RUSYA’NIN AVRUPA ENERJİ PAZARINDAN ÇEKİLİYOR GÖZÜKMESİ ÜZERİNE

 Prof. Dr. Osman Metin Öztürk

Rusya’nın,  Avrupa’daki rafinerilere sağladığı petrolde, geçen yılın aynı dönemine göre, % 19 oranında gerileme olduğu ve 2018 yılının ilk çeyreğinde Çin’e sağladığı petrol miktarının % 43 oranında artarak günde 750 bin varile ulaştığı; ABD’nin ise, geçtiğimiz Nisan (2018) ayının son haftası itibarıyla, petrol satışının günde 2,3 milyon varile ulaştığı ifade edilmiş; bu verilerden hareketle, enerji pazarında Rusya’nın yüzünü Avrupa’dan Çin’e doğru çevirdiği ileri sürülmüştür.[i]

Bloomberg’e dayandırılan söz konusu veriler, enerjipolitik ya da ekonomipolitik açıdan çok ciddi ve çok önemlidir. Çünkü belirtilen durum, hem bölgesel politikalar, hem de küresel politika açısından son derece anlamlıdır. Bu politikaların seyri konusunda dolaylı işaret niteliğindedir. Keza Türkiye için de çok önemlidir. Niye böyle görüldüğü, müteakip paragraflarda açıklanmıştır.

Rusya’nın, Avrupa’ya petrol satışı gerilerken, Çin’e petrol satışı belirgin bir şekilde artmaktadır. Çin’e petrol satışındaki artışın nedeni hemen herkesçe bilindiği için, bu artış o kadar dikkat çekici değildir. Ancak Rusya’nın Avrupa’ya petrol satışındaki gerileme dikkat çekici ve önemlidir. Rus petrol ve doğal gazını Sovyetler döneminden başlayarak Avrupa’ya taşıyan bir boru hatları sistemi var ve bu sistem bugüne kadar işliyor iken, Moskova’nın Avrupa enerji pazarından çekilme işaretleri vermesi oldukça anlamlıdır. Her şeyden önce, bu, Moskova’nın Avrupa enerji pazarında ABD’ye yer açmış olduğu anlamına gelecektir. Fakat bu, sadece “yer açma” ile sınırlı görülebilecek bir durum da değildir. Fazlası vardır. Ukrayna krizi akla gelmektedir. Çünkü ABD’nin Ukrayna’nın yanında Rusya’nın karşısında yer aldığı bu krizin temelinde enerji olduğu kabul edilmektedir. Bunlar hatırlandığında, Moskova’nın Avrupa enerji pazarında ABD’ye yer açması, Ukrayna krizinde ve Karadeniz’de tansiyonun düşmesine hizmet edebilecektir. Kırım’ın da, bu bağlamda, Avrupa enerji pazarından çekilmenin “karşılığı” olarak Rusya’ya bırakılmış olabileceği düşünülebilecektir.

Rusya da dâhil Asya’dan Avrupa’ya yapılan enerji ihracında ağırlıklı olarak Sovyetler döneminden kalma boru hatları sistemi kullanıldığı için, Rusya’nın Avrupa enerji pazarından çekilmesi, bu hatları kullanarak Avrupa’ya petrol satan Azerbaycan’ı ve Orta Asya ülkelerini de etkileyecek, bu ülkeleri ABD ile karşı karşıya getirebilecektir. Ancak Rusya’nın enerji konusunda Avrupa’dan yüzünü çevirmesi sonrasında, ABD ile karşı karşıya gelmemek için, bu ülkeler de yüzlerini Avrupa’dan çevirebilirler. Eğer öyle olur ise; bu, ABD için ayrıca kazanç olacaktır. Bu ihtimal bir an için unutulduğunda, petrol ve doğal gaz satıcısı Orta Asya ülkeleri için, bu durum karşısında, üç hal tarzından söz edilebilecektir. İlki, bu ülkelerin Avrupa’ya petrol ihracı konusunda yeni boru hatları inşasıdır. Fakat bu ülkelerin, birçok bakımdan, böyle bir işe girişmeleri beklenmemektedir. İkincisi bu ülkelerin, Rusya’nın kontrolündeki boru hatlarını kullanmaya devam etmek üzere Moskova ile masaya oturmaları ve geçiş için Rusya’ya ücret ödemeyi müzakere etmeleridir. Bunun ihracatçı ülkelere maliyet artışı getireceği ve dolayısıyla fiyatların yükselmesine neden olacağı düşünülür ise; bunun işe yarayabilmesi, ABD’nin Avrupalı alıcılara vereceği fiyata bağlı olacağı açıktır. Üçüncüsü de, bu ülkelerin, tıpkı Rusya gibi, Asya içi enerji pazarına yönelmesidir ki; bunun pratiğe yansıması, Rusya’ya bağımlı olmaları olacaktır. Ancak bu bağımlılığı sadece Rus boru hatlarını kullanma ile sınırlı olarak görmemek gerekir. Asya küresel mücadele alanına dönüşmüş olduğu için, bu bağımlılık, münhasıran enerji güvenliği ile ilgili olacaktır. Bu, fiyatlandırma da dâhil Asya enerji pazarını Moskova’nın kontrolüne verecek bir durumdur ve son tahlilde, Rusya’ya güç verecek, Rusya’nın Çin ile bağlantılı bir kısım endişelerini karşılamasına hizmet edecektir.

İlk bakışta Rusya ve enerji üreticisi Orta Asya ülkeleri ile ilgili gözüken konu, gerçekte İran’ı çok yakından ilgilendirmektedir. Çünkü tıpkı Ukrayna krizi gibi, ABD ile İran arasındaki mevcut nükleer krizin temelinde de enerji olduğu kabul edilmektedir. Çünkü İran da, Avrupa enerji pazarında satıcı rolü ile öne çıkan önemli bir ülkedir. Rusya’nın Avrupa enerji pazarından yüzünü çevirmesi, İran’ı Avrupa pazarında ABD karşısında yalnız bırakacak ve bu pazarda tutunmasını zora sokacaktır. ABD, “P5+1-İran” nükleer anlaşmasını ihlal ettiği gerekçesiyle, İran üzerindeki baskısını artıracaktır. Ta ki, İran, Avrupa enerji pazarından çekilene kadar…

Bu noktada bir parantez açıp, Doğu Akdeniz’in deniz yatağı altında yeni bulunan ve daha çok İsrail ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ilişkilendirilmiş olarak gündeme gelen petrol ve doğal gaz kaynaklarını hatırlamakta yarar vardır. Olaylara bakıldığında, artık önde gelen enerji satıcısı ülkelerden biri haline gelmiş ABD’nin, sadece Avrupa enerji pazarının kontrolünü ele geçirme peşinde olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü gerek Avrupa’daki sanayi tesislerinin çoğunlukla Avrupa dışına çıkarılmış olması, gerek nüfus artışındaki durağanlık, gerekse refah seviyesinin çoktandır belli bir seviyede olması nedenleriyle, Avrupa enerji pazarı büyüme potansiyeli olmayan bir pazar görünümündedir. Oysa ABD’nin enerji potansiyeli, bu pazarın çok ilerisindedir. Yani Avrupa enerji pazarının, ABD’ye yetmeyeceği açıktır. ABD, Avrupa’dan başlayıp Doğu Akdeniz üzerinden Suudi Arabistan’a kadar uzanan bir çizgide enerji piyasasının kontrolünü ele geçirme peşindedir. Washington, Tel Aviv ve Riyad arasındaki belirgin yakınlık, bu bağlamda da anlamlıdır. Ve bir taraftan Türkiye’nin istikrarsızlığa itilerek Anadolu Yarımadası üzerinden, kuzeyinden ve güneyinden işleyen enerji ulaşımının işe yaramaz hale getirilmesi, diğer taraftan Suudi petrolü için Babül Mendep-Kızıldeniz-Süveyş Kanalı güzergâhının açık tutulması, ABD’nin peşinde koştuğu bu hedefe ulaşmasını kolaylaştıracaktır. ABD, bu suretle, enerjideki küresel rekabet gücünü pekiştirmiş olacaktır ki; bu, ABD’nin uluslararası politikadaki “konumunu” korumasına ve sürdürmesine de hizmet edecektir. Ama bugün itibarıyla ABD için önemli olan (öncelik taşıyan), Avrupa’nın enerji ihtiyacının, Washington’un kontrolünde olarak, iki yönden (ABD’den ve Ortadoğu’dan) karşılanmasıdır.

Bu noktada, ABD’nin Ortadoğu’yu da kullanarak Avrupa’nın enerji yönünden Washington’a bağımlı hale gelmesini sağlamasının; Batı içindeki ayrışmayı önleyeceğini, dolayısıyla ABD’nin Batının liderliği rolünü sürdürmesine imkân vereceğini de görmek gerekir. Bu, Trump’ın “yeniden, yine büyük Amerika” söylemini akla getiriyor.

İran’ın Avrupa enerji pazarında belirgin bir yere sahip olduğuna ve bunun da İran’ı ABD ile karşı karşıya getirdiğine, ABD’nin Avrupa’dan başlayıp Doğu Akdeniz üzerinden Suudi Arabistan’a kadar uzanan bir çizgide enerji piyasasının kontrolünü ele geçirme peşinde olduğuna yukarıda işaret edilmişti. ABD, bu yolda, İsrail’in ve Suudi Arabistan’ın İran ile ilgili ayrı ya da özel sorunlarını kullanarak, bu iki ülke ile birlikte hareket etmektedir. Ortak hedef,  İran’ın, enerji piyasasında pazar kaybetmesi, hatta enerji zenginliğini değerlendiremeyecek bir duruma düşürülmesi, son tahlilde İran halkının Tahran (rejim) ile karşı karşıya getirilmesidir. Olaylara bu gözle bakıldığında, hem İran’ın bu durumun farkında olduğu çıkarılabilmekte, hem de bazı olaylar İran açısından daha anlaşılır bulunmaktadır. “İran yayı ya da hilali” böyle görülebilir. Açık ağzı Süveyş Kanalı ile Lübnan kıyıları arasına denk gelen, İran’ın ülkesinden başlayıp, üstte Irak ve Suriye üzerinden Doğu Akdeniz kıyılarına çıkan, altta da Arap Yarımadası ve Kızıldeniz üzerinden yine Doğu Akdeniz’e çıkan “İran yayı ya da hilali”… Suriye’de artan İran askeri varlığı ve Yemen’de İran ile ilişkilendirilen iç savaş, bu belirtilenler ışığında anlamlı gelmiyor mu? İsrail, Suriye’de, Suudi Arabistan da Yemen’de, gerçekte İran ile karşı karşıyadırlar. Eğer petrolün ve doğal gazın, İran ekonomisini ayakta tuttuğu, İran’a politik güç sağladığı ve askeri gücünü beslediği ve geliştirmesine hizmet ettiği dikkate alınırsa, İran’ı Avrupa enerji pazarının dışına itme ve enerji zenginliğini değerlendirmeyeceği bir duruma düşürme, sadece bu pazarda İsrail’in ve Suudi Arabistan’ın önünü açma ile ilişkilendirilemeyecektir. Aynı zamanda, İran, bu iki ülke karşısında güç kaybetmiş, dolayısıyla tehdit (engel) olmaktan da çıkmış olacaktır. Ayrıca bunun, bölgede müstakil bir Kürt devletinin kurulmasını kolaylaştıracağı da açıktır.

Bir diğer husus, Washington’un (Tel Aviv ve Riyad ile birlikte) İran’ı Avrupa enerji pazarının dışına itmesinin, Asya enerji pazarında Tahran ile Moskova’yı karşı karşıya getirecek olmasıdır. Bu, ABD’nin ayrıca işine gelecek bir durumdur. Ancak bunu söylerken, İran’ın Güney Amerika ülkeleri olan ilişkilerindeki dikkat çekici gelişmeyi de ihmal etmemek icap eder.

Yukarıda belirtilenlerden şu da çıkarılabilmektedir: Rusya’nın Avrupa enerji pazarından çekilme işaretleri vermesi, sadece İran üzerindeki ABD baskısının artması sonucunu doğurmamaktadır.. Bu işaretler, Rusya’nın İran konusunda ABD’ye yol verdiği, yani Rusya’nın İran’a müzahir yaklaşımının aksi yönde değiştiğini de akla getirmektedir. Çünkü eğer ABD’nin İran’ı Avrupa enerji pazarından dışlaması, İran’ı Asya enerji pazarına itecekse ve burada Rusya ile karşı karşıya getirecek ise; Rusya’nın İran’a müzahir yaklaşımında değişikliğe gitmesi, yani İran konusunda ABD’ye yol vermesi anlaşılır gelmektedir. Buradan hareketle, en azından, Rusya’nın Avrupa enerji pazarından çekilme işaretleri vermesinin, ABD’nin İran’a yönelik baskısının eyleme “dökülme” ihtimalinin güçlendirmiş olduğu da ileri sürülebilir.

Yukarıda ifade edildiği şekilde, Rusya’nın Avrupa enerji pazarından çekilmesinin, İran’ın da hem Avrupa enerji pazarından çekilmeye hem de Avrupa-Doğu Akdeniz-Arap Yarımadası çizgisinden uzak durmaya zorlanmasının, hiç şüphesiz Türkiye için de ciddi sonuçları ve/veya yansımaları olacaktır. Her şeyden önce; Rus, Azeri, Türkmen ve Kazak petrol ve/veya doğal gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyan/taşıyacak boru hatlarının önemi azalacaktır. Bu, Türkiye’nin, hem jeopolitik değerinde gerileme, hem bu geçişler üzerinden elde ettiği gelirde azalma, hem de “uygun koşullu” petrol ve doğal gaz satın alma imkânını kaybetme anlamlarına gelebilecektir. “Özellikle” enerji bağlamında (enerji tüketicisi olması da dâhil) Türkiye’nin Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan ile olan ilişkilerini gözden geçirmesi gereği ortaya çıkabilecektir. Yukarıda Rusya ile ilgili olarak ifade edilen hususlar ışığında, enerji üreticisi Orta Asya ülkeleri nezdinde Moskova’nın “hegemonik” bir pozisyona kavuşması, hiç şüphesiz Ankara’nın, hem Moskova ile, hem de Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerini de etkileyecektir.

ABD, Avrupa’dan başlayıp Doğu Akdeniz üzerinden Suudi Arabistan’a uzanan bir çizgide enerji piyasasını kontrol ettikten sonra, kuvvetle muhtemel “rahat” durmayacaktır. Çünkü yukarıda daha önce ifade edildiği üzere, ABD’nin enerji zenginliği, Avrupa enerji pazarının ilerisinde bir zenginliktir. Onun içindir ki; ABD’nin, Avrupa enerji pazarını ele geçirip bu suretle ekonomisini düzlüğe çıkardıktan sonra, Kafkasya üzerinden Hazar Denizi’ne yönelebileceği akla gelmektedir. ABD, bu suretle, küresel enerji pazarındaki pozisyonunu güçlendirmek, Rusya’nın Çin ve güney Asya enerji pazarlarına olan nüfuzunu sekteye uğratmak isteyecektir. Eğer bu arada, ABD’nin, İran üzerindeki baskısını eyleme “dökmüş” olduğu ve bunun ayrıca ABD’yi Hazar Denizi’ne çıkma konusunda ayrıca isteklendirebileceği varsayılır ise, Rusya için, ABD ile yaşanan sorunun Avrupa enerji pazarından çekilme ile bitmemiş olacağı, yani ABD’nin bu yeni yönelişinin ihtimal dâhilinde olduğu soncuna ulaşılacaktır. Böyle bir varsayım, Rusya’nın gözünde Türkiye’nin değerini artıracaktır. Rusya için, Türkiye’nin istikrarı çok daha önem kazanacaktır.

Bu noktada, Suriye’deki askeri varlığının, Türkiye’nin coğrafi konumunun ve Kafkasya’nın; Rusya için, enerji ve güvenlik anlamında “kesintisiz” savunma bütünlüğü sağladığını ve bunun da Rusya’nın gözünde İran’a göre Türkiye’yi daha değerli kıldığını ifade etmek gerekir.

Daha önceki yazılarımda, çeşitli vesilelerle, Türkiye’nin ABD’nin hedefinde olduğu tezi sıkça işlenmiş olduğu için, bu yazıda ABD’nin İran üzerindeki baskısının eyleme “dökülmesi” Türkiye için olumlu bir durum olarak görülebilir, konuya bu şekilde yaklaşanlar olabilir. Ancak ABD’nin İran’ı “eylemli” olarak karşısına aldığı bir tabloda, NATO ve NATO şapkası altında ABD ile yapılmış ikili anlaşmalar ışığında, “cephe ülkesi” olacağı için, Türkiye için fazla bir şey değişmeyecektir. Yaptığı onca ağır eleştiriye rağmen ABD’nin mevcut iktidarın “gönlünden” bir türlü çıkmaması, bu düşünceyi ayrıca güçlendirmektedir. Eğer ABD’nin İran’ı hedef almasının ve Türkiye’nin kendisini gelişmelerin dışında tutmakta başarılı olamamasının yol açacağı kaotik bir ortamda, Türkiye’nin güney sınırlarının ötesinde müstakil bir Kürt devleti ortaya çıkar ve bu Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde çok ciddi sorunlara yol açarsa, ABD’nin Türkiye’yi ya da İran’ı hedef alması arasında, Türkiye için bir fark kalır mı?  ABD’nin İran’ı “eylemli” olarak karşısına alması, bölgede müstakil bir Kürt devletinin ortaya çıkmasını kolaylaştıracak ise;  ABD, adeta “bir taşla, iki kuş (İran ve Türkiye) vurmuş” olacaktır diye düşünülemez mi? Türkiye için değişen bir şey olacak mıdır?

Bu bağlamda “can alıcı” konu, böyle bir gelişme karşısında, Ankara’nın ABD karşısında Moskova’yı yanında görüp göremeyeceğidir.

Bu vesileyle, bir kere daha ifade etme gereği duyuyorum; Ankara, NATO’ya “dirseğini” gösterme anlamına gelecek bir adımı bir an evvel atmalı, hatta bununla eş zamanlı olarak Moskova ile de “dostluk”, iyi komşuluk”, “karşılıklı yardımlaşma” temalarını işleyen, üçüncü kişiler nezdinde “caydırıcı” özelliği dikkat çekici olacak bir “antlaşmayı” imzalamayı da düşünmelidir.

Gördüğüm, Türkiye için, 24 Haziran 2018’de yapılacak erken seçim sonrasının, yukarıda ele alınan hususlar bağlamında, çok ciddi gelişmelere gebe olduğudur.

osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 04 Mayıs 2018

[i]http://www.turkrus.com/619730-yeni-dengeler-rusya-petrol-ihracatinda-cine-yoneldi-avrupaya-satislari-azaltti–xh.aspx, 03.5.2018.

 


TÜRKİYE’DEKİ SEÇİMİN SONUÇLARI: GÖRÜŞLERİM VE DEĞERLENDİRMELERİM

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk I. İki gün önce (28 Mayıs’ta) yapılan, cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turunda, kullanılan ve geçerli sayılan oyların % 52.18’ni Sayın Erdoğan, % 47.82’sini de Sayın Kılıçdaroğlu aldı ve bu sonuçla Sayın Erdoğan üçüncü kez katıldığı cumhurbaşkanı seçiminden önde çıkarak bu koltuğa oturdu. Bu seçime katılma oranı, % 84 oldu. Cumhurbaşkanı seçiminin

DIŞARISI GÖZÜYLE TÜRKİYE’DEKİ 14 MAYIS SEÇİMLERİNE BİR BAKIŞ

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk 14 Mayıs’taki seçimler yaklaşıyor… Seçim sürecinde daha önce medyada çok rastlamadığım, seçimlere dış politika gözlüğü ile bakan bazı yorumları ve değerlendirmeleri görmeye başladım. Bunu olumlu bir gelişme olarak görüyorum. Çünkü iç ve dış politika arasındaki karşılıklı ve bağımlı ilişki nedeniyle, seçimlere ilişkin öngörüleri sadece iç dinamiklere dayandırmak eksik bir yaklaşım

TÜRKİYE’DEKİ 14 MAYIS SEÇİMLERİNE YABANCI VE YERLİ SERMAYE AÇISINDAN BİR BAKIŞ

  Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Yabancı sermayenin önemli bir kısmının ülkeyi terk ettiği, yerli sermayenin de çeşitli yollarla yurt dışına kaçmaya çalıştığı yazılıyor, konuşuluyor. Yeni bir şey değil, bunu biliyoruz. Peki, yabancı ve yerli sermayedeki bu kaçış niye? Bu kaçışın arkasındaki en temel etkenlerden biri, hiç şüphesiz, AKP/Sayın Erdoğan iktidarında ülkede hukuka olan bağlılığın/saygının

TÜRKİYE’DEKİ 14 MAYIS SEÇİMLERİ: RUSYA KENDİ ELİYLE KENDİ AYAĞINI BAĞLAR MI?

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Birçok kez yazdım… Önümüzdeki seçimler, dış politikadan (uluslararası ilişkilerden) soyutlanarak görülemez, görülmemelidir. Bu siyasetin doğasına aykırı olur. Bu seçim çok önemli. İnsanımız bir yol ayrımında; ya karanlığın zifiri karanlığa dönüşmesine evet diyecek ya da karanlıktan kurtulup aydınlık güzel günlere doğru yol almaya başlamak için evet diyecek… Bu seçimleri ben böyle

ABD’YE AİT İNSANSIZ HAVA ARACININ KARADENİZ’DE DÜŞMESİ ÜZERİNE

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz günlerde, Karadeniz’de uluslararası hava sahasında ABD’ye ait bir insansız hava aracı (İHA) düşmüş; ABD İHA’nın Rusya tarafından vurulduğunu iddia etmiş, Rusya ise İHA’nın “ani manevra” sonucu düştüğünü savunmuştu. Ve konu, daha sonra, Karadeniz’e düşen İHA’nın çıkarılmasına gelmişti. İlk başta, bunun nedeni, düşen ABD İHA’sının içerdiği teknoloji ile

E-mail: bilgi@ascmer.org

Tel: +90 532 414 48 98

Dükkan
© 2014 Tüm Hakları Saklıdır. Sitedeki yazılar ve analizler kaynak gösterilmeden kullanılamaz.