G-20 HANGZHOU ZİRVESİ VE SURİYE KRİZİ

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk

4-5 Eylül 2016 tarihlerinde, Çin’in Hangzhou kentinde yapılacak G-20 Zirvesinin gündemi ve Suriye krizinin gündeme dâhil olup olmadığı, hâlihazırda Türkiye’de sıkça gündeme gelen bir konudur.

Yangtze Nehri’nin Doğu Çin Denizi ile buluştuğu yerde, kıyıdan oldukça içeride ve aynı adı taşıyan körfezin batısındaki Hangzhou kenti, doğal güzellikleri belirgin, tarihi ve turistik bir yerleşim yerdir. Hangzhou’nun zirve için seçilmiş olması, tıpkı bir önceki G-20 Zirvesine Türkiye/Antalya’nın ev sahipliği yapmasında olduğu gibi, katılımcıları etkilemek ve ülkenin turizm potansiyelini göstermek amaçlı olduğu açıktır.

Çin’in ilk defa ev sahipliği yaptığı bu G-20 Zirvesinin gündemi, daha önce bakanlıklar seviyesinde yapılmış toplantılar üzerinden aşağı-yukarı belli olmuştur. Gündemin merkezinde, küresel ekonomi ve uluslararası finans piyasası vardır. Diğer gündem maddeleri, genelde bu iki konu ile bağlantılı (sebep ya da sonuçlar ile ilgili) diğer hususlardır. Asıl konular; küresel ekonominin sürdürülebilir ve güvenilir olması, dengeli büyümesi; uluslararası finans piyasasının sorunları, karşı karşıya bulunduğu riskler ve istikrarının sağlanmasıdır. Bu iki konu ile bağlantılı olarak, Brexit’in (İngiltere’nin AB’den ayrılma kararının) etkileri, vergi kaçakçılığının önlenmesi, mülteci ve yasadışı göç ile mücadele, yoksulluğun ve yolsuzluğun önlenmesi, insan hakları ihlalleri, küresel güvenlik ve refahın artırılması, buna yönelik meşru bir güç ve adalet mekanizmasına olan ihtiyaç gibi hususların gündeme geleceği anlaşılmaktadır. Doğaldır ki, Zirve gündemi, katılımcı devlet ve hükümet başkanları ile yüksek temsilcilerin, ikili-çoklu olarak başka konuları ele almalarına bir engel teşkil etmemektedir. İlgili tarafların diplomatik temsilcilerinin istekli olmalarına ve çalışmalarına, güçlerine, imkân ve yeteneklerine, bağlı, ikili-çoklu zeminlerde başka konuların da ele alınması pekâlâ mümkün olabilecektir.

Ankara açısından bakıldığında en kritik konu, bugün itibarıyla, Suriye krizi ve bu kriz bağlamında Fırat Kalkanı Operasyonu ile krizin başladığı tarihten bu yana Türkiye’nin kara unsurları ile açıkça ve resmen Suriye’nin ülkesine ilk defa girmiş olması, 24 Ağustos 2016 tarihinde başlayan bu operasyonun hâlihazırda devam etmesidir. Ankara, Suriye krizinin aradan geçen süre içerisinde ne kadar ciddi bir krize dönüştüğünü, bu dönüşümün giderek Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğünü tehdit eden çok ciddi bir mahiyet arz etmeye başladığını ve Fırat Kalkanı Operasyonunun da bu tehdit bağlamında Türkiye’nin kendisini savunma ihtiyacından doğduğunu anlatma ihtiyacı duymaktadır ve Çin’deki G-20 Zirvesini bu ihtiyacını anlatmada bir fırsat olarak görmektedir. Suriye krizinin bölgedeki Kürt hareketi üzerinden Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğünü ciddi şekilde tehdit eden bir mecraya kaymasının ve başlattığı Fırat Kalkanı Operasyonunun Türkiye üzerinden yavaş artan bir baskıya yol açmasının, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinin zayıfladığı ve dış politikasında yalnızlığı yaşadığı bir döneme denk gelmesi, Ankara’yı, söz konusu ihtiyacını anlatmaya ve bu fırsatı değerlendirmeye zorlamaktadır.

Zirveye ev sahipliği yapan Çin’in, hem Zirveye ev sahipliği yapmanın verdiği sorumluluğun (yüklediği nezaketin), hem de genelde yansıttığı dış politika anlayış ve uygulamasının etkisinde, Ankara’nın söz konusu ihtiyacına belirgin bir ilgi göstermesini ve Zirveyi fırsat olarak değerlendirmesine müzahir olmasını beklememek gerekir. Zirvede spotların üzerinde olacağı diğer iki aktörün (ABD Başkanı Obama ile Rusya Devlet Başkanı Putin’in) de, Ankara’nın işini kolaylaştırıcı bir yaklaşım içinde olmayacakları az çok şimdiden bellidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, G-20 Zirvesine katılmak üzere Ankara’dan ayrılmadan önce basına yaptığı Fırat Kalkanı Operasyonuna (ve dolayısıyla Suriye krizine) ilişkin açıklamada, ABD’den gelen YPG’nin Fırat Nehrinin doğusuna geçtiği yolundaki açıklamalar için inanmayız” demiş; ancak bununla kalmayarak “onlar Fırat’ın doğusuna geçtiler diyor, biz hayır geçmedi diyoruz” ifadesini kullanmıştır. Bir adım daha ileriye giderek, bir taraftan “…Fırat’ın doğusuna geçtiklerinin ispatı bizim tespitimize bağlıdır.” ifadesini kullanmış, diğer taraftan da IŞİD’ın çekildiği yerlere PYD unsurlarının yerleştirildiğini ileri sürmüş ve kimse Türkiye’yi aldatmaya kalkmasın uyarısında bulunmuştur.[i] Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı bu açıklama, diplomasinin incelikleri hatırlandığında -bana göre- çok ağırdır ve taraflar arasındaki güven bunalımının çok ciddi olduğuna işaret eder. Eğer ikili görüşmeye kadar aksi yönde seyre yol açacak bir gelişme olmaz ise, Erdoğan’ın Obama ile Hangzhou’da yapacağı ileri sürülen görüşmenin sembolik olmaktan öte bir anlam taşımayacağı kuvvetli bir ihtimal olacaktır.

“Dost”, “müttefik” ve “stratejik ortak” ABD orada olmasına rağmen Türkiye’nin 24 Ağustos 2016 tarihine kadar açıkça ve resmen karadan Suriye’nin ülkesine “girmemiş” ya da “girememiş” olmasını, herhalde Ankara ile Washington’un Suriye krizine ilişkin bakışlarının örtüşmediğinin çok somut bir işareti olarak kabul etmek gerekir. Bu işareti besleyen çok somut bir başka işaret de, PYD’yi/YPG’yi PKK terör örgütünün bir uzantısı (dolayısıyla terör örgütü) kabul eden Ankara karşısında Washington’un böyle bir tanımlama içinde olmaması, bununla kalmayıp tam aksi yönde YPG’nin ABD’nin bölgedeki kara unsuru olduğu yolunda ABD’li yetkililerden gelen açıklamalardır. Hâlihazırda ise, ABD’nin Fırat Nehrinin doğusuna çekildiği dediği YPG unsurlarının Menbiç’ten çekilmediği; hatta ABD’nin (ve İngiltere’nin) sahadaki unsurlarının, Menbiç’teki YPG unsurları ile Fırat Kalkanı Operasyonu bağlamında sahaya inmiş ve yüzlerini Menbiç’e çevirmiş Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları arasına “tampon” olarak konuşlandırılmış oldukları yönünde haber ile karşılaşılmaktadır. Bu belirtilenlere bir de Suriye krizinin yönetimi konusunda ABD’den farklı “sesler” geldiği, krizin yönetiminde birlik olmadığı eklenir ve bunların hepsi birlikte mütalaa edilir ise; Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğünü idame konusunda artan endişesinin münhasıran ABD ile ilgili olduğu gibi bir sonuca ulaşmak da mümkündür. Bu görüşe iştirak edildiğinde, Türkiye’nin yukarıda değinilen artan ihtiyacını (endişesini) anlatma ve fırsatı değerlendirme bağlamında, Erdoğan-Obama ikili görüşmesinden Türkiye lehine olumlu bir sonuç çıkabileceğini düşünmek gerçekçi gelmeyecektir.

Erdoğan ile Putin’in Hangzhou’da bir araya gelecekleri açıklanmış olmasına rağmen, gerek Erdoğan’dan, gerekse Putin’den gelen açıklamalardan Suriye krizinin ele alınmayacağı anlaşılmaktadır. Putin, G-20 Zirvesinin bu tür dış politika konularını tartışmak için uygun bir zemin olmadığını açıklamıştır. Putin’in bu yaklaşımı, bir Rus askeri uçağının Kasım 2015’de Türkiye tarafından düşürülmesinin Moskova’da neden olduğu psikolojinin halen sürdüğü ve atılan adımlara rağmen Ankara-Moskova ilişkilerinin henüz normale dönmemiş olması ile açıklanabilir. Ancak Putin’in söz konusu yaklaşımını bundan çok, Rusya’nın Suriye krizinde istediği pozisyonu yakalamış olması ve ABD karşısında Ukrayna’daki cepheyi güçlendirme ve Asya’nın kuzeydoğusunda Alaska’yı (ABD’yi) yakından tehdit edecek yeni askeri konuşlanmaya gitme konuları ile açıklamak daha uygun olacaktır. Suriye krizi Rusya’nın çıkar ve hedeflerine uygun bir mecraya girmiş iken ve Rusya için çok daha ciddi başka sıkıntılar var iken, Putin’in G-20 Zirvesinde Suriye krizine eğileceğini beklemek gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır. Ancak ABD’den farklı olarak Rusya’nın bu yaklaşımının, Türkiye’yi dikkate alan ve biraz da Türkiye’yi korumayı (himaye etmeyi) öngören bir yaklaşım olabileceği de akla gelmektedir. Eğer Türkiye’nin Halep’e gösterdiği hassasiyet ve Moskova’nın Halep konusu hariç Washington ile her konuda birlikte hareket edebiliriz dediği hatırlanırsa, niçin belirtilen hususun akla geldiği anlaşılacaktır.

Bugün itibarıyla uluslararası politikada hemen her ülkeyi bir şekilde ilgilendiren sorun, ülkelerin ciddi dış borç yükü altında oluşlarıdır. Rakamlara bakıldığında, daha çok Çin için gündeme taşınan bu konuda Japonya’nın, ABD’nin, İngiltere’nin, Avustralya’nın ve Dünyanın önde gelen diğer ülkelerinin Çin’den daha iyi olmadıkları, hatta bazılarının daha kötü durumda oldukları görülmektedir. Bu tablo, küresel ekonominin içinde bulunduğu durum ve geleceği açısından son derece önemlidir. Bu noktada Çin’in “devlet kapitalizmi”nin küresel ekonomiyi etkilemekten çok küresel ekonomiden etkilendiğini, adeta ona uyduğunu ileri sürmek mümkündür. Görünen, küresel ekonominin içinde bulunduğu durumun herkesin sorunu olduğudur. Artan nüfus, uluslararası politikadaki düzensizlik ve “düzenleyici güç” boşluğu, buna bağlı olarak artan kaos, kontrol altına alınamayan yasa dışı göçler, bunlar ve benzeri diğer hususlar, bu durumu ağırlaştırmakta ve gelecek için karamsarlığa yol açmaktadır. Böyle bir tabloda, katılımcı devlet ve hükümet başkanları ile yüksek temsilcilerin Suriye krizine zaman ayıracaklarını düşünmek ve beklemek gerçekçi olmayacaktır. Çünkü asıl konuya göre bunda çıkarları ya yok ya da çok az vardır.

Ancak Türkiye için durum başkadır. Türkiye’nin görünen en öncelikli ve ciddi sorunu, Suriye krizinin Kürtler üzerinden Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğünü tehdit eden çok ciddi bir mahiyet arz etmeye başlamış olmasıdır. Bu bir vakıadır ve Fırat Kalkanı Operasyonu, bu tehdit bağlamında Türkiye’nin kendisini savunma ihtiyacından doğmuştur. Türkiye’nin bunu anlatmaya ihtiyacı vardır. Elbette ki, Türkiye’nin bu konuyu başta BM olmak üzere üyesi, ortağı ya da katılımcısı olduğu uluslararası ve uluslarüstü platformlara taşıması mümkündür. Ancak bu imkânlara sahip olması, Türkiye’nin Çin’deki G-20 Zirvesini durumunu ve ihtiyacını katılımcılara anlatmada bir fırsat olarak görmesine de mani değildir. Unutmamak gerekir ki, Türkiye’nin bu yöndeki çabası, endişesinin büyüklüğünün bir işareti olarak da algılanacaktır. Onun içindir ki, Türkiye, gerek çok sayıda ikili-çoklu özel görüşmeler yapmak, gerekse özel olarak hazırlanmış “uygun” dokümanların uygun şekilde dağıtmak suretiyle, Hangzhou’da yakaladığı fırsatı değerlendirmek durumundadır.

Bana göre, Türkiye’nin G-20 Zirvesi devem ederken süratle yapması gereken bir husus vardır. Bu husus da, Türk askerinin girdiği mücavir Suriye topraklarında, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar için inşa edilecek yerleşim yerleri projesinin, uygun şekilde, iç ve dış kamuoyunun gündemine taşınmasıdır, sunulmasıdır. Bunun yapılması, Türkiye’nin, hem Fırat Kalkanı Operasyonuna yönelik eleştirileri karşılamasına, hem de Suriye krizine ilişkin yaklaşımındaki samimiyetini ortaya koymasına hizmet edecektir. Bu bağlamda, Başbakan Yıldırım, ilgili bakanlarla bu konuda açıklama yaparken, sahada da muhtemel proje yüklenicileri (uygulayıcıları) yerinde incelemelerde bulunabilirler. Ancak bu belirtilen adımdaki samimiyetin en somut işaretinin, Şam ile bu konun bir şekilde istişare edilmesi olacağını da unutmamak gerekir. Bu gerek, hukuksal ve siyasal bir gerekliliktir. Böyle bir projenin gündeme taşınması, aynı zamanda, Ankara’nın epeyi bir süredir dile getirdiği “güvenli bölge ihdası” görüşüne açıklık da getirmiş olacaktır.

osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 02 Eylül 2016.

[i]http://tr.sputniknews.com/turkiye/20160902/1024667254/erdogan-abd-menbic-pyd-ypg-firat.html

 


TÜRKİYE’DEKİ SEÇİMİN SONUÇLARI: GÖRÜŞLERİM VE DEĞERLENDİRMELERİM

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk I. İki gün önce (28 Mayıs’ta) yapılan, cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turunda, kullanılan ve geçerli sayılan oyların % 52.18’ni Sayın Erdoğan, % 47.82’sini de Sayın Kılıçdaroğlu aldı ve bu sonuçla Sayın Erdoğan üçüncü kez katıldığı cumhurbaşkanı seçiminden önde çıkarak bu koltuğa oturdu. Bu seçime katılma oranı, % 84 oldu. Cumhurbaşkanı seçiminin

DIŞARISI GÖZÜYLE TÜRKİYE’DEKİ 14 MAYIS SEÇİMLERİNE BİR BAKIŞ

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk 14 Mayıs’taki seçimler yaklaşıyor… Seçim sürecinde daha önce medyada çok rastlamadığım, seçimlere dış politika gözlüğü ile bakan bazı yorumları ve değerlendirmeleri görmeye başladım. Bunu olumlu bir gelişme olarak görüyorum. Çünkü iç ve dış politika arasındaki karşılıklı ve bağımlı ilişki nedeniyle, seçimlere ilişkin öngörüleri sadece iç dinamiklere dayandırmak eksik bir yaklaşım

TÜRKİYE’DEKİ 14 MAYIS SEÇİMLERİNE YABANCI VE YERLİ SERMAYE AÇISINDAN BİR BAKIŞ

  Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Yabancı sermayenin önemli bir kısmının ülkeyi terk ettiği, yerli sermayenin de çeşitli yollarla yurt dışına kaçmaya çalıştığı yazılıyor, konuşuluyor. Yeni bir şey değil, bunu biliyoruz. Peki, yabancı ve yerli sermayedeki bu kaçış niye? Bu kaçışın arkasındaki en temel etkenlerden biri, hiç şüphesiz, AKP/Sayın Erdoğan iktidarında ülkede hukuka olan bağlılığın/saygının

TÜRKİYE’DEKİ 14 MAYIS SEÇİMLERİ: RUSYA KENDİ ELİYLE KENDİ AYAĞINI BAĞLAR MI?

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Birçok kez yazdım… Önümüzdeki seçimler, dış politikadan (uluslararası ilişkilerden) soyutlanarak görülemez, görülmemelidir. Bu siyasetin doğasına aykırı olur. Bu seçim çok önemli. İnsanımız bir yol ayrımında; ya karanlığın zifiri karanlığa dönüşmesine evet diyecek ya da karanlıktan kurtulup aydınlık güzel günlere doğru yol almaya başlamak için evet diyecek… Bu seçimleri ben böyle

ABD’YE AİT İNSANSIZ HAVA ARACININ KARADENİZ’DE DÜŞMESİ ÜZERİNE

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz günlerde, Karadeniz’de uluslararası hava sahasında ABD’ye ait bir insansız hava aracı (İHA) düşmüş; ABD İHA’nın Rusya tarafından vurulduğunu iddia etmiş, Rusya ise İHA’nın “ani manevra” sonucu düştüğünü savunmuştu. Ve konu, daha sonra, Karadeniz’e düşen İHA’nın çıkarılmasına gelmişti. İlk başta, bunun nedeni, düşen ABD İHA’sının içerdiği teknoloji ile

E-mail: bilgi@ascmer.org

Tel: +90 532 414 48 98

Dükkan
© 2014 Tüm Hakları Saklıdır. Sitedeki yazılar ve analizler kaynak gösterilmeden kullanılamaz.