Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
Çin’in yükselişi, Çin-ABD rekabetinin baş göstermesi, ABD’nin Çin’i çevreleme politikasına yönelmesi ve bu bağlamda bir taraftan Asya-Pasifik stratejisini güncelleyip Hint-Pasifik’e dönüştürmesi ve bu suretle Hindistan’ı yanına çekmeye yönelmesi diğer taraftan da AUKUS[i] gibi bölgesel savunma yapılanmasına öncülük etmesi, Tayvan konusunda artan gerginlik, Çin’e komşu Afganistan’da kontrolün Taliban’ın eline geçmesi ve bunun yol açtığı kaos beklentisi, ve bu minvaldeki diğer gelişmeler, uluslararası politikada “sıcak gelişmeler” için, doğal olarak, Çin’i, Çin’e bitişik ya da yakın coğrafyaları akla getiriyor, gelişmelere bakılınca böyle görünüyor. Arakasında ABD’nin olduğu, Çin’i hedef alan, Çin’e bitişik/komşu coğrafyalarda “sıcak gelişme” beklentisi… Ancak gelişmeler böyle bir algıya yol açıyor olsa da, bu beklentinin gerçekleşme ihtimalinin zayıf olduğunu düşünüyorum. Beni böyle düşünmeye iten temel etken, aşağıda arz ve izah edeceğim hususlar ışığında, Kafkasya’daki son gelişmeler… Akılcı, gerçekçi ve şüpheci bir bakış açısı ile bakıldığında, Kafkasya’daki ve bir şekilde Kafkasya ile bağlantılı görülen son gelişmelerden, bu bölgenin uluslararası politikada sıcak gelişmelerin yaşanacağı bir bölge olma ihtimalinin hiç de zayıf olmadığı çıkarılabiliyor.
Soğuk Savaş yıllarını hatırlayınız; ABD ile Sovyetler rekabet içindeydi, taraflar biri birlerini çevreleme politikası izliyordu ama, doğrudan sıcak bir gelişmenin tarafları olmamıştı. Sıcak gelişmeler, proxy unsurlar üzerinden, üçüncü ülkelerde-uzak coğrafyalarda yaşanmıştı. Bunun en temel nedeni, tarafların başta nükleer cephanelikleri olmak üzere askeri imkân ve yeteneklerinin doğurmuş olduğu “dehşet dengesi” idi. Her iki taraf da, doğrudan bir çatışmayı göze alamamış, farklı coğrafyalarda dolaylı ve kontrollü sıcak çatışmaları tercih etmişti. Bugünkü ABD-Çin rekabetine bakarken, önce dünkü ABD-Sovyetler rekabetine ilişkin bu gerçekleri hatırlamak icap eder. Eğer Dünyadaki nükleer cephaneliklerin sayı ve nitelik olarak bugün çok daha ileri-ciddi boyutlara gelmiş olduğu; Çin’in kendisi dışında, bölgede Hindistan’da, Pakistan’da, Kore Yarımadası’nda ve Japonya’da ciddi nükleer varlık bulunduğu düşünülürse, dünkü “dehşet dengesi”nin çok daha ilerisinde korkutucu/ürkütücü bir denge durumunun bugün mevcut olduğu çok açıktır. Dünkü “dehşet dengesi”nin etkisinde Sovyetleri doğrudan karşısına alamamış bir ABD’nin bugünkü çok daha korkutucu/ürkütücü denge durumunda Çin’i karşısına alabileceği düşünülebilir mi? Düşünülemeyeceği çok açık. Geçtiğimiz aylarda ABD’nin önceki Başkanı Trump’ın son günlerinde ABD Genelkurmay Başkanı’nın Çinli muhatabını telefonla arayarak Çin’e yönelik bir saldırıyı düşünmediklerini belirtme ihtiyacını duyması da bunu teyit etmektedir. ABD’de yerleşik ve örnek gösterilen kurumlaşmış “sivil kontrole” rağmen ABD Genelkurmay Başkanı’nın ABD Başkanı Trump’ı “atlayarak”(!) Çinli muhatabını bilgilendirmesinin ABD’yi “ayağa kaldırmamış” olması, ayrıca dikkat çekicidir. ABD Genelkurmay Başkanı “sivil kontrolün” dışına çıkmıştır ama, yaptığı hem gerçeklere dayalıdır, hem de akılcıdır. Çünkü ABD, artık küresel hegemon değildir, Batı üzerinde artık kesin/mutlak bir kontrole sahip değildir, eski gücünden ve dolayısıyla nüfuzundan uzaktır, içeride ciddi sorunlar ile mücadele etmektedir. Hal böyle iken, Başkan Trump’ın bir “çılgınlık” yapıp ABD’yi Çin ile sıcak bir çatışmanın içine sokması, ABD bakımından çok ağır sonuçları olabilecek bir durum olurdu. Bundan, ABD ile Çin arasındaki rekabetin Çin’e bitişik ya da komşu coğrafyalarda sıcak bir çatışmaya dönüşme ihtimalinin oldukça zayıf olduğu çıkmıyor mu? Ve hiç şüphesiz bunda Çin’in ABD ile sıcak bir çatışmayı göze alabilecek “bütüncül ve tamamlayıcı” imkân, yetenek ve avantaja henüz ulaşamamış gözükmesinin de payı vardır.
Bugün uluslararası politikada bir ABD-Çin rekabeti yaşanıyor ve bu rekabette, Rusya, Çin ile birlikte hareket ediyor gözüküyor. Ancak gerçekçi yaklaşıldığında, bugün Rusya’nın Çin ile birlikte hareket ediyor gözükmesi, orta ve uzun vadede sürdürülebilir bir durum değildir. Bu durumu, Çin ile rekabet eden ABD’nin aynı zamanda Rusya’yı da karşısına almış olmasına bağlamak uygun olacaktır. Yani Çin-Rusya birlikteliği “şimdilik” konjonktüreldir. Konjonktür değişince, kuvvetle muhtemel bu da değişecektir. Moskova ile Pekin arasında, bugünlerde gün yüzüne çıkmayan, aşağıya bastırılan ve aşağıda içten içe büyüdüğü tahmin edilen, mevcut ve muhtemel ciddi sorunlar vardır. Küresel ısınmanın etkisinde Rusya’nın uzakdoğu topraklarının her yıl biraz daha çok kullanıma açılması ve büyük ölçüde Rusya’nın nüfuzuna açık kuzey deniz ticaret yolunun daha çok kullanılması, Rusya’ya güç verdiği kadar, Rusya’yı ciddi sorunlar ve riskler ile karşı karşıya bırakan bir durumdur. Eğer küresel ekonominin yeni bir sıkışmayı yaşadığı çıkış noktası alınırsa, küresel ısınmanın öne çıkardığı Rusya’nın uzakdoğu topraklarının ve Arktik Okyanusu kıyılarından başlayan münhasır ekonomik bölgesinin içerdiği zenginlikler, bu küresel sıkışmanın aşılması bağlamında oldukça anlamlıdır. Çin’in kalabalık nüfusu ve nüfusunu beslemekte karşılaştığı artan sıkıntı, bu anlamı ayrıca beslemektedir. Moskova için, uzakdoğu topraklarını ve Arktik Okyanusundaki deniz ülkesini koruma giderek ciddiyet arz edecek bir konu olarak gözükmektedir.
ABD, artık Dünyanın en büyük enerji üreticisidir. Günde, yaklaşık 11 milyon varil ham petrol ve yaklaşık 20 milyon varil işlenmiş petrol üretme noktasına gelmiştir. ABD ile rekabet içindeki Çin, günde, yaklaşık 7 milyon varil ham petrol ve yaklaşık 1.2 milyon varil de işlenmiş petrol/petrol ürünleri ithal etmektedir. ABD karşısında Çin ile birlikte hareket eden Rusya’nın ham petrol üretimi günde yaklaşık 11 milyon varil, işlenmiş petrol üretimi günde yaklaşık 6 milyon varil, doğal gaz üretimi ise yılda 666 milyar m³ civarındadır. Çin’den sonra Dünyanın ikinci en kalabalık ülkesi olan ve ABD’nin “Hint-Pasifik” stratejisi üzerinden Çin karşısında yanına çekmeye çalıştığı Hindistan da, günde yaklaşık 4.1 milyon varil ham petrol ve 0.7 milyon varil işlenmiş petrol ile, yılda 24 milyar m³ doğal gaz ithal etmektedir. Kazakistan, Türkmenistan, İran, Azerbaycan, Irak ve Suriye enerji üreticisi olma ve/veya kritik önemi haiz enerji trafiğine nüfuz özellikleri ile öne çıkan ülkelerdir. Türkiye, enerji zengini bir ülke değildir ama, kara ve deniz ülkesi üzerinden ciddi bir enerji trafiğine ev sahipliği yapmaktadır. Kafkasya’ya bakarken, küresel enerji pazarı ile yakından ilgili bu verilerin neyi ifade ettiğini bir düşünmek icap eder.
Kafkasya, üç denizi kontrol imkânı verir. Kafkasya üzerinden, Hazar Denizi’ne, Karadeniz’e ve Doğu Akdeniz’e etkili bir şekilde nüfuz etmek mümkündür. Keza Kafkasya, uzaktan Ortadoğu’ya nüfuz etme imkânı da verir. Bu nüfuzları, bu çalışmanın konusu itibarıyla, özellikle ve öncelikle iki açıdan, enerji ve Rusya açılarından, görmek gerekir. Kafkasya üzerinden, küresel enerji piyasasına dâhil ciddi büyüklükte bir enerji trafiğine nüfuz etmek mümkündür. Kafkasya’nın kaos ortamına sürüklenmesi demek, bu enerji trafiğinin sekteye uğraması, bu trafik üzerinden taşınan enerji miktarında ciddi düşüş olması, bu suretle ortaya çıkan enerji boşluğunun ABD tarafından doldurulması, yani ABD’nin yeni enerji pazarlarına kavuşması anlamına gelecektir. Böyle bir durumda, Rusya’nın enerji üzerinden elde ettiği gelir gerileyecek, enerji gelirindeki gerileme ekonomik, politik ve askeri açılardan Rusya’yı olumsuz etkileyecek; ABD’nin ise, enerji üzerinden elde ettiği gelir artacak, bu gelir artışı ekonomik, politik ve askeri açılardan ABD’ye güç verecektir. İkinci olarak Kafkasya, Rusya’nın, hem ülke ve ulus bütünlüğü ile, hem de “Avrupalı” kimliğini koruması ile ilgilidir. İyi bakılırsa, Rusya’nın ülke ve ulus bütünlüğünü korumasının, Karadeniz’deki ve Doğu Akdeniz’deki (Suriye’deki) varlığı ile yakından bağlantılı olduğu da görülebilecektir ki; bu, Kafkasya’nın, Rusya bakımından, Karadeniz ve Doğu Akdeniz bağlamında da ciddi önem arz ettiği anlamına gelir. Kafkasya’nın güneyinde (Güney Kafkasya’da) Sovyetlerin dağılması sonrasında bağımsızlığına kavuşmuş Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan; kuzeyinde (Kuzey Kafkasya’da) ise, Rusya Federasyonu’na (Moskova’ya) bağlı cumhuriyetler/federe cumhuriyetler (Dağıstan, İnguşetya, Çeçenistan, Kuzey Osetya, Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkes, Adige) yer alır. Hatırlayınız, Kuzey Kafkasya, Sovyetlerin dağılma sürecine girdiği sırada ve resmen dağıldığı 1991 sonrasında ciddi bir etnik ve dinsel ayrımcılığa sahne olmuş, Kuzey Kafkasya “militan İslami aşırıcılık” ile ilişkilendirilen bir bölge haline gelmiş, öyle ki o dönemde Moskova’nın ikinci bir dağılmayı yaşaması bile konuşulur olmuştu. Putin’in önce Başbakanlık sonra Devlet Başkanlığı koltuğuna oturması ile birlikte Kuzey Kafkasya bu görünümünden hızla uzaklaşmış görünse de, etnik ve dinsel ayrımcılık tamamıyla ortadan kalkmamış, Moskova’nın ayrılıkçı/bağımsızlıkçı “militan İslami aşırıcılık” endişesi hiç kaybolmamıştır. Suriye’deki iç savaş ve bu savaşta ortaya çıkan (militan İslami aşırıcılığı da yansıtan) tablo sonrasında Afganistan’ın da Taliban’ın kontrolüne girmesi, militan İslami aşırıcılığı ABD ile ilişkilendiren iddialar ile birlikte, Moskova’nın bu endişeyi yeniden dillendirmesine yol açmıştır. Kuzey Kafkasya’da “militan İslami aşırıcılığın” yeniden kendisini göstermesi, bölgedeki Moskova’ya bağlı Cumhuriyetlerde yeni bir ayrılık/bağımsızlık hareketlerine yol açabilir ki; yukarıda belirtilen hususlar nedeniyle, böyle bir durumda, Moskova’nın kaybı muhtemelen sadece Kuzey Kafkasya ile sınırlı kalmayacak, Moskova için çok olumsuz bir domino etkisine yol açacaktır. Rusya’nın, oldukça dar bir kıyı şeridi üzerinden Karadeniz’e açılmak durumunda kalması, bunun Karadeniz’e ilişkin pozisyonuna ve politikasına ciddi zarar vermesi, Ukrayna karşısındaki pozisyonunun zayıflaması, Kafkasya’daki ayrılık/bağımsızlık rüzgârının uzakdoğudaki ve Arktik Okyanusu kıyılarındaki Moskova’ya bağlı Cumhuriyetlere yansıması, akla gelen anlaşılabilir ihtimallerdendir. Bunlar, Sovyetler Birliği’nden sonra, Rusya Federasyonu’nun da bir dağılmayı yaşayabileceğini çağrıştırmaktadır. Moskova’dan yönetilen devletin ülkesi bir kere daha küçülebilir. Ve bütün bunlar, Moskova için ciddi ekonomik, politik ve askeri sorun demektir. Bütün bu belirtilenler, genelde Kafkasya’nın, özelde ise Kuzey Kafkasya’nın, Moskova için, çok ciddi olumsuzlukların tetikleyicisi olma potansiyeline sahip bir coğrafya olduğu anlamına gelmektedir.
Kafkasya’ya enerji ve Rusya açısından bu şekilde bakılınca, Kafkasya’da ortaya çıkacak ABD’nin arkasında olacağı sıcak gelişmeler, bir taraftan ABD’nin enerji pazarındaki konumunu pekiştirmesine, diğer taraftan da Rusya’nın zayıf düşmesine (ABD karşısındaki pozisyonunun gerilemesine) hizmet edeceği açıktır. ABD’nin enerji pazarındaki konumunu bu suretle pekiştirmesi, Çin’in enerjide dışa bağımlı olması ışığında görülürse ve Rusya’nın zayıf düşmesinin de yine ABD karşısında Çin’in Rusya’dan aldığı desteğin gerilemesi anlamına geleceği düşünülürse, Kafkasya’nın niçin uluslararası politikada sıcak gelişmelerin yaşanma ihtimalinin hiç de zayıf olmadığı bir bölge olduğu sanırım anlaşılacaktır. Ayrıca, Kafkasya’ya ABD açısından bakarken İran’ı, Karadeniz’i ve ABD’nin bölgedeki müttefiklerini[ii] ve Batı ile Rusya arasında sıkışmış gözüken Ukrayna’yı, Gürcistan’ı ve Moldova’yı[iii] da hatırlamak gerekir.
Şimdi de, bir şekilde Kafkasya ile ilgili bulunan ve “Kafkasya’yı ne bekliyor?” sorusuna ilişkin cevap bağlamında doğrudan ya da dolaylı olarak anlamlı olduğu değerlendirilen “açık” somut güncel bazı gelişmelere bir bakalım:
a. Ciddi büyüklükteki Azerbaycan toprağını uluslararası hukuka aykırı bir şekilde işgali altında tutmasına ve bu işgale son vermesi için üzerinde ciddi bir uluslararası baskı olmasına rağmen, ne hikmetse, Ermenistan, Azerbaycan-Ermenistan sınırını sıkça ihlal etmeye başlıyor ve bunun sonucunda, Eylül-Kasım 2020’de Dağlık Karabağ Savaşı yaşanıyor!… Bu savaşın, bu çalışmanın konusu bağlamında dikkat çekici yanları var. (i) Ermenistan, ABD’ye müzahir gözüken Paşinyan’ın yönetimindedir. Savaşın mağlubu olmasına ve bu nedenle ülkesinde ağır eleştirilere muhatap olmasına rağmen, Paşinyan savaştan hemen sonra seçime gidebilmiş ve seçim sonucunda yine iktidar olmuştur!… Bu, bana, Paşinyan’ın arkasındaki ABD desteğinin ne kadar büyük olduğunu çağrıştırıyor ki; bu da, acaba ABD niçin Paşinyan’a bu kadar büyük bir destek veriyor sorusuna yol açıyor. (ii) Daha önce Azerbaycan karşısında Moskova’nın yakın desteğine sahip olduğu bilinen Ermenistan, bu savaşta bu destekten mahrum kalmıştır. Bu mahrumiyet, Paşinyan Yönetiminin ABD ile “iş tutmasının” bir işareti ve Rusya’nın bundan duyduğu rahatsızlığın bir sonucu olarak görülebiliyor. (iii) Azerbaycan tarafının bu savaştan işgal edilmiş topraklarının çok büyük kısmını kurtarmış olarak çıkması, Azerbaycan’da Aliyev yönetimine güç vermiştir. (iv) ABD’nin desteği ile iktidara geldiği bilinen ve Biden Yönetimine yaklaşmak için çaba harcayan AKP iktidarı, Ermenistan karşısında açıkça Bakü’nün yanında yer almıştır. Dağlık Karabağ Savaşı, ABD’nin kendisine yeniden yakın olabilmek için adeta “çırpınan” AKP iktidarını istismarını ve ABD’nin Kafkasya üzerinden Rusya’yı hedef almaya yönelik muhtemel planını çağrıştırıyor. ABD’nin Kafkasya’da Rusya’ya karşı taşları yerinden oynatmak için, kendisine yakın Paşinyan’ı, kendisine yakın olmak için “çırpınan” Türkiye’deki AKP iktidarını ve ülkede güçlenen hoşnutsuzluktan bunalmış Azerbaycan’daki Aliyev iktidarını kullandığı ihtimalleri akla geliyor. Hala Ermenilerin işgali altında bulunan Azerbaycan toprakları olmasına rağmen, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’den gelen “Ermenistan ile barış yapmaya hazırız”[iv]’ açıklamaları, istifama yol açmıyor mu? Acaba İlham Aliyev, Ermeni işgali altında Azerbaycan toprağı varken niye Ermenistan ile bir an evvel barış anlaşması yapıp sınırları belirlemek istiyor olabilir? Sözünü ettiğimiz ihtimaller akla gelmiyor mu? İlham Aliyev, Kafkasya’yı neyin beklediğini görmüş ya da biliyor olabilir mi?
b. Çok fazla gündeme gelmese de, bölgeyi çalışanlar, Azerbaycan ile İsrail arasında, ekonomiye, politikaya ve güvenliğe dair yakın ilişkiler olduğunu bilir. İran’ın bu durumu bilmemesi düşünülemez. Öyle olmasına rağmen, son dönemde, medyadaki Azerbaycan-İsrail yakınlaşmasına, İran’ın bundan duyduğu rahatsızlığa ve Bakü ile Tahran arasındaki gerginliğe dair haberler dikkat çekici… Bilineceği üzere, Azerbaycan, İran’a komşu; İran-İsrail ve İran-ABD ilişkilerinin durumu da belli, bunlar da biliniyor. Bir de, Azerbaycan’ın, coğrafi konum olarak, ABD’nin karşısına aldığı İran ve Rusya arasında bulunduğu gerçeği var. Başka bir ifade ile, Azerbaycan’ın ülkesi, karadan İran ile Rusya’yı birbirine bağlıyor. Eğer İran’ın daha yeni Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’ne tam üye olduğu hatırlanırsa, Azerbaycan, artık ŞİÖ’ne üye iki devlet (Rusya ve İran) arasında kalmış, ŞİÖ üyesi iki ülkeyi karadan birbirine bağlıyor oluyor. İran’ın ŞİÖ’ne tam üye olması ile, Azerbaycan’ın jeopolitiği, daha çok değer kazanmış, Doğu ile Batı arasındaki iletişim ve ulaşım açısından arz ettiği önem çok daha artmıştır. Eğer uluslararası politikanın kalbi artık Asya’da, Asya’nın doğusunda atıyorsa ve bu görünür gelecekte de böyle olacaksa, Rusya ile birlikte İran’ın da ŞİÖ üyesi olması, Batının Doğuya açılımını riskli kılacaktır. Batı için, Doğuya açılım yolunun açık tutulması, artık daha kritik bir konu haline gelmiştir. Ve Batı için, Azerbaycan’ı kontrol etmek yetmeyecektir. Batı, Doğu’ya erişimde, bir bütün olarak Kafkasya’ya ihtiyaç duyacaktır ki; Batı açısından, bunun bir de moral gereklilik boyutunun olduğu ifade edilebilir. Çin ile rekabet eden ABD, güneyden (İran) ve kuzeyden (Rusya) Kafkasya’yı kıskaç altına alan ŞİÖ’nün (Çin’in) bu kıskacını kırmak, en azından hafifletme ihtiyacı duyacaktır. Kafkasya’yı ne beklediğini düşünürken bunları görmek icap eder.
c. Hatırlanacağı üzere, Gürcistan, “Sorosçu” renkli devrimlerin yaşandığı ülkelerden biri ve Gürcistan’ın Rusya ile Batı arasındaki sıkışmış kalmış görüntüsü devam ediyor. Bu ülkede, geçtiğimiz Ekim ayının başında, ne hikmetse, “Batı yanlısı ve reformist” olarak nitelenen Gürcistan eski Cumhurbaşkanı Miheil Saakaşvili, Gürcistan vatandaşlığından çıkarılmış olmasına ve hakkında gıyabi tutuklama kararı bulunmasına rağmen, tam da yerel seçim öncesinde, Gürcistan’a dönmüştü[v]. Miheil Saakaşvili, Gürcistan Cumhurbaşkanı olduğu sırada, Batı yanlısı bir politika izlemiş, 2008’de Rusya ile savaşa girmiş, sonrasında Ukrayna vatandaşlığına geçmiş, hatta Ukrayna’nın Karadeniz kıyısındaki Odessa kentinde vali olarak görev yapmış bir isim. Bu noktada, Ukrayna’nın Kırım’ın ilhakı nedeniyle Rusya ile karşı karşıya olduğuna ve Miheil Saakaşvili’nin valiliğini yaptığı Odessa’nın yine Batı ile Rusya arasında sıkışmış Moldova’ya komşu olduğuna dikkat çekmek isterim. Acaba ABD ile yakınlığı bilinen Miheil Saakaşvili, niye/niçin tam da bu konjonktürde Gürcistan’a dönmüş olabilir, diye sorgulanmaz mı?
d. Kafkasya’ya bakarken, Suriye’nin kuzey batısında yer alan, halihazırda Rusya ile Türkiye arasında ciddi anlaşmazlık konusu olan İdlib görmezden gelinemez. İdlib’in Kafkasya ile ne ilgisi var diye düşünenler olabilir. Anlatacağım. İdlib, bir yönüyle Rusya’nın Suriye’deki Hmeymim Hava Üssüne ve Tartus deniz üssüne nüfuz etme imkânı sunan, diğer yönüyle Kürt Koridorunun Doğu Akdeniz’e açılma yolu üzerinde bulunan, her iki açıdan da ABD için önemli bir coğrafyadır. ABD’nin Irak Kürtlerinden sonra Suriye Kürtlerinin de açık ve resmi hamisi olduğu artık biliniyor. Eğer Kürt Koridoru İdlib üzerinden Doğu Akdeniz’e açılırsa, bu, ABD’ye hem Rusya’nın Suriye’deki hava ve deniz üssüne, hem de İskenderun Körfezi’ne ve bu körfez üzerinden işleyen enerji trafiğine nüfuz etme imkânı verecektir. Türkiye’nin İdlib konusundaki duruşu, Hatay üzerinden Doğu Akdeniz’e açılacağı ifade edilen Kürt Koridoru üzerinde müstakil bir Kürt devletinin kurulmasının önüne geçmek amaçlı olsa da, AKP iktidarının onca şeye rağmen hala ABD ile yakınlaşma peşinde koşuyor ve Türkiye’nin İdlib duruşunun ABD’nin de işine geliyor gözükmesi, Türkiye’nin bu duruşun biraz da ABD ile ilgili olabileceğini çağrıştırıyor. Fırat’ın doğusunda açıkça ve resmen Suriye Kürtlerinin hamisi gözüken, öyle ki Suriye Kürtlerinin bölgedeki yerel ortakları ve kara unsurları olduğunu deklere etmiş bir ABD’nin, Fırat’ın batısında kalan İdlib’e sırtını dönmüş olabileceği düşünülebilir mi? Fırat’ın doğusunda olduğu gibi, Fırat’ın batısında da ABD bir şekilde vardır. Türkiye ile Rusya arasındaki mevcut İdlib anlaşmazlığına biraz da bu gözle bakılmalıdır. Önce ABD’nin İdlib’deki proxy varlığını Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığı açısından, sonra da Rusya’nın Suriye’deki (Doğu Akdeniz’deki) askeri varlığını da enerji, Karadeniz ve Kafkasya açılarından görmek icap eder. Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığının “bir şekilde” ABD baskısı altında olması, Moskova’nın enerji, Karadeniz ve Kafkasya konularındaki hareket serbestisini kısıtlayacak, en azından Rusya açısından ilgi ve güç bölünmesine yol açacaktır.
e. Peki Kafkasya bağlamında, Ürdün-Suriye ve Suudi Arabistan-Suriye ilişkilerinde son dönemde görülen canlanma işaretlerine bir anlam yüklemesi yapılabilir mi? Bu mümkün. Geçtiğimiz Eylül ayında Suriye Savunma Bakanı Ürdün’ü ziyaret etmiş, Ürdün Genelkurmay Başkanı ile bir araya gelmiş, taraflar sınır güvenliğini ve askeri ortaklığı konuşmuştu. Suudi Arabistan’ın ise, Suriye ile istihbarat paylaşımında bulunduğu, son aylarda medyada sıkça geçen, dikkat çekici bir gelişme. Ayrıca Suudi Arabistan’dan Suriye’ye geçtiğimiz Haziran ayında bakan seviyesinde ziyaret yapıldığı ve Suudi Arabistan’ın Şam’daki Büyükelçiliğini açmak için geçtiğimiz Ekim ayında tadilata başladığı da biliniyor. Suudi Arabistan da, Ürdün de, ABD ile yakın olan ülkeler. Riyad’ın ve Amman’ın Şam’a yönelik bu yaklaşımları, bir yönüyle Rusya’nın (ve İran’ın) Şam Yönetimi üzerindeki nüfuzunu azaltma amaçlı olarak görülürse, bir diğer yönüyle de Suriye’de tansiyonu düşürme-sükûneti sağlama amaçlı olarak görülebilir. Bunun, özellikle ABD açısından, Kafkasya’ya daha çok odaklanma ve bu odaklanma bağlamında bir şekilde Washington’un dolaylı kontrolünde olarak Suriye’de bulunan “militan İslami aşırıcılar”ın bir kısmını Kuzey Kafkasya’ya aktarma imkânı vereceği açıktır. Bu noktada ve ayrıca, akla Kafkasya’dan (Rusya’dan) başlayıp İran, Irak ve Suriye üzerinden Doğu Akdeniz’e erişen bir “ŞİÖ hattı” geliyor ki; böyle bir hat, politik, ekonomik ve güvenlik açılarından Batı için giderek ciddiyet arz edecek bir sorun olarak gözükmektedir. Buradan (söz konusu “ŞİÖ hattı”ndan) hareket edildiğinde, hem son dönemde Şam’a mesafeli ve ABD’ye yakın Arap ülkelerinin Şam ile yakınlaşma işaretleri vermesi, hem de Kafkasya’da baş gösterecek Rusya’yı (ve İran’ı) hedef alacak muhtemel bir sıcak çatışma, böyle bir hattın önüne geçilmesi açısından da anlamlı olacaktır.
f. Bilindiği üzere, Rusya ve Çin, ABD karşısında birliktelik sergiliyor. İran da ABD’nin karşısında… Ve İran, artık Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) üyesi… Bilineceği üzere, ŞİÖ, ABD’nin “tek kutup” olarak görüldüğü, buna tepki olarak ortaya çıkmış, münhasıran güvenlik tehditleri ile mücadele için kurulmuş bir örgüt… Ve bugün ABD’nin karşısına almış olduğu Çin, Rusya ve İran ŞİÖ üyesi üç ülke… İran’ın Kafkasya’ya güneyden komşu olduğu ve Hazar Denizi’nin bütün güney ve güneybatı kıyılarına sahip bulunduğu, Rusya’nın ise Kafkasya’ya kuzeyden komşu olduğu ve Kuzey Kafkasya ile Hazar Denizi’nin bütün kuzey ve kuzeybatı kıyılarına sahip bulunduğu, İran’ın geçtiğimiz Eylül ayında ŞİÖ’ne “tam üye” olmasından sonra ortaya çıkmış, ŞİÖ bağlamında, artık Kafkasya’da böyle bir tablo var. Bu şu anlama gelmiyor mu? Artık Kafkasya’ya bakarken, sadece Rusya’yı ve Rusya’nın ABD ile karşı karşıya olduğunu değil, İran’ı ve İran’ın da ABD ile karşı karşıya olduğunu, son tahlilde ŞİÖ’nü de görmek gerekir. Tam üyelik başvurusunu 2008 yılında yapmış İran’ın, aradan 13 yıl geçtikten sonra, şimdi (Eylül 2021’de) ŞİÖ’ne tam üye kabul edilmesi düşündürücü değil mi, niye şimdi diye sorgulanmaz mı? İran’ın ŞİÖ’ne tam üye olmasını, mevcut konjonktür ile açıklamak uygun bir yaklaşım olmaz mı? ABD’nin Kafkasya’ya yönelik hesaplar içinde olabileceği ve İran’ın ŞİÖ’ne kabulünün bu hesapları bozmaya yönelik bir tasarruf olabileceği akla gelmez mi? Bu noktada, özellikle son Dağlık Karabağ Savaşında ve sonrasında ortaya çıkan İran ile ilgili gelişmeleri bir hatırlamakta yarar var. İran, dün olduğu gibi, bugün de Son Dağlık Karabağ Savaşında Azerbaycan karşısında Ermenistan’a müzahir bir politika izlemiştir. Bunda, Azerbaycan Türklerinin “Vahit Azerbaycan” söyleminin payı büyüktür. Çünkü “Vahit Azerbaycan” söylemi, Azerbaycan Türklerinin, bağımsız Azerbaycan’da yaşayan Türklerden ibaret olmadığını, Azerbaycan Türklerinin ve onların ata topraklarının çok daha büyük bir kısmının İran sınırları içinde kaldığını söyler. Bu söyleme göre, bağımsız Azerbaycan “Kuzey Azerbaycan”dır ve İran sınırları içinde kalan çok daha büyük nüfus ve ülke ise “Güney Azerbaycan”dır. “Güney Azerbaycan”, İran’ın bağımsız Azerbaycan’a komşu/bitişik bölgesidir. İran’ın 86 milyon civarındaki nüfusunun % 40’ından fazlasının Türk olduğu, Türklerin yoğun olarak İran’ın kuzeybatısında (“Güney Azerbaycan”da) yaşadığı, İran’ın bu bölgesinde Doğu Azerbaycan ve Batı Azerbaycan adı ile iki eyaletin bulunmasının da bundan kaynaklandığı bilinen bir husustur. Böyle bir tabloda, son Dağlık Karabağ Savaşında elde edilen zafer, Azerbaycan’da milliyetçiliği tahrik ettiği kadar, İran’ın bundan endişeye kapılmasına da yol açmıştır. Bu noktada, oldukça anlamlı iki habere işaret etmek isterim. Birincisi, geçtiğimiz Ekim ayı başında, Azerbaycan/Bakü’de faaliyet gösteren Ali Hamaney’in temsilcisi Ali Ekber Ocaknejat’ın faaliyet gösterdiği ofis ile Hüseyniye Camisinin “salgın” nedeniyle kapatılması[vi]. İkincisi de, Türklerin yoğun olarak yaşadığı İran’ın Doğu Azerbaycan Eyaletinde, yeni atanan Tebriz Valisine, iddiaya göre katıldığı toplantıda “Türkçe konuşmadığı” gerekçesiyle tokat atılması[vii]. Haberde geçen olaylar, Dağlık Karabağ Savaşı sonrasında yaşanıyor. Kafkasya’nın bu bölümünde nasıl bir ortam ortaya çıkmış, az-çok görülebiliyor. Bu belirtilenler ışığında, Kafkasya’da yaşanan Dağlık Karabağ Savaşının, Azerbaycan’ı İran ile karşı karşıya getirme potansiyelini yansıttığı açık değil mi? Peki, Azerbaycan’ın İran ile karşı karşıya gelmesi, ABD’den, İsrail’den ve ABD’ye yanaşmak (yakın olmak) için “çırpınan” Türkiye’deki AKP iktidarından ayrı düşünülebilir mi?
g. Bir de, Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan arasındaki ilişkilerde son dönemde dikkati çeken, savunma ve güvenlik ağırlıklı bir hareketlilik var. Üç ülkenin Savunma Bakanları son dönemde düzenli toplantılar yapmaya başlamış gözüküyor[viii] Üç ülkenin ortak askeri tatbikatları var[ix]. Türkiye ile Azerbaycan’ın karşılıklı ortak tatbikatları ise, son dönemde sayı olarak çok daha artmış gözükmektedir. Bunlardan en ilginç ve anlamlı bulunanı, Dağlık Karabağ Savaşının birinci yıldönümü kutlamaları sırasında patlak verdiği görülen Bakü-Tahran gerginliği devam ederken, Türkiye ile Azerbaycan’ın geçtiğimiz Ekim ayı başlarında Nahcivan’da icra ettikleri “Sarsılmaz Kardeşlik 2021 Tatbikatı”dır[x]. ABD’ye yakın olmak için adeta “çırpınan” AKP iktidarının Güney Kafkasya’da Azerbaycan ve Gürcistan ile savunma ve güvenlik alanında son dönemde artan ilişkileri, sanırım, ABD’den bağımsız düşünülemeyecektir. ABD Savunma Bakanı’nın geçtiğimiz Ekim ayı ortalarında Gürcistan’ı (ve sonrasında Ukrayna’yı) ziyaret etmiş ve bu ziyarete ilişkin açıklamada ABD’nin Rusya karşısında Gürcistan’ın yanında olduğuna yer verilmiş olması[xi] bu düşünceyi beslemektedir. Keza Kafkasya’da bunlar olurken İran’ın göreve yeni gelmiş Dışişleri Bakanının, yine geçtiğim Ekim ayı ortalarında Moskova’da Rusya Dışişleri Bakanı ile bir araya gelmesi[xii] de, aynı minvalde dikkat çekici olmuştur.
Gelişmeler, Güney Kafkasya’daki üç ülkenin (Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan) de, bir şekilde ABD’ye müzahir bir pozisyonda olduklarına işaret ediyor. Kafkasya’ya komşu Türkiye’deki AKP iktidarının da ABD’ye yakın olabilmek için her şeyi yapmaya hazır bir görüntü verdiği, olaylardan çıkarılabiliyor, algılanabiliyor.
Gelişmelerden, ABD’nin Kafkasya’yı karıştırmaya, Kafkasya’da tansiyonu yükseltmeye yönelik bir çaba içinde olduğu, örümcek ağı misali adım adım bu doğrultuda ilerlediği çıkarılabiliyor.
Hiç şüphesiz, Kafkasya, sadece burada değinilenlerden ibaret bir coğrafya değil; hemen her açıdan kendine özgü “derinliği” ve “ilişkileri” olan bir coğrafya.
Kafkasya’yı ne beklediğini, bekleyip hep birlikte göreceğiz.
Son bir husus, Asya’nın doğusunda Tayvan ile bağlantılı artan gerginliğin, Kafkasya’ya dair bu çalışmaya hâkim değerlendirmeyi boşa çıkardığını değil, beslediğini düşünüyorum.
9 Kasım 2021, Ankara
[i] AUKUS, Avustralya, İngiltere ve ABD’nin Hint-Pasifik bölgesinde savunma ve güvenlik alanında işbriliği yapmasını öngören, bu üç ülkenin İngilizce adlarının ilk harflerini içeren ve 15 Eylül 2021 tarihinde kamuoyuna açıklanan, bölgesel bir savunma yapılanmasıdır.
[ii] “ABD’nin dostları için Karadeniz’e ihtiyacı var”, Türkgün, 26.10.2021, s.10
[iii] https://css.ethz.ch/content/dam/ethz/special-interest/gess/cis/center-for-securities-studies/pdfs/CSSAnalyse293-EN.pdf, 6.11.2021
[iv] https://www.trthaber.com/haber/dunya/aliyevden-ermenistana-baris-imzalamaya-haziriz-622921.html, 7.11.2021
[v] https://www.amerikaninsesi.com/a/gurcistana-donen-saakasvili-gozaltinda/6253699.html, 7.11.2021
[vi] Türkgün Gazetesi, 6.10. 2021, s. 11
[vii] https://www.yenicaggazetesi.com.tr/iranda-kursude-konusan-tebriz-valisi-zeynelabidin-hurreme-bir-asker-tokat-atti-sebebi-turkce-konusmamasi-mi–482399h.htm, 7.11.2021
[viii] https://www.trtavaz.com.tr/haber/tur/avrasyadan/gurcistan-turkiye-azerbaycan-savunma-bakanlari-toplantisi-yapildi/615c493601a30a4184768f54, 8.11.2021
[ix] Bu tatbikatlardan biri, 5-8 Ekim 2021 tarihlerinde icra edilen “Sonsuzluk 2021 Tatbikatı”dır. Cumhuriyet, 6.10.2021
[x] Sözcü, 6.10.2021 ve https://www.trthaber.com/haber/gundem/sarsilmaz-kardeslik-2021-tatbikati-devam-ediyor-614640.html, 8.11.2021
[xi] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abd-savunma-bakani-austin-rusyanin-gurcistan-topraklarini-isgalini-kinadi/2395799, 8.11.2021
[xii] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/rusya-disisleri-bakani-lavrov-iranli-mevkidasi-abdullahiyan-ile-telefonda-gorustu/2392583, 8.11.2021