Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’ne dâhil Kürtler, Suriye’de IŞİD ile mücadelede sona gelinmesi ile birlikte, ABD’nin Suriye ilgisinin “yenilenmiş” ve ABD’nin daha kararlı gözüktüğünü; bunun, ABD’nin çekileceği endişesi ile Şam Yönetimi ile başlatılmış diyalogu zayıflattığını, görüşmelerin durma noktasına geldiğini; bunda, Şam Yönetiminin anayasada Kürtler lehine değişiklik yapmaya yanaşmamasının da payının olduğunu ifade ediyorlar[i] . Haberde, Rusya’nın, Suriye Kürtlerinin bazı haklarını diyalog yoluyla alabileceğine, ABD’nin Suriye’deki varlığının bunun önünde engel olduğuna ve Suriye Kürtlerinin Şam’daki meşru hükümet dışında (Şam’a rağmen) çalışabileceklerini düşünmelerinin yanlış olduğuna işaret ettiği de yer alıyor.
Haberde geçen hususlar, eş zamanlı sayılabilecek gelişmeler ile birlikte mütalaa edildiğinde, Suriye krizinde kritik değişimlerin yaşandığı, en azından krizin bu sonucu doğurma ihtimali yüksek bir sürece girdiği akla gelmektedir.
Geçtiğimiz Eylül (2018) ayında, Başkan Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’dan, (bölgedeki) İran tehdidi ortadan kalkana kadar Amerikan askerlerinin Suriye’de kalacağı açıklaması gelmişti[ii]. Daha yakın zamanda, bundan bir-iki gün önce de, ABD Savunma Bakanı James Mattis, IŞİD’ın yenilgisinin yaklaşmasıyla birlikte, İran ve İran kontrolündeki milisler ile hiçbir bağlantısı olmayacak bir Suriye’ye ulaşmak için, ABD’nin Suriye’de “Fırat’ın doğusundaki” diplomatlarının sayısının iki katına çıkarıldığını açıklamıştı[iii]. Bu açıklamalara bakarken, ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde (Türkiye’ye bitişik bölgede) YPG’ye tırlar ve kargo uçakları ile yaptığı, içinde ağır silahların da yer aldığı silah yardımını da hatırlamak gerekir. ABD, Suriye’de Fırat’ın doğusundaki varlığını hem askeri hem de siyasi olarak güçlendirmektedir. Görünen, IŞİD sonrasında, ABD’nin İran’a yöneleceği, ABD’nin sözde İran nedeniyle Suriye’de kalmasının Kürtlerin işine geleceği, ancak ABD’nin de bu yönelişte Kürtleri kullanacağıdır.
Bu arada, Washington’un, daha önce Ankara’da ABD Büyükelçisi olarak görev yapmış James F. Jeffrey’i Suriye Özel Temsilcisi olarak atamasından, ABD’nin “yenilenmiş” olduğu ifade edilen Suriye ilgisinde Türkiye’nin önemli bir yerinin olduğu/olacağı anlamının çıktığını da belirtmek gerekecektir. Hatta aşağıda Irak ile ilgili olarak değinilecek gelişmeler ve Fırat’ın doğusunda Türkiye’ye bitişik (komşu) bölgedeki askeri-siyasi hareketlilik nedeniyle, ABD’nin İran’a değil, Türkiye’ye yönelebileceği de akla gelmiyor değil.
Ancak ABD (ve Suriye Kürtleri) için, mevcut görüntü ciddi güçlükleri içermektedir, belirsizlikler ve soru işaretleri vardır.
Başkan Trump Nisan 2018’de Amerikan askerlerinin Suriye’den çekileceğini söylemişti. Birkaç ay sonra, kendisinin Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton bunun tam aksini söyledi: Amerikan askerleri Suriye’de kalacak… Hangisine inanılacak? Trump Yönetiminin istikrarsızlık arz eden bu duruşu, Kürtler de dâhil ABD’nin Suriye’deki “ortakları” için içten içe endişe kaynağıdır. ABD, Suriye konusunda uluslararası destek görmede zorlanabileceği bir pozisyona doğru yol almaktadır. Başkan Trump’ın, istikrarsızlığın ötesine geçen, ABD’yi muhataplarından uzaklaştıran bir yönetim anlayışı söz konusudur. Bunun en son örneği, Suudi Arabistan Kralı’nı, biz olmazsak oturmakta olduğun koltukta iki hafta kalamazsın diyerek aşağılamasıdır. Başkan Trump’ın Suriye’deki harcamaların finansmanına katkı için hatırladığı da, aşağıladığı da, Suudi Arabistan Kralıdır. Bu bir çelişki değil midir? Başkan Trump, geçtiğimiz Nisan (2018) ayında, Suriye için, Suudi Arabistan’dan dört milyar dolar talep etmiştir. Daha yeni, geçtiğimiz Ağustos (2018) ayında da, yine ABD’nin isteği üzerine, Suudi Arabistan Suriye’de kullanılmak üzere 100 milyon dolar yardım yapmıştır[iv]. Böyle bir tabloda, Suudi Arabistan’ın ABD’nin Suriye konusundaki taleplerine gösterdiği duyarlıkta gerileme olması beklenmez mi? Bu noktada, İran’ın BM Uluslararası Adalet Divanı’na taşıdığı ABD yaptırımları konusunda, Divan’ın, esas karar çıkana kadar, ABD yaptırımlarının askıya alınması anlamına gelen İran lehine bir karar alması akla gelmektedir. Bu, ABD’nin uluslararası sistem üzerindeki nüfuzunun ve dolayısıyla uluslararası kamuoyu desteğinin azalmakta olduğuna işaret eder ki; bunun, Suriye krizi için oldukça anlamlı olduğu/olacağı açıktır. Bugünkü ABD, Körfez Savaşında Dünyayı arkasına almış ABD değildir ve Suriye konusunda arkasındaki destek erimektedir. Başkan Trump’ın sergilediği yönetim anlayışı ve ülkenin ekonomik durumu, Suriye konusunda ABD’nin güçlükleridir.
Başkan Trump’ın sergilediği yönetim anlayışının, Suriye konusundaki yaklaşımları örtüşen İsrail’i de olumsuz etkilediği, zora soktuğu, hatta riski artırdığı açıktır.
ABD için bir başka güçlük, Irak’ın yeni yönetimi ile ilgili olarak yaşananlardır. 2003’te Irak’ı işgal eden ABD, sözde Aralık 2011’de Irak’tan çekilmiştir. Ancak geride bıraktığı “muharip” olmayan küçük askeri varlığı, aradan geçen süre içerisinde yapılan küçük küçük takviyeler ile büyümüştür. Suriye bağlamında, sadece ABD’nin Irak’taki askeri varlığını artırması değil, bu varlığını konuşlandırmada ağırlık verdiği yer de önemlidir. Irak’taki Amerikan askeri konuşlanmasında en dikkat çekici bölge, Irak’ın kuzeyindeki Erbil merkezli IKBY (Irak Kürt Bölgesel Yönetimi) ile Suriye’nin kuzeydoğusundaki Suriye Kürtleri tarafından ilan edilmiş “Cezire Kantonu” arasında kalan bölgedir. ABD’nin Irak’taki askeri varlığı, önümüzdeki dönemde, Suriye ile İran (ve İran bağlantılı Şii milisler) arasındaki bağı koparmak açısından son derece önemlidir. Irak, Suriye ile İran arasında fiziki bağlantıyı sağlayan ülkedir. ABD’nin, Irak’ta, yüzünü doğuya dönüp İran’ı, batıya dönüp Suriye’deki İran varlığını hedef alabilmesi için Irak’ta güçlü olmaya ihtiyacı vardır. Irak’ta geçtiğimiz Mayıs (2018) ayında yapılan seçimler sonunda, nihayet Irak’ın yeni yönetimi belli olduğunda ABD için yeni bir güçlük belirmiştir. Cumhurbaşkanlığı makamına, İran yanlısı olarak bilinen KYB (Kürdistan Yurtseveler Birliği)’den Berhem Salih seçilmiş; Şii Yüksek İslam Konseyi kurucularından olan, Adil Abdulmehdi de, Şiilerin bağımsız adayı olarak, Irak’ın yeni hükümetini kurmakla görevlendirilmiştir. (Bilindiği üzere, Irak’ta devletin en üst makamları etnik/mezhepsel temelde belirlenmiş bir mutabakata göre doldurulmaktadır. Buna göre, Cumhurbaşkanı Kürtlerden, Başbakan Şiilerden, Meclis Başkanı da Sünnilerden seçilmektedir.) Cumhurbaşkanı’nın seçimi sırasında Kürtler arasında ciddi anlaşmazlık ortaya çıkmış, KDP (Kürdistan Demokratik Partisi) ile KYB karşı karşıya gelmiştir. Bu karşı karşıya gelişin Irak’ın kuzeyindeki IKBY’nde istikrarsızlığa yol açma potansiyeli yüksek bulunmaktadır. KDP ile KYB’nin farklı uluslararası bağları (yakınlıkları) ve Irak’ın yeni yönetiminde KYB’nin öne çıkması; Kürt hareketini, Suriye ile ilgili dengeleri ve özellikle de ABD’nin Suriye ile İran (ve bağlı Şii milisler) arasındaki bağı kesme/koparma çabasını zora sokacak gözükmektedir. Ancak ABD için güçlüğün sadece Suriye ile sınırlı olmadığını, ABD’nin Irak üzerinden İran’ı batıdan çevrelemesinin zora girmiş olduğunu da görmek gerekir.
Bu zorluk bağlamında; Washington’un gözünde Ankara’nın değerinin artıp artmayacağı, Ankara-Washington ilişkilerinde bir değişiklik olup olmayacağı, Ankara’nın bir tercihte bulunma noktasını geride bırakıp bırakmadığı önemlidir. Ancak bunlar, bu çalışmanın kapsamı dışında tutulmuştur.
Geçtiğimiz 17 Eylül (2018)’de Soçi’de Rusya ile Türkiye’nin İdlib konusunda vardığı (İran’ın da destek verdiği) mutabakat bağlamında görülen bugüne kadarki gelişmeler, Suriye’nin geleceği, dolayısıyla ABD’nin “yenilenmiş” Suriye yaklaşımı bağlamında anlamlı bulunan bir başka husustur. Hatırlanacağı üzere, Soçi mutabakat öncesinde; Rusya havadan, Şam Yönetimi karadan İdlib’i hedef almış, ABD de büyük insanlık dramı yaşanabilir gerekçesiyle İdlib’e müdahale edebileceğini açıklamasında bulunmuştu. IŞİD-ABD bağlantısı iddiaları nedeniyle, ABD’nin açıklamasının, bir insanlık dramını önlemek için değil, gerçekte Suriye’nin değişik yerlerinden gelip İdlib’de biriken “dinden çıkmış cihatçıları” himaye etmeyi ve/veya nüfuzuna daha çok açmayı amaçlamış olabileceği düşünülmektedir. Suudi Arabistan’ın (Sünni) Suriye Kürtlerine müzahir yaklaşımı ABD’nin YPG “hamiliği” ile birlikte mütalaa edildiğinde, bu himaye veya daha çok etkiye açma da, Kürt koridorunun, dolayısıyla müstakil Kürt devletinin önünün açılması amacını çağrıştırmaktadır. Türkiye, İdlib konusunda Soçi’de üstlendiği yükümlülükleri “bir şekilde” yerine getiriyor gözükmektedir ve bu, Ankara’nın artık söz konusu asıl amacın farkında olmakla kalmadığı, harekete geçtiği anlamına gelmektedir. Türkiye’nin İdlib konusundaki yükümlülüklerini yerine getiriyor gözükmesi, Menbiç konusunda sözünde durmayan ve Suriye’nin kuzeyindeki Kürtleri silahlandırmaya ara vermeyen ABD karşısında artık Türkiye’nin de karşı adımlar atmaya başladığının işareti olarak değerlendirilmektedir. Bir süredir Fırat’ın doğusu, Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğünü yakından tehdit eden oluşumlara ev sahipliği yapmaktadır. ABD, sergilediği askeri, politik ve ekonomik yaklaşımlar üzerinden bu oluşuma (Türkiye’nin aleyhine olarak) güç vermektedir. Ve Ankara’nın Fırat’ın doğusuna son dönemde daha sık vurgu yapması dikkat çekici bulunmaktadır. Bunlara, Soçi mutabakatı sonrasında Rusya’dan ve İran’dan gelen ve Fırat’ın doğusuna dikkat çeken açıklamalar ile, İran’ın Fırat’ın doğusundaki (Albu Kamal’daki) “dinden çıkmış cihatçıları” füzeler ile vurması ve Rusya’nın ABD’nin Suriye’deki varlığını çözümün önünde bir engel olarak gördüğünü açıklaması eklenir ise; Suriye’ye ilgisini yenilediği ve daha kararlı gözüktüğü ileri sürülen ABD için bir başka güçlük daha ortaya çıkmaktadır. O da şu: bir tarafta realpolitiğin çıkar uyuşmasını daha belirgin hale getirerek biri birlerine daha çok ittiği Ankara-Moskova-Tahran üçlüsünün, diğer tarafta gücü, nüfuzu, uluslararası desteği “kan kaybeden” ABD’nin yer aldığı bir karşı karşıya geliş… Bu karşı karşıya geliş nereye varır, tahmin yürütmek güç.
Yukarıda belirtilenler ışığında ve bu yazının kaleme alındığı an itibarıyla, Suriye krizi, kritik değişimleri yaşıyor ya da bu değişimlerin yaşanacağı bir sürecin içinde girdi demekte haksız mıyım?
Ancak uluslararası ilişkilerde “olmaz” ya da “olamaz” diye bir şey yok. Koşullardaki değişimin hızı geçen her gün artıyor, çok yüksek… Bu, kaçınılmaz olarak, çıkar algılamalarını da etkiliyor. Değişen çıkarlar, doğal olarak ülkelerin duruşlarına da yansıyor. Bir de, bilmediğimiz, sinyal algılarsak ancak fikir yürütebileceğimiz üzeri “kalın” örtü ile kaplı (dolaylı) ilişkiler var. Onun içindir ki, bugün Suriye krizine ilişkin tablo böyle görünüyor olabilir ama, bundan, böyle gideceği anlamı çıkmaz, çıkarılmamalıdır.
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 04 Ekim 2018
[i] https://www.reuters.com/article/us-mideast-crisis-syria-northeast/we-have-to-help-them-syrian-kurdish-leaders-see-new-us-interest-idUSKCN1MD1AR, 04.10.2018.
[ii] https://tr.sputniknews.com/abd/201807161034309887-bolton-iran-tehdidi-ortadan-kalkana-dek-amerikan-askerleri-suriyede-kalacak/, 04.10.2018.
[iii] https://turkish.aawsat.com/2018/10/article55439475/abd-suriyenin-dogusundaki-diplomatik-varligini-arttiriyor, 04.10.2018.
[iv] Suudi Arabistan’ın bu yardımı, medyada, “SDG bölgesine” (https://www.dw.com/tr/sdg-b%C3%B6lgesine-suudilerden-para-yard%C4%B1m%C4%B1/a-45115592, 04.10.2018) ya da “YPG’ye” (https://www.sabah.com.tr/dunya/2018/08/18/suudi-kraldan-ypgye-100-milyonluk-destek, 04.10.2018) vurgusu ile yer almıştır.