BU RESMİ VE BU İHTİMALİ BİR DÜŞÜNMELİ…

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk

I. Türkiye, yaklaşık 40 yıldır, bölücü/ayrılıkçı terörizm ile, PKK terör örgütü ile, mücadele ediyor. Türkiye ile bir şekilde sorunları olan, Türkiye’nin güçlenmesinden rahatsızlık duyan ya da Türkiye’yi bölgedeki çıkarlarının önünde bir engel olarak gören ülkeler de, Türkiye karşısında PKK terör örgütüne bir şekilde destek veriyorlar. ABD ve bazı Avrupa ülkeleri, PKK terör örgütüne destek verenlerin başında geliyor. Türkiye’nin bazı komşuları, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi bazı bölge/Körfez ülkeleri de bu işin içindeler. Rusya da, bu işin uzağında gözükmüyor.

Bunlara niçin işaret ediyorum? Türkiye’nin 40 yıldır mücadele ettiği bölücü/ayrılıkçı terörizmin, “devlet destekli” bir terörizm olduğunu vurgulamak için… Yani Türkiye’nin karşısında sadece PKK terör örgütü yok; Türkiye, gerçekte bu örgüte destek veren ülkeler ile de mücadele içindedir.

II. PKK terör örgütü, “bir kısım” Kürtlerin kontrolünde, “Büyük Kürdistan” emeli peşinde koşan, bu emel sahibi örgütlenmenin silahlı ayağını teşkil eden, eli-yüzü kana bulanmış bir örgüttür. Sözde, Kürtlerin mücadelesini vermektedir. Ancak bütün Kürtleri temsil iddiası temelden yoksundur. Çünkü Türkiye’de yaşayan Kürt kökenlilerin ekseriyeti, PKK terör örgütüne mesafelidir. PKK terör örgütünün bir başka yüzü de, kendisine destek veren ülkelerin istihbarat örgütleri ile çalışan, o ülkelere Dünya genelindeki “başka işlerinde” taşeronluk yapan bir örgüt olmasıdır. Destek veren ülkeler PKK terör örgütüne Dünyanın neresinde ihtiyaç duyuyorlarsa, bu örgütü oralarda da kullanmaktadırlar. PKK terör örgütünün gerek bu yüzü gerekse elindeki-yüzündeki kan nedeniyle, Türkiye’de yaşayan Kürt kökenlilerin ekseriyeti, PKK terör örgütüne uzaktır, mesafelidir.

III. PKK terör örgütünün ortaya çıktığı, eylemleri üzerinden kendisini gösterdiği tarihten bugüne kadar geçen yaklaşık 40 yıla bir bütün olarak bakıldığında; PKK terör örgütü temelli “Kürt bölücü/ayrılıkçı” hareketinin, bugün Türkiye’de ciddi mesafe almış olduğu çok açıktır. Başlangıçtaki silahlı yapılanma/hareket, bugün Türkiye’de ciddi siyasal ve sosyal örgütlenmelere kavuşmuş gözükmektedir.

Bugüne bakıldığında, PKK terör örgütünün Türkiye içindeki eylemlerinde bir azalma olduğu, bu azalma ile ortaya çıkan boşluğun da PKK terör örgütünden “beslenen” ve/veya bu örgüt ile bir şekilde bağlantılı siyasal ve sosyal örgütlenmeler üzerinden doldurulduğu, bunların Kürtler dışında dikkat çekici bir taban bulmuş ve öne çıkmış olduğu görülüyor. Terör örgütünün eylemlerindeki azalma, terör örgütünden beslenen siyasal ve sosyal örgütlerin öne çıkması, Kürt kökenli olmayan vatandaşların değişik mülahazalar ile bu siyasal ve sosyal örgütlenmelere sempati duymasına, ilgi göstermesine ve bunlara katılmasına yol açmıştır.

HDP’nin (PKK terör örgütü ile ilişkilendirilmesi ayrı bir konu) Kürtler ile ilişkilendirilen bir parti olmasına rağmen resmi verilerin buna işaret etmemesi, bölücü/ayrılıkçı Kürt hareketinin nasıl bir tabana kavuşmuş olduğuna işaret etmesi açısından önemlidir. 24 Haziran 2018’de yapılan son Milletvekili Genel Seçiminde HDP’nin aldığı oyların toplamı 5.867.302’dir (5.9 milyondur). Türkiye’nin nüfusunun yaklaşık 15 milyonunu Kürtlerin oluşturduğu ve YSK verileri ile Türkiye’de nüfusun yaklaşık % 72’sinin oy kullanma hakkına sahip (seçmen) olduğu çıkış noktası alınırsa, “Kürt seçmen” sayısı 10.8 milyon çıkmaktadır ki; HDP’nin aldığı toplam oy yaklaşık 5.9 milyondur, üstelik yukarıda işaret edildiği üzere bu 5.9 milyon oyun içerisinde Kürt kökenli olmayan seçmenlerin oyu da vardır.

Ne demek istiyorum? Ya da bu verilerden ne çıkıyor? Cevabı şunlar: Kürt kökenli seçmenlerin yarısından fazlasının HDP’ye oy vermediği açıktır. HDP, Kürt kökenli olmayan ciddi bir seçmen tabanına kavuşmuş gözükmektedir. Bu iki husus, Türkiye’nin yaşamakta olduğu bölücülük/ayrılıkçılık sorununun siyasal ve toplumsal tabanının güçlendiğine, dolayısıyla Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğüne yönelik tehdidin ciddiyet kazanmış olduğuna işaret etmektedir. “Büyük Kürdistan” söylemi/emeli ışığında, Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyindeki Irak ve Suriye Kürtleri ile güncel durum, PKK terör örgütünden beslenen Türkiye’deki bölücülük/ayrılıkçılık sorununa “ayrıca” ciddiyet katmaktadır.

Türkiye’nin, hem coğrafi bütünlüğünü, hem de milli birlik ve beraberliğini koruması, her zamankinden daha çok ciddiyet kazanmıştır. PKK terör örgütünün ortaya çıkması ile başlayan 40 yıllık mücadelede gelinen nokta, acı ama, budur. Bugün, ne yazık ki  “ara, bul, yok et” olarak resmi ağızlarda ifadesini bulan terörizmle mücadele konsepti ve hemen her gün işittiğimiz ya da okuduğumuz “şu kadar terörist etkisiz hale getirildi” mealindeki resmi açıklamalar, maalesef, hem bu gerçeği değiştirmiyor, hem de terörizmle mücadeleye ilişkin mevcut yaklaşımın isabetsizliğine, yani başarısızlığa, işaret ediyor.

IV. AKP/Sayın Erdoğan iktidarının, 2002’de iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra, 2005’te, zamanın Başbakanı Sayın Erdoğan’ın Diyarbakır konuşmasıyla, Türkiye’nin terörizmle mücadelede paradigma değişikliğine gitmesi, maalesef, PKK terör örgütü ile bağlantılı bölücülük/ayrılıkçılık sorununun siyasal ve toplumsal tabanının güçlenmesine, dolayısıyla Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğüne yönelik tehdidin ciddiyet kazanmasına neden olmuş gözükmektedir. AKP/Sayın Erdoğan iktidarının, 2009’da, söz konusu paradigma değişikliğini “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi”ne konu yaparak demokratik bir açılıma yönelmesi, Türkiye’nin hızlı bir şekilde bugünkü noktaya gelmesine hizmet ettiği anlaşılmaktadır. Bölücü/ayrılıkçı terör sorunu ile mücadele eden ülkelerin bu sorundan kurtulamadıkları için sorunu mümkün olduğu ölçüde zamana yayma yoluna gittikleri ortada ve bu bilinmesine rağmen, AKP/Sayın Erdoğan iktidarı bunu görmemiş, söz konusu proje ve süreç üzerinden “kendisine göre bir çözüm” konusunda hızla sonuç almaya yönelmiştir. Ancak bu yönelişten çıkan sonuç, ortada, herkesin gözünün önündedir.

Gelin, AKP/Sayın Erdoğan iktidarında “çözüm” konusunda bir zamanlar neler olmuş, satır başları ile bunları bir hatırlayalım… AKP’nin iktidarda, Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan, AKP’nin içinden çıkmış Abdullah Gül’ün 11. Cumhurbaşkanı olarak görev yapmış olduğu yıllarda; MİT’in yurt dışında PKK terör örgütü ile görüştüğü, iktidarın “Kürt açılımı” kapsamında yoğun temaslarda bulunduğu, teröristbaşı Abdullah Öcal’ın çağrısı üzerine PKK terör örgütünden bir grubun Habur Sınır Kapısı’na gelip teslim olduğu, “çadır mahkemelerinin kurulduğu”, teslim olanları karşılamak üzere Şırnak’ın Silopi ilçesinde ciddi bir kalabalığın oluştuğu, özel televizyon kanallarında Kürtçe ve farklı dil ve lehçelerde radyo ve televizyon yayınlarının başladığı, tam da bu sırada iktidarın Suriye krizine angaje olduğu ve Beşar Esad’ı karşısına aldığı, Oslo’da PKK terör örgütü ile görüşülmesine yönelik karşı tepkiler ve gelişmeler nedeniyle bu görüşmelere katılan MİT mensuplarını yasal güvence altına almak için MİT Kanunu’nda değişikliğe gidildiği, çözüme yönelik olarak Oslo görüşmelerinin sürdürüldüğü, MİT mensuplarının Oslo dışında İmralı’daki teröristbaşı ile de görüştüğü, öyle ki bu görüşmeler nedeniyle bir ara “çözüm/açılım süreci” yerine “İmralı süreci” ifadesinin kullanıldığı, iktidarın “çözüm/açılım süreci”ni halka anlatmak ve halkın desteğini kazanmak için “Akil Adamlar” heyeti oluşturduğu, bu heyetin gruplar halinde bütün ülkeye yayılarak süreci halka anlattığı ve Başbakan Erdoğan’a bir rapor sunduğu, iktidarın bu arada içinde farklı dillerde eğitim, köylere eski isimlerinin verilmesi, öğrenci andının kaldırılması gibi hususları içeren bir “demokratikleşme paketi” açıkladığı, Doğu ve Güneydoğu’da bazı belediyelerin Türkçe’nin yanında Kürtçe tabelalar astığı, Diyarbakır’da gösteri yapan bir grubun 2. Taktik Hava Kuvvetleri’nin duvarlarını aşarak girdiği kışlada direkteki Türk Bayrağını indirdiği, 10 Temmuz 2014 tarihinde kabul edilen 6551 sayılı “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun”un yayınlandığı, iktidardan söz konusu “görüşmelerin artık genişlemesi ve Avrupa ile Kandil’e kadar uzaması”nın arzu edildiği açıklamasının geldiği, iktidardan “sürecin başarıya ulaşması için ‘Çözüm Süreci Kurulu’ oluşturulacağı açıklaması”nın geldiği, Suriye’de ülkenin kuzeyinde Kürtlerin kontrolündeki Kobani’nin IŞİD kuşatmasına maruz kaldığı, PYD’nin Ankara’dan IŞİD kuşatmasını kırmak için diğer “Kürt kantonlarından” Kobani’ye Türkiye toprakları üzerinden destek gelmesine izin verilmesini istediği, bu izin konusunda Türkiye için tehdit dolu sözler sarf edildiği, Barzani güçlerinin Türkiye toprakları üzerinden Suriye/Kobani’ye geçtiği, bu geçiş sırasında peşmergeye alkış tutulduğu, meşhur “Dolmabahçe görüşmeleri”nin yapıldığı, bu gelişmelerin yaşandığı sürecin kesintiye uğramaya başlaması üzerine terör olaylarının arttığı, artan olaylar sırasında Doğu ve Güneydoğu’da Kürtlerin kontrolündeki belediyelerin imkânları kullanılarak bazı yerleşim yerlerinde teröristlerin barikatlar, mevziler, dehlizler ve sığınaklar inşa ettiği, PKK terör örgütü militanlarının bunları kullanarak güvenlik güçlerine ağır zayiatlar verdiği, güvenlik güçlerinin “Hendek Operasyonları” denilen operasyonları sırasında, asker, polis ve korucu olarak toplam 249 kişinin hayatını kaybettiği, 465 kişinin yaralandığı, bilinmektedir.

Fazla ayrıntıya girmedim. Ancak bunların hepsi, AKP/Sayın Erdoğan iktidarında yaşananlar… Neler yapılmış? Yapılanlar Türkiye’yi nereye taşımış? Bedeli ne olmuş? Lütfen bunları bir düşününüz.

Bu süreci anlamak bakımından çok dikkati çeken bir husus var. AKP’nin 2005’te başlattığı 2014’e kadar sürdürdüğü “çözüm/açılım süreci” için, 2014’de, 6551 sayılı “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun”u çıkarılıyor. Bu kanun, hem süreç için “yetki veren”, hem de sürece dâhil olanlar için “hukuki, idari veya cezai” koruma kalkanı sağlayan bir kanun… 37 ret oyuna karşılık, 237 kabul oyu ile (sadece AKP milletvekillerinin oyları ile) Meclis’ten geçmiş… Kanunda, kanunun “yürütülen çözüm sürecine ilişkin” olduğuna da işaret edilmiş… Götürüp götürmediğini bilmiyorum ama, ana muhalefet partisinin böyle bir kanunu “hukuk tekniği” ve “Anayasaya uygunluk” açılarından Anayasa Mahkemesi’ne taşıması gerektiğini düşünüyorum. İktidarın, 2005’te paradigma değişikliği ile başlayan, sonrasında yukarıda satır başları ile ifade ettiğim gelişmelerin yaşandığı süreç devam ederken,2014’de böyle bir kanuna niçin ihtiyaç duymuş olduğu önemlidir. Acaba “çözüm, açılım ya da İmralı”, adına ne denilirse denilsin, bu süreç içerisinde 2014’e kadar yaşananların hukuksal ve siyasal açılardan ağır sorumluluğu (ya da iktidarın bugün izlediği politikaya bakınca yanlışlığı) kendisini hissettirdi, bir endişe/korku ortaya çıktı, kanunla bu bertaraf ediliyor diye düşünülebilir mi, insanın aklına bu geliyor. Benim çıkardığım, söz konusu kanunun, hem hukuksal açıdan, hem de siyasal (arkasındaki Meclis ve halk desteği) açısından sorunlu, en azından tartışmaya açık olduğudur. AKP/Sayın Erdoğan iktidarının bugünkü terörizmle mücadele yaklaşımının o yıllardaki yaklaşımından taban tabana farklı olması, benim söz konusu çıkarsamamı besliyor diye düşünüyorum.

V. AKP/Sayın Erdoğan iktidarı “çözüm”, “açılım” ya da “İmralı” diye ifade edilen bu süreç ile meşgul iken, MHP, MHP’nin Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, bu sürece ciddi muhalefet etmiştir. Bu muhalefet bağlamında, genellikle CHP ile aynı paydada gözükmüştür.

MHP ile CHP’nin “millici” duruşu, AKP/Sayın Erdoğan iktidarının terörizmle mücadelede paradigma değişikliğine gidip, “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi”ne konu demokratik bir açılım üzerinden istediklerini yapmasına engel olmuştur. Bugün yaşananlara bakınca, AKP/Sayın Erdoğan iktidarının, hem o zaman peşinde koştuğu hususların yanlışlığını kabul ettiği, hem de MHP ile CHP’nin “millici” duruşuna geldiği çıkarılabiliyor. (Bu vesileyle hemen ifade etmem gerekir ki, MHP’nin ve CHP’nin “millici” olarak nitelenmesi, hem bu partilerin tüzükleri ve parti programları ile bağlantılı, münhasıran Türk siyasetinde ve kamuoyunda bu iki parti ile ilgili genel algıdan ileri gelen bir nitelemedir hem de AKP için böyle bir niteleme yapılmasına mani olarak görülmemelidir.)

VI. Ancak bana göre, tartışmaya açık olan ve esasen işbu yazıyı kaleme almama neden olan bir husus var. O husus da, şu soruda ifadesini buluyor: Acaba AKP/Sayın Erdoğan iktidarı, gerçekten paradigma değişikliğini geride mi bıraktı, yoksa paradigma değişikliği sonrasında yaşananlardan dersler çıkarmış ve değişen koşulları dikkate almış olarak aynı paradigmayı güncelleyip yoluna devam etme mi peşinde? Bu soru önemli. Ve bu soruya neden olan çok sayıda işaret var.

Her şeyden önce, PKK terör örgütü ile bağlantılı bölücü/ayrılıkçı Kürt hareketinin, AKP/Sayın Erdoğan iktidarında somut kazanımlar elde ettiği, mesafe aldığı, açıktır, bu görülüyor. AKP/Sayın Erdoğan iktidarında, konuya ilişkin olarak atılan bazı yapısal, işlevsel ve şekli adımlar ve bunların neden olduğu toplumdaki ve siyasetteki algılamalar, bu kapsamda mütalaa edilebilecek hususlardır. AKP/Sayın Erdoğan iktidarının bugün HDP tabanına göz dikmiş görüntüsünün arkasında, bölücü/ayrılıkçı Kürtler için kazanım olarak gözüken bu hususları AKP lehine oya tahvil etme düşüncesinin yer aldığı akla geliyor ki, bu, aynı zamanda, söz konusu kazanımlara da işaret eder.

İkinci olarak, AKP/Sayın Erdoğan iktidarı, dün “millici” kimlikleri ile kendisinin ve “açılım/çözüm” sürecinin karşısında olan, MHP’yi “Cumhur İttifakı” üzerinden yanına almış, CHP’yi de karşısına almıştır. “Millici” kanadın MHP ayağı, hem AKP/Sayın Erdoğan iktidarının açık ve net destekçisidir, hem de “AKP ağzı” ile diğer “millici” ayak CHP’yi ağır bir şekilde hedef almaktadır. AKP/Sayın Erdoğan iktidarının, “millici” bu iki kanadı, adeta biri birine kırdırdığı, çok açık bir siyasal tablo mevcuttur. Bu ne demektir? Dün “açılım/çözüm” sürecinin önünde engel olan “millici” güçlerin, bugün bu engel işlevlerini büyük ölçüde yitirmiş gözüktükleri demektir. MHP’nin hem AKP/Sayın Erdoğan iktidarının açık ve net destekçisi olmasının, hem de CHP’yi ağır bir şekilde hedef almasının taban/halk üzerindeki etkisi düşünüldüğünde, söz konusu işlevdeki kaybın büyüklüğü daha iyi anlaşılacaktır. Belki bu noktada, salgının tetiklediği, halktaki fakirleşmeyi hatırlamak da icap eder. Salgında müteahhitlere kaynak aktarmaya sürdüren, ancak geçim derdine düşmüş halkın feryadını duymayan bir iktidar görüntüsü, doğal olarak, fakirleşmenin politik sonuçlarını sorgulama ihtiyacı doğuruyor. Akla, acaba halk fakirleştirilip siyasal anlamda “teslim mi” alınmak isteniyor, sorusu geliyor. Genel olarak söylüyorum, fakirlik üzerinden teslim alınmış, karnını doyurma peşinde koşan bir halkın, “çözüm/açılım” gibi süreçlere ilgisi ne olur, bunu bir düşünmek gerekir. Ancak bunu düşünürken, Türk Milletinin yokluk ve yoksulluk içinde giriştiği ve zaferle çıktığı Kurtuluş Savaşını elbette ki unutmamak gerekir.

Üçüncü olarak, AKP/Sayın Erdoğan iktidarında bugün içeride yaşanan gelişmelere bakıldığında, terörizmle mücadeleye dair paradigma değişikliğinden uzaklaşma görülmekle beraber, söz konusu paradigmayı çağrıştıran açık işaretler de vardır. Eğer iktidarın söz konusu paradigma değişikliğinin önündeki engelin, özde, milli değerlere dayalı olduğu ve Cumhuriyet’in kurumsal ve düşünsel yapısından kaynaklandığı düşünülürse; bugün Türkiye’de milli değerlerin baskılanması, Cumhuriyet’in “milli karakteri”ni ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü hedef alan fiillerin bir türlü hız kesmemesi, milli birlik ve beraberliğin ciddi bir bozulmayı yaşaması, “son tahlilde” AKP’nin söz konusu paradigma değişikliğinin önünü yeni koşullarda açma potansiyeli yüksek olan bir durum olarak gözükmektedir. Ben bunu söylerken, birileri de, son dönemde AKP/Sayın Erdoğan iktidarının söylemlerinde rastladığımız “Türk”, “Türklük”, “Turan”, “Türk Dünyası” gibi ifadeler ile bazı yerli dizilerdeki “millici” işaretleri hatırlatıp buna itiraz edebilir. Olabilir. Ancak hatırlatılacak bu ifadeler ve işaretler, milli değerlerin baskılanmaya devam edildiği, Cumhuriyet’in “milli karakteri”ni ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü hedef alan fiillerin bir türlü hız kesmediği, milli birlik ve beraberliğin ciddi bir bozulmayı yaşadığı bir ortamda anlamlı olmayacaktır. O ifadeler ve işaretler, bana “maksatlı” gelmektedir. “Milli değerlere” yönelik sistemli ve süreklilik arz eden hedef almalara yönelik olarak halktan gelen yoğun tepkileri tolere etme ve üzerini örtme amaçlı olduğunu düşünüyorum.

Dördüncü olarak, 19 yıllık iktidarından ve bu süre içindeki bazı yaklaşımlarından ve söylemlerinden, AKP Genel Başkanı sıfatıyla Sayın Erdoğan az-çok tanınmakta, kendisinin siyasal iktidar “hırsı” artık bilinmektedir, hemen herkes bunu görüyor, biliyor. Sayın Erdoğan’ın, bugün, hem paradigma değişikliğini unutmuş gözükmesi hem de HDP tabanına göz dikmiş olması, bana göre, bir taraftan kendisinin siyasal hırsına işaret etmekte, diğer taraftan da ister istemez insanın aklına AKP/Sayın Erdoğan iktidarının yeni bir “açılım/çözüm” sürecinin alt yapısını oluşturmaya yönelik bu kez “örtülü” bir çaba içerisinde olabileceğini akla getirmektedir. Keza AKP/Sayın Erdoğan iktidarının, yaşanan onca şeye, sarf edilen onca ağır söze ve yapılan onca ağır ithama rağmen, ABD’ye, Biden Yönetimine yaklaşmak/yakınlaşmak için sergilediği güncel yaklaşımı da, hem Sayın Erdoğan’daki iktidar hırsının bir işareti, hem de yeni bir “açılım/çözüm” süreci ihtimalini besleyen bir etken olarak, ayrıca görülebilmektedir.

Beşinci olarak, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin Cumhurbaşkanı’na tanıdığı yetkiler ve bugüne kadar olan uygulaması ışığında, AKP/Sayın Erdoğan iktidarının bugün çok daha güçlü gözüktüğü açıktır, hemen herkes bunu görüyor ya da yaşıyor. Bu güç hali, bana göre, muhtemel yeni bir “açılım/çözüm” süreci bakımından da anlamlıdır. Yasamaya ve Yürütmeye hâkim, gücü Yargıya taşmış gözüken AKP/Sayın Erdoğan iktidarı, dün yapamadıklarını bugün yapabilecek, dün önlerine çıkan kaldıramadıkları engelleri bugün engel olmaktan çıkarabilecek güçte gözükmektedir. Bu güç, (i) Sayın Erdoğan’ın iktidar hırsı, (ii) AKP/Sayın Erdoğan iktidarının HDP tabanına göz dikmiş olması ve (iii) ABD/Biden Yönetimi ve AB ile yakınlaşma için gösterdiği güncel çaba ile birlikte mütalaa edildiğinde, yeni bir “açılım/çözüm” süreci ihtimali, bana göre, dışlanamamaktadır.

Altıncı olarak, dışlanamayan bu ihtimali besleyen bir diğer husus da, iktidarın gücü Yargıya taşmış gözükürken Anayasa Mahkemesi’nin HDP konusunda almış olduğu son karar ve haklarında kapatma davası açılmış olmasına rağmen HDP’deki “rahatlık”tır. Belki bu noktada da, Anayasa Mahkemesi’nin HDP konusundaki kararına ilişkin yaklaşımıma karşılık olarak, birileri, “peki, HDP’li Gergerlioğlu olayı ne olacak” diye sorabilir. Olabilir, “Gergerlioğlu olayı” belirttiğim ihtimali zayıflatan bir gelişme olarak görülebilir. Ancak bana göre, “Gergerlioğlu olayı”, belirttiğim ihtimali zayıflatmaktan çok, belirttiğim ihtimalin üzerini “örtme” işlevini yerine getiren bir olay olarak da görülebilir, böyle düşünüyorum.

VII. Yazımı bağlıyorum.

Sözüm MHP’ye, MHP’nin Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’ye…

Halk fakirleşiyor, devlet perişan gözüküyor, Cumhuriyet’in milli karakteri tehdit altında, gün geçmiyor ki milli değerlerimizi, Cumhuriyet’i ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü hedef alan bir fiil yaşanmasın, milli ve coğrafi bütünlüğümüze yönelik tehdit artık çok daha ciddi, Türkiye bir “eksen kayması”nı yaşıyor gözüküyor…

Böyle bir tablo var, bu tabloyu hemen herkes görüyor.

Bu tabloda, altını çizmek, özellikle dikkat çekmek istediğim iki husus var. Birincisi, yukarıda arz ve izah ettiğim mülahazalar ışığında, yeni bir “açılım/çözüm” süreci ile karşılaşma ihtimalini gördüğümdür. İkincisi de, mevcut berbat tabloya dâhil olmanın, MHP’ye ve Milliyetçi-Ülkücü Harekete, büyük bir haksızlık olduğu, yakışmadığı, üstelik siyasal bedeli çok ağır olabilecek-telafisi çok güç dolayısıyla yanlış bir siyasal tercih olduğudur.

MHP’nin, MHP tabanının, Milliyetçi-Ülkücü Hareketin, ortaya çıkmasında dahli olmadığı böyle bir tabloya niçin dâhil edildiği, dâhil edilmek istendiği, anlaşılır bulunmamaktadır.

Vebal ağır.

MHP’yi de, Sayın Devlet Bahçeli’yi de, bir kere daha, mevcut siyasal duruşlarını gözden geçirerek Cumhur İttifakı’ndan ayrılmaya ve öze dönmeye davet ediyorum.

Ne Mutlu Türk’üm diyene.

04 Nisan 2021


DUYURU

Uluslararası politikaya ve bu bağlamda Türkiye’ye ilişkin güncel gelişmeleri konu edinen yorum, değerlendirme ve analizlerin web sayfasına konulmasında (yüklenmesinde) her seferinde sorun yaşanmakta ve maalesef  bu sorun aşılamamaktadır. Bu durum muvacehesinde, web sayfasına güncel yorum, değerlendirme ve analiz yüklenilmesi ile uğraşmak yerine, bunların linkedin üzerinden yayınlanması yoluna gidilmiştir. Arzu eden takipçiler, linkedin üzerinden Prof. Dr.

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA, GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI MESAJI

  19 Mayıs 1919, büyük Türk Milleti’nin vatan topraklarını düşman çizmeleri altında çiğnenmekten kurtarma ve özgür- bağımsız yaşama iradesini dışa vurduğu, bugün vatandaşı olmakla iftihar ettiğimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasına giden yolda, bir başlangıçtır, bir işaret fişeğidir. Hatırlayınız… Ülke, Kasım 1918’den beri,  emperyalistlerin ve onların maşası olan devletlerin işgali altındadır. İşgalciler, Anadolu’yu “teslim almak” için,

DEPREM BÖLGESİNE DÂHİL İLLER ÜZERİNDEN CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ SONUÇLARI…

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk YSK tarafından yapılan açıklamaya göre; 14 Mayıs’ta gerçekleşen cumhurbaşkanı seçiminde adaylardan hiç biri % 50’nin üzerine çıkamadı ve bu nedenle, 28 Mayıs’ta, 14 Mayıs’taki ilk tur seçimde en çok oyu alan iki adayın (Sayın Erdoğan’ın ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun) yarışacağı ikinci tur seçime gidilecek… 14 Mayıs’taki cumhurbaşkanı seçiminin kesin olmayan sonuçlarına

3 MAYIS TÜRKÇÜLER GÜNÜ MESAJI (DÜNYA TÜRKLERİNİN GÜNÜ MESAJI)

Türk’ün atası Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1923 yılında, Türk Ocakları’nda yaptıkları konuşmada şunları söylemiş: “… Biz milliyet fikirlerini uygulamada çok gecikmiş ve çok ilgisizlik göstermiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla faaliyetle karşılamaya çalışmalıyız. Bilirsiniz ki, milliyet teorisini, millet idealini yok etmeye çalışan teorilerin dünya üzerinde uygulanması, mümkün olamamıştır. Çünkü tarih, olaylar, hadiseler ve gözlemler her

23 NİSAN MESAJI

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı… “Milli” bayramlarımızdan… Başta çocuklarımız olmak üzere, herkese kutlu olsun. Yaşasın 23 Nisan… Yaşasın ulusal/milli egemenlik… Yaşasın ulusal/milli egemenlik üzerine kurulmuş, yükselmiş ve bugünlere gelmiş Türkiye Cumhuriyeti Devleti… Bu vesileyle, büyük Türk Milletinin bir ferdi ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir vatandaşı olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal

E-mail: bilgi@ascmer.org

Tel: +90 532 414 48 98

Dükkan
© 2014 Tüm Hakları Saklıdır. Sitedeki yazılar ve analizler kaynak gösterilmeden kullanılamaz.