Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
Cumhurbaşkanı (ve iktidar partisi AKP’nin Genel Başkanı) Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Atina ziyareti öncesinde başlayıp ziyaret sırasında da devam eden “Lozan” konusundaki açıklamalarını “ilk duyduğumda” ayrıntılı bir eleştiri yazısı kaleme almayı düşünmüştüm. Sonra, konuşmalarının içeriğine bakınca, ayrıntılı bir yazıya gerek olmadığı kanaatine vardım. Batı Trakya’daki “Müslüman” azınlığın Türk kimliğine ve Müftü seçimindeki hukuksuzluğa (ve diplomatik nezaketsizliğe) açık ve net olarak dikkat çekmesi, önemliydi. “Eğriye eğri, doğruya doğru…” Bu sözleri için, kendilerini tebrik ediyorum.
Fakat bu tebrik; “Lozan” konusu Türkiye için gerçekten önemli olduğundan ve “Lozan’ı değiştirme” önerisinin zamanlamasını doğru bulmadığımdan, bazı hususları belirtmeme, bazı hususlara dikkat çekmeme mani olmayacaktır.
“Lozan’ı değiştirme” konusunda adım atarken, her şeyden önce, Lozan’ın hangi koşullarda ortaya çıkmış olduğuna, bugünün koşullarının ne olduğuna bakılmalı, bunlar ihmal edilmemelidir. İkinci olarak, uluslararası politikanın iç politikadan farklı olduğu görülmelidir. Uluslararası politikanın aktörleri olan devletler, genelde, kendilerini uluslararası hukuk kuralları ile bağlamak istemezler. Bu genel eğilim, uluslararası politikada ciddi boşluğa yol açar ve bu boşluk da “güç” üzerinden doldurulur. Uluslararası politikanın ya da uluslararası ilişkilerin bir güç ilişkisi olarak görülmesi, temelde bundan ileri gelir. Bu gerçek bize şunu söylemektedir: Lozan’ı değiştirme talebi, ancak konjonktürün uygun ve Türkiye’nin de güçlü olduğu bir zamanda yapılmalıdır. Bugüne baktığımızda, ne konjonktür uygundur, ne de Türkiye eski güçlü günlerindedir. Üçüncü husus da, “Lozan’ın”, iki taraflı değil, çok taraflı bir düzenleme olduğudur. Bu, Lozan’ı değiştirmenin önündeki en büyük güçlüklerden biridir ve bu işin kolay olmayacağına işaret eder. Türkiye’nin dış politikada dip yapmış “değerli yalnızlığı” hatırlandığında, akla, hem imzacı diğer ülkelerin Türkiye’ye müzahir olma ihtimalinin oldukça zayıf olacağı, hem de gündeme gelen değiştirme talebinin önceden imzacıların çoğu ile koordine edilmiş olamayacağı ihtimali gelmektedir.
Bu mülahazalar ışığında; iyi ki, Sayın Cumhurbaşkanı’nın Lozan’ı değiştirme talebi muhatapları nezdinde karşılık görmemiş diyorum. Çünkü mevcut iç ve dış koşullar nedeniyle, “Lozan’ı” değiştirmenin, “mevcut Lozan’ın” gerisinde kalınma durumunu ortaya çıkaracağını değerlendiriyorum. Ayrıca ve bununla beraber, Ankara’nın “Lozan’ı değiştirme” talebinin, diplomasi bağlamında kayıtlara geçtiğini ve muhatapların kendileri açısından uygun koşullarda bunu Türkiye’nin önüne koyacağını da belirtmeliyim.
Lozan Barış Antlaşması’nı, Türkiye bakımından, Türkiye’nin taraf olduğu diğer uluslararası düzenlemeler ile aynı değerde/bağlamda görmemek gerekir. Görülmesinin Türkiye için çok ağır sonuçları olacaktır. Bu, asla unutulmaması gereken bir husustur.
Yürürlükteki Lozan Barış Antlaşması’na bakarken, ayrıca şunları da unutmamak gerekir: (i) Türkiye’yi hedef alan “Şark Meselesi”, bugün hala varlığını korumaktadır. (ii) Türkiye’yi bugün yönetenlerin bizatihi kendileri, Türkiye’nin “haçlı saldırıları” ile karşı karşıya bulunduğunu sıkça ileri sürmektedirler. (iii) “Lozan”, muhatapları için, “yenilginin” yaşayan (bugüne gelebilmiş) belgesidir ve bu, pek farkında olunmasa da, Türk diplomasisine içten içe güç ve ilham vermektedir.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “Lozan” çıkışının çağrıştırdığı başka hususlar da vardır. Başka birçok hususun yanında, güncel olduğu için özellikle öne çıkanı, Ege Denizi’nde yer alan “gayri askeri statüdeki” adaların Yunanistan tarafından yürürlükteki anlaşmalara aykırı olarak silahlandırılmaya devam edilmesi ve yürürlükteki anlaşmalarda açıkça Yunanistan’a bırakılmış ya da Yunanistan’a ait olduğu belirtilmemiş Ege Denizi’ndeki birçok küçük adanın/adacığın “fiilen” Yunanistan tarafından sahiplenilmekte olmasıdır. Bildiğim kadarıyla, bugüne kadar, ne Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dan, ne AKP Hükümetinden, ne de AKP’den, bu konuda ciddi bir tepki gelmiştir. Yürürlükteki anlaşmaların açık/ağır ihlali ve Türkiye’nin aleyhine “toprak ilhakı” anlamına gelen söz konusu bu güncel adımları için Yunanistan’a tepki verilmemiş iken, şimdi AKP iktidarından gelen güncel “Lozan” çıkışı, “samimiyet” olgusunu çağrıştırmaktadır.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “Lozan” konusundaki söz konusu çıkışının arkasında, bir taraftan iç politikaya ilişkin mülahazaların, diğer taraftan da dış politikadaki dip yapmış “değerli yalnızlıktan” kurtulma mülahazasının yer aldığı aklıma gelmektedir.
Ancak artık ortadan duran ve sadece iç kamuoyu için değil dış kamuoyu için de geçerli olan bir gerçek vardır. O gerçek de; (i) ne Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, iktidar partisi AKP’nin ve Türkiye’nin, (ii) ne de NATO gibi uluslararası örgütler ile AB gibi uluslar üstü örgütlerin, bölgesel ve küresel koşulların, uluslararası politikanın önde gelen aktörlerinin, 15 yıl önceki gibi olduğudur.
Halk arasında çok kullanılan bir sözle, 15 yılda, köprülerin altından çok sular geçmiştir. Ciddi bir değişim yaşanmıştır, koşullar çok değişmiştir. Bu değişim görülmeden (dikkate alınmadan) “Lozan” konusunda adım atmak ciddi hata olacaktır.
Konuyla ilgili teorik ve pratik bilgi ve deneyime sahip bir akademisyen olarak gördüğüm ve anladığım; Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın söz konusu çıkışının, koşullardaki değişimi dikkate almayan, “günü kurtarma” amacını güden ancak, ülke için geleceğe yönelik ciddi riskleri içeren bir potansiyele sahip olduğudur. Geçmişin geri getirilemeyeceğini ve 15 yılda gelinen nokta nedeniyle bunun önünün ciddi şekilde tıkalı olduğunu görmek gerekir. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, AKP Hükümeti ve AKP, bu gerçeği ne kadar erken görür ve dikkate alırsa, hem kendileri, hem de ülke o kadar rahatlar diye düşünüyorum.
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 09 Aralık 2017.