Prof. Dr. Osman Metin Öztürk, ASCMER Başkanı
İç politika ile dış politika arasındaki karşılıklı bağımlı ilişkiyi bilmeyen yoktur. Bu karşılıklı bağımlılık, son 30 yılda (Sovyetlerin dağılmasından sonra) dış politikanın iç politika üzerindeki ağırlığının arttığı bir şekle dönüşmüştür. İç politikalar, artık daha çok dış politikalar üzerinden yürütülür olmuştur. Öyle ki, bir taraftan Rusya’nın, Çin’in, hatta İran’ın bile, ABD’de yapılan son Başkanlık seçimine nüfuz etmeye (seçimi etkilemeye) çalıştığı ileri sürülüyor. Diğer taraftan Başkan Trump’ın seçim kampanyası sırasındaki bazı dış politika tasarrufları, Başkanlık seçimini lehine etkileme amaçlı olarak görülebiliyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)/Sayın Erdoğan iktidarının, 2002’de nasıl iktidara geldiğini de biliyoruz, herkes hatırlıyordur.
Dünyada ve Türkiye’de durum böyle olunca, Türkiye’de iç politikaya ilişkin gelişmeleri, dış politikadan (uluslararası ilişkilerden) bağımsız olarak düşünmek ve değerlendirmek yanlış olacaktır. Çünkü bu, sağlıklı, isabetli sonuçlara ulaşılmasına, yani ileriyi isabetle öngörmeye manidir.
İşbu yazı, belirtilen çerçevede, İyi Parti (İP)’de, İstanbul Milletvekili Sayın Ümit Özdağ’ın İP’in İstanbul İl Başkanı Sayın Buğra Kavuncu ile ilgili açıklamaları/iddiaları ve bu açıklamaların/iddiaların kendisinin Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)’nin liderliğine “oynaması” olarak gören haber/yorumlar[1] üzerine ortaya çıkmış, bunların çağrışımlarının ürünü olan bir yazıdır.
Şöyle başlayayım…
Bu ülkede, “15 Temmuz Olayı” ya da “FETÖ’nün darbe girişimi” oldu mu, oldu. Bu olay/girişim, ABD ile ilişkilendirildi mi, en azından ilişkilendirilme yönünde iddialar gündeme geldi mi, geldi. AKP/Sayın Erdoğan iktidarı, bu olay/girişim ile bağlantılı olan kişilerin/kurumların içeride ve dışarıda üzerine gitti, gitmeye devam ediyor mu, gitti, gitmeye devam ediyor. Peki, bu tabloya rağmen, dış politikaya dair gelişmelerden, ABD’nin hala AKP/Sayın Erdoğan iktidarının gönlündeki yerini koruduğu çıkarılabiliyor mu, çıkarılabiliyor, en azından ben çıkarıyorum.
AKP/Sayın Erdoğan iktidarı, iktidarı kaybetme sürecine girmiştir. İktidarını korumasını ve sürdürmesini ABD’ye bağlamış gözükmektedir. Bunun için de, Türkiye’yi açıkça hedef alan ya da görmezden gelen onca adımına rağmen, hem içeride ciddi bir siyasal muhalefet ile karşılaşmadan ABD ile ilişkilerini sürdürme, hem ABD ile ilişkilerde “FETÖ”yü anlamlı bir unsur olmaktan çıkarma, hem de içeride iktidarını sürdürmesine aracılık edecek daha “geniş katılımlı Cumhur İttifakı” ortaya çıkarma peşindedir.
Dış ve iç politikaya ilişkin gelişmeler, birlikte, bunları içeren “muhtemel” böyle bir senaryoyu çağrıştırıyor.
Hiç şüphesiz, muhtemel böyle bir senaryonun başka boyutları da olacaktır. Uluslararası ilişkiler çıkar temelli işlediği için ABD’nin böyle bir senaryoda kazancı ne olacak sorusu akla geliyor. ABD, hala Türkiye ile yakın çalışmaya niye devam etsin? Bu sorunun cevabı şu hususlardadır: Türkiye, enerji politik, jeopolitik ve İslam jeopolitiği bağlamında Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Ege, Karadeniz, Kuzey Afrika, Kafkasya ve Orta Asya nezdinde, ABD’ye cazip gelecek bir konuma ve bazı avantajlara sahiptir. ABD, hem artık Dünyanın en büyük enerji üreticisidir/satıcısıdır, hem de Rusya ve Çin ile karşı karşıyadır. Dolayısıyla anılan coğrafyalar nezdinde Türkiye’nin sahip olduğu avantajlardan enerji bağlamında ve Rusya ile Çin karşısında istifade etmek, ABD’ye çok çekici gelebilecektir.
Bu noktada, Suriye’de, Libya’da, Doğu Akdeniz’de, Ege’de, küçük gözüken ama, ABD’nin Türkiye’nin sahip olduğu avantajlardan istifade etmek isteyebileceği bağlamında anlamlı bulunduğum gelişmelere de işaret etmek isterim. Türkiye’nin, Suriye’de ABD’ye gözünü kapamış olduğu, Libya’da ABD ile aynı paralelde bir politika izlediği, hem Suriye’de hem de Libya’da Rusya ile sıkça karşı karşıya geldiği görülebilmektedir. ABD’nin Doğu Akdeniz’de ve Ege’de Yunanistan’a müzahir bir görüntü içinde olması, Türkiye’yi karşısına aldığının bir başka işareti olarak görülebileceği gibi, Yunanistan’ı kullanarak Türkiye’yi tam nüfuzu altına alıp anılan coğrafyalarda istediği gibi kullanma düşüncesinin bir parçası olarak da görülebileceği çok açıktır.
Ayrıca şunları da görmek gerekir: Rusya, yeniden, Belarus ve Ukrayna üzerinden “renkli devrimler” tehdidi altındadır. Bu tehdide, önceki Cumhurbaşkanları Saakaşvili’den gelen açıklamaların etkisinde Gürcistan da dâhil edilebilir diye düşünüyorum. Kafkasya’da cereyan eden Azeri-Ermeni çatışmasında da Rusya’ya yönelik potansiyel tehdidi gördüğümü ifade etmeliyim. Çünkü Rusya, Kafkasya’da “militan İslami aşırıcılıktan” çok çekmiş bir ülkedir. Bir taraftan Suriye’de ve Libya’da Türkiye ile ilişkilendirilen “aşırıcı militanların” Azeri-Ermeni çatışmasına sevk edildiği haberleri, diğer taraftan son dönemde Rusya’dan gelen Türkiye ile ilgili açıklamaların olumsuz içeriği, Rusya’nın; hem bu potansiyel tehdidin farkında olduğunun, hem de arkasında ABD’nin olabileceğini düşündüğünün işareti gibi algılanmaktadır. Bu arada, Suriye’de, Sünni Müslüman olan Uygur Türklerinin yer aldığı bir taburun Esad’a karşı savaşmasını ve Çin’i karşısına almış ABD’nin Sincan Uygur Özerk Bölgesindeki Sünni Müslüman Uygur Türklerinin hamiliğine soyunmuş gözükmesini de, yine bu bağlamda anlamlı buluyorum.
ABD, bir taraftan Rusya’ya karşı hem “renkli devrimleri” hem de militan İslami aşırıcılığı, diğer tarafta da Çin’e karşı Sünni Müslüman Uygur Türklerini kullanma peşinde gözükmektedir. Bu noktada, AKP/Sayın Erdoğan iktidarının, hem Ukrayna ve Belarus ile olan yakın ilişkilerini, hem de dışarıda Sünni siyasal İslam’ın hamiliğine soyunmuş görüntüsünü hatırlamak uygun olacaktır.
AKP/Sayın Erdoğan iktidarı, hem içeride oldukça zor ve sıkıntılı bir durumdadır, hem de dış politikada ağır baskı altındadır. Ve gelişmelerden, her ikisinin de arkasında ABD’nin olduğu çıkarılabilmektedir. Daha önce de değinildiği üzere, ABD’nin bu baskısı, Türkiye’yi önünde bir engel olmaktan temelli çıkarma amaçlı olarak görülebileceği gibi, Türkiye’yi tam/kesin kontrol altına alıp geniş bir coğrafyada kullanma amaçlı olarak da görülebilir.
Öyle anlıyorum ki; AKP/Sayın Erdoğan iktidarı da, ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) de, ABD’nin desteğine ihtiyaç duyuyor, ABD ile yakın çalışmak istiyor. AKP/Sayın Erdoğan iktidarı ABD’nin desteğini arkasına alarak iktidarını sürdürme, CHP de ABD’nin desteğini kazanarak iktidara gelme peşindedir.
Böyle bakınca, ABD bağlamında, AKP/Sayın Erdoğan iktidarı ile ana muhalefet partisi CHP arasında fark yok gözükmektedir.
AKP/Sayın Erdoğan iktidarı, kimin Başkan seçildiğinden etkilenmemek ve ABD ile çalışmaya devam edebilmek için, içeride siyasal gücünü artırma ve temsil ettiği kitleyi büyütme peşindedir. Cumhur İttifakı, bunun bir tezahürüdür. AKP/Sayın Erdoğan iktidarı, bu suretle, Trump ile de, Biden ile de çalışma yollarını açık tutacağı değerlendirmesine ulaşmış gözükmektedir. Gelişmelerden bunu çıkarıyorum. Ancak AKP/Sayın Erdoğan iktidarı için, artık içeride de dışarıda da ciddi bir güvensizlik sorunu vardır ve bu sorun, ABD’de kim Başkan seçilirse seçilsin, Türk-Amerikan ilişkileri için iyi şeylere işaret etmemektedir.
CHP ise, hem ABD’ye AKP/Sayın Erdoğan iktidarı ile aynı sinyalleri verdiği, hem de içeride kapılarını her kesime/görüşe açmış ve Millet İttifakı üzerinden temsil tabanını genişletmiş gözüktüğü için, ABD’nin Türkiye ile çalışmada tercih edebileceği bir aktör olarak gözüküyor. AKP/Sayın Erdoğan iktidarına duyulan güvensizliğin yanında, CHP’nin en azından şimdilik böyle bir durumunun olmaması da, belki ABD için bir tercih unsuru olabilir.
Ancak AKP/Sayın Erdoğan iktidarı da, muhtemel bir CHP iktidarı da, bu iki parti merkezli siyasal ittifaklar da, aynı toplumun iktidarıdır. Toplum, aynı, değişmiyor ama, bu toplum AKP/Sayın Erdoğan iktidarında çok değişmiş; Batıdan uzaklaşmış, iktidarın ayrıştırıp çatıştırma siyaseti üzerinden parçalanmış, ABD’nin Türkiye’yi hedef alan yaklaşımın farkında olarak ABD’ye oldukça tepkili bir toplum haline gelmiştir. Bu saatten sonra, ABD’nin, Türkiye’de hangi parti/ittifak iktidarda olursa olsun Türkiye ile çalışmasındaki güçlük, bana göre, çok belirgindir.
Fakat bu güçlüğe ve Türk-Amerikan ilişkilerinin görünen tablosuna rağmen, ABD’nin Türkiye ile yakın çalışması ihtimal dışı olmamak bir yana, pekâlâ mümkündür. Çünkü biz biliyoruz ki; ABD, demokrasinin ve özgürlüğün bayraktarlığını yapmasına rağmen, eğer “ABD’nin çıkarları” söz konusu ise, demokratik olmayan, özgürlükleri görmezden gelen, kendi halkına sırtını dönmüş ülke yönetimleri ile yakın çalışan bir ülkedir. Bunun en somut ve yakın örnekleri, bitişiğimizdeki Ortadoğu’da krallar, şeyhler, emirler ve totaliter yönetimler ile olan yakın ilişkileridir. Yani onca şeye rağmen, ABD ve Türkiye birlikte çalışmaya devam edebilir. ABD, hem Türkiye’yi karşısına almaya devam eder, hem de Türkiye ile belli coğrafyalarda yakın çalışabilir. Eğer “ABD’nin çıkarları” söz konusu ise, ne Türkiye’de yükselmiş ABD karşıtlığı, ne de AKP/Sayın Erdoğan iktidarının totalitarizme kaymış görüntüsü (ya da bu yoldaki iddialar) görülür. AKP/Sayın Erdoğan iktidarı da, Ortadoğu’da çoğu Arap ülkesinde olduğu gibi, “sırtını ABD’ye dayamış” olarak varlığını (iktidarını) korur, sürdürür.
ABD için önemli olan, arkasında duracağı iktidarın, anılan coğrafyalarda ABD’nin yanında yürüyebilecek ve avantajlarını ABD’ye kullandırtabilecek siyasal güce sahip olup olmamasıdır. Yani ABD, verdiği desteğin karşılığını almak ister, bunun için de destek vereceği iktidarın ülkedeki gücüne bakar. İşte bu nokta, Türkiye’deki Cumhur İttifakı ile Millet İttifakının, dolayısıyla İP’teki gelişmelerin, hatırlanması gereken noktadır.
Yukarında daha önce ifade edildiği üzere, AKP/Sayın Erdoğan iktidarı, iktidarı kaybedecek gözükmektedir. Bunu kendisi de görmekte ve iktidarını sürdürmek için ısrarla ABD’nin desteğini arkasına alma peşindedir. Bunu yapabilmesi, bir yönüyle kontrolündeki Cumhur İttifakını güçlendirmesine ve bu ittifakın seçmen tabanını genişletmesine, diğer yönüyle de “siyasal rakibi” Millet İttifakını zayıflatmasına, yani muhtemel Millet İttifakı iktidarının ABD’nin yanında yürüme potansiyelini eritmesine bağlıdır. ABD’nin böyle bir durumda AKP/Sayın Erdoğan iktidarına destek verme ihtimali yüksek olacaktır.
Bu noktada göz önünde bulundurulması gereken bir husus da, İP’in Cumhur İttifakına dâhil olmasının, bu ittifakın mevcut ortağı MHP’yi nasıl etkileyeceğidir. Sayın Devlet Bahçeli’nin dikkat çekici “niye, nasıl olur, olamaz” dedirten bazı siyasal kararlarına rağmen, kuvvetle muhtemel bunun, MHP’de bir rahatsızlığa yol açacağını; hatta bu rahatsızlığın, MHP’nin Cumhur İttifakından kopması şeklinde olabileceğini ileri sürmek mümkündür. Kopma, AKP/Sayın Erdoğan iktidarının istemeyebileceği bir durumdur. Nedeni, AKP/Sayın Erdoğan iktidarının siyasal tabanında ortaya çıkacak daralma, buna bağlı siyasal güç kaybı, dolayısıyla ABD nezdindeki çekiciliğinin zayıflamasıdır. Onun içindir ki, AKP/Sayın Erdoğan iktidarının, ne yapıp edip MHP’yi Cumhur İttifakında tutmaya ihtiyacı vardır. Bu noktada kritik soru şu: eğer MHP’nin “mevcut yönetimi” artık Cumhur İttifakında yer almak istemez ise, AKP/Sayın Erdoğan iktidarı MHP’yi ittifakta tutmak için MHP’ye yönelik bir senaryoyu devreye sokup MHP’de kendisi ile birlikte çalışabilecek “yeni bir yönetimin” iş başına gelmesine yönelebilir mi, yönelemez mi?
Konuya ilişkin olarak hatırlanması gereken bir başka husus da, Halkların Demokratik Partisi (HDP)’dir. Hem Cumhur İttifakı için, hem de Millet İttifakı için, Halkların Demokratik Partisi (HDP)’ni hatırlamak icap eder. Her iki ittifak da HDP’ye mesafeli gözüküyor ama, birlikte çalışmak istedikleri ABD’nin HDP ile doğrudan/dolaylı yakın ilişki içinde olduğu bilinen bir husustur. Yani ABD ile çalışmaya istekli, AKP/Sayın Erdoğan iktidarının (Cumhur İttifakının) da, ana muhalefet partisi CHP’nin (Millet İttifakının) de, müstakbel ortağı HDP olacaktır. Adı geçmese de, ABD üzerinden, bu ortaklık kaçınılmaz görülmektedir. Eğer ABD, siyasal tabanı geniş, siyasal açıdan güçlü bir iktidar ile çalışma için desteğini verecekse, HDP’yi dışarıda düşünmek gerçekçi bir bakış açısı olmayacaktır.
Bütün bunlar, İP’teki son gelişmelerin bende yol açtığı dış politikaya ilişkin çağrışımlardır.
Ayrıca gördük ki, görüyoruz ki, siyasette “olmaz, olamaz” diye bir şey yok. Bu iç politikada da böyle, dış politikada da… “Nasıl olur, olamaz” denilen o kadar çok konu, o kadar çok gelişme var ki… MHP ile AKP/Sayın Erdoğan iktidarının Cumhur İttifakı üzerinden bir araya gelmesi bile, bunun çok somut bir örneğidir. Hala “nasıl olur, olamaz” diyoruz ama, olmuş, var ve ortada, görüyoruz. Eğer siyaset kurumunun temel işlevinin çözümler üretmek olduğu hatırlanırsa, “olmazların, olamazların” olabilmesi çok da şaşırtıcı bulunmayacak, bunlara fazla takılınmayacaktır.
Son bir husus, bu çalışma, kişileri hedef alan, münhasıran onları bu çalışmadaki çağrışımlar ile ilişkilendirmeyi öngören bir çalışma değildir.
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 04 Kasım 2020.
[1] Örneğin, gazeteci Sayın Orhan Bursalı’nın köşe yazısının başlığı “Ümit Özdağ, MHP liderliğine oynuyor…” şeklinde, (Cumhuriyet, 22.10.20, s. 6)