Prof. Dr. Osman Metin Öztürk, ASCMER Başkanı
Atina’daki Rusya Büyükelçiliği, twitter hesabından, 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin tüm devletlere karasularını 12 mile kadar çıkarma hakkını verdiğine dair bir mesajı kamuoyu ile paylaşılmış. (Sözcü, 16.10.20, s.14)
Rusya’nın Atina Büyükelçiliğinin bu paylaşımı, Türkiye açısından, çok anlamlıdır.
Evet, doğru. 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 3. maddesinde, her devletin karasularının genişliğini tespit etme hakkına sahip olduğu ve bu genişliğin 12 deniz milini geçemeyeceği öngörülmüştür ama, bu, bir genel hükümdür. Bu genel hükmün yanında, Sözleşme’nin 15. maddesinde bir de özel bir hüküm vardır ve burada da, sahilleri bitişik veya karşı karşıya olan devletlerin karasularının nasıl sınırlandırılacağı ayrıca öngörülmüş, hem karşılıklı anlaşmaya, hem de bu durumdaki devletler için “tarihi haklara” ve “diğer özel durumlara” işaret edilmiştir.
Uluslararası hukukta, özel hüküm, genel hükümden önce gelir. Dolayısıyla, sahilleri bitişik veya karşı karşıya olduğu için, Türkiye ve Yunanistan için, Sözleşme’nin 3. maddesindeki genel hükmün değil, 15. maddesindeki özel hükmün dikkate alınması ve uygulanması gerekmektedir. Yani, Sözleşme, Türkiye’ye ve Yunanistan’a, Ege’de karasularının genişliğini belirlemek için masaya oturup anlaşmalarını söylemektedir.
Bir an için Yunanistan’ın Sözleşme’nin 3. maddesi uyarınca Ege’de karasularını “tek taraflı” olarak 12 mile çıkardığını varsayalım. Bu durum, Türkiye’nin Ege’deki kıyılarından uluslararası sulara çıkma imkânını çok büyük ölçüde kısıtlayacaktır. Keza Yunanistan’ın Ege’de karasularını 12 mile çıkarması, Azak Denizi ve Hazar Denizi ile bağlantılı Karadeniz suyolu üzerinden Akdeniz’e açılımda da ciddi soruna yol açacaktır. Türkiye, kuruluşundan bu yana Ege kıyılarından Ege’nin uluslararası sularına serbestçe açılabilmiştir. Keza Karadeniz suyolu da Akdeniz’e açılımda bugüne kadar serbestçe kullanılabilmiştir. Bu durum, Sözleşme’nin 15. maddesindeki “tarihi haklar” ve “diğer özel durumlar” kapsamına giren bir durumdur. Ve 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre, Yunanistan, Ege’de bu durumu da dikkate almak durumundadır. Peki, Yunanistan ne yapıyor? Yunanistan, sadece Sözleşme’nin “işine gelen” 3. maddesini görüyor, 15. maddesini görmüyor.
Sözleşme’nin bir de 300. maddesi vardır ve bu maddede ise, Sözleşme hükümlerinin, hem “iyi niyetle yerine getirilmesi”, hem de “hakkın kötüye kullanılmasını oluşturmayacak şekilde kullanılması” gerektiği öngörülmüştür. Yani Sözleşme hükümlerinin uygulamasında “iyi niyet” esastır ve Sözleşme, “hakkın kötüye kullanıldığı” durumları himaye etmemektedir. Eğer Yunanistan, Türkiye’nin “tarihi hakları”nı ve “diğer özel durumunu” ve Karadeniz suyolunu dikkate almaz, Ege’de karasularını “tek taraflı olarak 12 mile çıkarır ise, bu, Sözleşme’nin kendisine tanıdığı hakkı kullanmada “iyi niyetle” hareket etmemiş, bu hakkı “kötüye kullanmış” da olacaktır.
Uluslararası hukuk açısından özeti; Sözleşme’nin 15. maddesi ile 300. maddesi, Yunanistan’ın Sözleşme’nin 3. maddesine dayanarak Ege’de “tek taraflı” olarak hareket edip karasularını 12 mile çıkarmasına manidir. Bu çok açıktır.
Rusya’nın Atina’daki Büyükelçisinin açıklamasına uluslararası politika açısından bakıldığında ise, her şeyden önce akla şu soru geliyor: Bu açıklama, niye Moskova’dan değil de, Yunanistan’daki Büyükelçiliğinden geliyor?
Herkes biliyor ki; Ege’de Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlar yeni değildir, şimdi bir gerginlik yaşanıyor, gerginlik yaşanan konulardan biri de karasularıdır ve Yunanistan Ege’de karasularını 12 mile çıkarma kararını yıllar önce almış olmasına rağmen Türkiye karşı çıktığı için bu kararını uygulamaya koyamamaktadır. Herkesin bildiği bu hususların, Rusya tarafından bilinmediği düşünülebilir mi? Bu, eşyanın tabiatına aykırı olur.
Rusya’nın Yunanistan nezdindeki Büyükelçisinden gelen açıklaması, hem Moskova’nın bilgi ve onayı olmadan yapılmış bir açıklama olarak görülemez, hem de öyle olsa bile uluslararası hukuk ve uluslararası politika bağlamında Rusya’yı bağlayan bir açıklamadır. Bir de karine olarak, Yunanistan’da görev yapan bir Büyükelçinin, hele bu Büyükelçi Ege’yi kullanmaya adeta mahkûm Rusya’nın Büyükelçisi ise, hem Ege konusundaki Türk-Yunan anlaşmazlığına, hem de bu anlaşmazlığının uluslararası hukuka dair boyutuna vakıf olduğu peşinen kabul edilir.
Açıklamaya bu belirtilenler ışığında bakıldığında, ortada, Rusya adına yapılmış, Yunanistan’ı gözettiği algısı çok kolay edinilebilen, Türkiye’ye mesaj niteliğini taşıyan, Ankara-Moskova ilişkilerinin durumuna işaret eden bir açıklama olduğu izlenimi çıkıyor.
Uluslararası ilişkilerde “eş zamanlılık” önemli bir husustur. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), aralarına ABD’yi, İngiltere’yi, Fransa’yı ve İtalya’yı da alarak, GKRY’nin münhasır ekonomik bölgesinde Nemesis 2020 tatbikatını yaparken, Rusya’nın Atina’daki Büyükelçisi de söz konusu açıklamayı yapıyor. Bu arada, bu tatbikata verilen isim olan “Nemesis”in, eski Yunanlılarda ceza ve öç alma tanrıçası olduğuna da ayrıca dikkate çekmek isterim.
Bu “eş zamanlılıtan” hareketle, söz konusu açıklamanın, Yunanistan’ın Rusya’dan uzaklaşıp ABD’ye yanaşmasına imkân ve fırsat vermemek amacını taşıyabileceği akla gelebilir. Ancak ortada iki husus Biri, sözü edilen tatbikata verilen “Nemesis” adı; diğeri de, biri Dedağaç’ta, ikisi Atina yakınlarında olmak üzere, Yunanistan’ın ABD’ye sağladığı üç liman kolaylığından ve Batı Trakya’da ABD’ye verdiği askeri üsten, zaten Yunanistan’ın ABD’ye iyice kaymış olduğunun çıkarılabilmesidir. Atina-Washington ilişkileri bu mecrada iken, Rusya’nın Atina Büyükelçiliğinin açıklamasının Yunanistan’ın ABD’ye kayışını önleme bağlamında fazla bir değeri olabilir mi?
Belirtilen hususlar ışığında söz konusu açıklamadan şu çıkıyor: Batı, dün olduğu gibi yine Yunanistan üzerinden Türkiye’yi karşısına almıştır, en hafif ifadeyle AKP/Sayın Erdoğan iktidarını cezalandırma peşindedir. Bu konuda, düğmeye basılmış bir görüntü algılanıyor. Rusya da bunun farkında olarak söz konusu açıklama üzerinden tarafını/tercihini ima ediyor. Eğer Suriye’de, Libya’da, Karadeniz’in kuzeyinde ve Kafkasya’da Türkiye ile Rusya arasında yaşanan ve/veya örtülü olarak yaşandığı tahmin edilen sorunlar, Rusya’nın Türkiye’ye güvenilir bir ülke gözü ile bakmadığı, Türkiye’nin eski caydırıcılığından uzak olduğu gibi hususlar hatırlanırsa, Rusya’nın söz konusu açıklama üzerinden tercihini Yunanistan’dan yana yapmış olduğu algısı, anlaşılır bir algı olarak kendisini göstermektedir. Böyle görüyorum. Yani Rusya’nın Atina Büyükelçiliğinden yapılan açıklamanın hedefine Türkiye konulmuştur, bu arada belki “bonus kazanç” olarak, siyasal mülahazalar ile, Rus Ortodoks Kilisesi’nin etki alanını genişletme amacı da güdülmüş olabilir.
Yukarıda belirtilen hususlardan da çıkarılabileceği üzere, söz konusu açıklama Türkiye için çok önemli. Dış politikada Türkiye için hiç de iyi olmayan bir tablonun mevcudiyeti, söz konusu açıklama üzerinden bir kere daha görülebiliyor. Maalesef, bu tablo her hatırlandığında, durumun Türkiye için daha kötüye gitmiş olduğu da görülebiliyor. Fakat artık sadece Türkiye’nin dış politikadaki yalnızlığının dip yapmış olması gözükmüyor; bu dip yapmış yalnızlığın, hem muhtemel risklerin, hem de sunduğu fırsatların etkisinde Türkiye’ye karşı bir hareketi başlatmış olduğu da algılanabiliyor. Başka bir ifade ile, dış politikadaki dip yapmış yalnızlık, Türkiye’ye yönelik kapsamlı bir tehdide dönüşme sürecine girmiş de gözükmektedir.
Türkiye’nin, ülkeye hâkim mevcut siyaset anlayışı ile bu durumu aşması, geride bırakması çok zor, hele aydınlık güzel günlere ulaşması bir hayal gibi geliyor.
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 16 Ekim 2020