemenin, hem ABD’nin, hem de Rusya’nın işine geleceğini de hatırlamak uygun olacaktır.

e. Trump döneminde ABD ile Rusya arasındaki ilişkileri en çok zorlayacak faktörün Avrupa olacağı düşünülmektedir. Bunun iki temel nedeninden söz edilebilir. Birincisi, Avrupa’nın, doğrudan ABD’nin güvenliği ile ilgili bir konu olmasıdır. ABD ve Avrupa, Atlas Okyanusu üzerinden komşudurlar. Rusya’nın batıya (Avrupa’ya) doğru ilerlemesi demek, ABD’nin batıdan ve doğudan Rusya tarafından “çifte kıskaç” altına alınması anlamına gelecektir. İkinci neden ise, enerji ile ilgilidir. Avrupa, enerji bağlamında büyük oranda Rusya’ya bağımlıdır. ABD’nin enerji üreticisi/satıcısı kimliği ile öne çıkması, Avrupa enerji pazarında, ABD ile Rusya’yı karşı karşıya getirecektir. Belki, bu noktada, Trump döneminde ABD-Rusya ilişkilerinin geleceğinin büyük ölçüde tarafların Avrupa konusundaki yaklaşımlarına bağlı olacağını ileri sürmek uygun olacaktır. Fakat her halükarda, Rusya’nın Batıya yönelmiş görüntüsünün ve Avrupa’nın önde gelen ülkeleri ile olan yakın ilişkilerinin de bu bağlamda göz önünde bulundurulması gerekir.

f. Trump döneminde ABD-Rusya ilişkilerine bakarken görülmesi gereken bir diğer faktör de savunma sanayidir. ABD ve Rusya, Dünyanın en önde gelen silah satıcılarıdır. Rusya’nın, bir taraftan Batıya yönelmesi ve Batı ile olan ilişkileri, diğer taraftan da son dönemde Ukrayna ve Suriye krizleri üzerinden dışa vurduğu “güncel” askeri gücü, savunma sanayi pazarında mesafe almasına hizmet etmiştir. Gerek standart farklılığı, gerekse “iniş” sürecinde olsa bile bugün itibarıyla uluslararası politikada ABD’nin alternatifinin olmayışı, bu faktörün ABD-Rusya ilişkilerini etkileme potansiyelini aşağıya çekmektedir. Ancak bu bağlamda da, Ukrayna krizi öncesinde, ABD ile Rusya’nın uzay seyahatlerini ve bazı uzay programlarını birlikte yaptıklarını hatırlamak uygun olacaktır diye düşünülmektedir.

V. Sonuç olarak şunları söylemek mümkündür. Trump’ın seçim kampanyası sırasındaki söylemlerinin bir belirsizliğe yol açmış olduğu ileri sürülse de; politika olgusunun doğası ve somut gerçekler, bu belirsizliğin fazla ciddiye alınmamasını, bu nitelemeye takılıp kalınmamasını gerektirmektedir diye değerlendirilmektedir. Her şeyden önce, Trump’ın yeni izolasyonist bir politika izleyebileceğinin düşünülmesi gerçekçi gelmemekte ve bu beklenmemektedir. Çin faktörünün, kısa vadede olmasa bile, ABD ile Rusya’yı biri birine iteceği değerlendirilmektedir. Bir gözden geçirmeyi, arınmayı, yenilenmeyi (tazelenmeyi) yaşamamış olduğu için, ABD’nin içinde bulunduğu “iniş” sürecini tersine çevirmesi “şimdilik” güç gözükmektedir. Eğer Trump iyi bir “liderlik” örneği sergileyemez ise, bunun anlamı, Rusya ile yakınlaşmayı ABD’nin daha çok isteyeceği olacaktır. Bu noktada, Trump’ın seçim kampanyasında müttefiklerinden masraf paylaşımına daha çok katkı sunmalarını istemesi hatırlandığında ve orta vadede Çin karşısında Rusya’nın ABD’nin müttefiki olma ihtimalinin bulunduğu kabul edildiğinde; Trump’ın, Başkanlığında Rusya’ya bu gözle bakma ihtimalinin zayıf bir ihtimal olmayacağı akla gelmektedir. Trump, Rusya’ya, ABD’nin “iniş” sürecini durdurmada “çıpa” işlevi yükleyebilir.

Bu çalışmanın içerdiği genel tablo çıkış noktası alındığında; Trump’ın Başkanlığında ABD’nin Rusya’ya nasıl bakacağından çok, Trump döneminde Rusya’nın ABD’ye nasıl bakacağından söz etmek belki daha uygun olacaktır. Böyle bakılınca akla şu soru gelmektedir: Acaba Sovyetlerin “dağılmasını” görmüş ve yaşamış Vladimir Putin, ABD’nin “inişi” ve “dağılması” ile Çin gerçeğinin birlikte mütalaa edilmesinden nasıl, ne gibi çıkarsamalarda  bulunabilir?

osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 30 Kasım 2016.

[i]http://www.css.ethz.ch/en/services/digital-library/articles/article.html/20872960-0ee8-485e-b795-69c23b34f1b9, 26 Kasım 2016.

 


TÜRKİYE’DEKİ SEÇİMİN SONUÇLARI: GÖRÜŞLERİM VE DEĞERLENDİRMELERİM

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk I. İki gün önce (28 Mayıs’ta) yapılan, cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turunda, kullanılan ve geçerli sayılan oyların % 52.18’ni Sayın Erdoğan, % 47.82’sini de Sayın Kılıçdaroğlu aldı ve bu sonuçla Sayın Erdoğan üçüncü kez katıldığı cumhurbaşkanı seçiminden önde çıkarak bu koltuğa oturdu. Bu seçime katılma oranı, % 84 oldu. Cumhurbaşkanı seçiminin

DIŞARISI GÖZÜYLE TÜRKİYE’DEKİ 14 MAYIS SEÇİMLERİNE BİR BAKIŞ

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk 14 Mayıs’taki seçimler yaklaşıyor… Seçim sürecinde daha önce medyada çok rastlamadığım, seçimlere dış politika gözlüğü ile bakan bazı yorumları ve değerlendirmeleri görmeye başladım. Bunu olumlu bir gelişme olarak görüyorum. Çünkü iç ve dış politika arasındaki karşılıklı ve bağımlı ilişki nedeniyle, seçimlere ilişkin öngörüleri sadece iç dinamiklere dayandırmak eksik bir yaklaşım

TÜRKİYE’DEKİ 14 MAYIS SEÇİMLERİNE YABANCI VE YERLİ SERMAYE AÇISINDAN BİR BAKIŞ

  Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Yabancı sermayenin önemli bir kısmının ülkeyi terk ettiği, yerli sermayenin de çeşitli yollarla yurt dışına kaçmaya çalıştığı yazılıyor, konuşuluyor. Yeni bir şey değil, bunu biliyoruz. Peki, yabancı ve yerli sermayedeki bu kaçış niye? Bu kaçışın arkasındaki en temel etkenlerden biri, hiç şüphesiz, AKP/Sayın Erdoğan iktidarında ülkede hukuka olan bağlılığın/saygının

TÜRKİYE’DEKİ 14 MAYIS SEÇİMLERİ: RUSYA KENDİ ELİYLE KENDİ AYAĞINI BAĞLAR MI?

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Birçok kez yazdım… Önümüzdeki seçimler, dış politikadan (uluslararası ilişkilerden) soyutlanarak görülemez, görülmemelidir. Bu siyasetin doğasına aykırı olur. Bu seçim çok önemli. İnsanımız bir yol ayrımında; ya karanlığın zifiri karanlığa dönüşmesine evet diyecek ya da karanlıktan kurtulup aydınlık güzel günlere doğru yol almaya başlamak için evet diyecek… Bu seçimleri ben böyle

ABD’YE AİT İNSANSIZ HAVA ARACININ KARADENİZ’DE DÜŞMESİ ÜZERİNE

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz günlerde, Karadeniz’de uluslararası hava sahasında ABD’ye ait bir insansız hava aracı (İHA) düşmüş; ABD İHA’nın Rusya tarafından vurulduğunu iddia etmiş, Rusya ise İHA’nın “ani manevra” sonucu düştüğünü savunmuştu. Ve konu, daha sonra, Karadeniz’e düşen İHA’nın çıkarılmasına gelmişti. İlk başta, bunun nedeni, düşen ABD İHA’sının içerdiği teknoloji ile

E-mail: bilgi@ascmer.org

Tel: +90 532 414 48 98

Dükkan
© 2014 Tüm Hakları Saklıdır. Sitedeki yazılar ve analizler kaynak gösterilmeden kullanılamaz.