Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
ABD’nin İsrail nezdindeki Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararı alması, dolaylı olarak, Kudüs’ün bütünüyle İsrail’e ait olduğunu kabul ve Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğunu tanıma anlamına gelmesi nedeniyle yükselen tansiyon ışığında, konu, Türkiye’nin de çabasıyla, BM Genel Kurulu’na taşınmıştı. Genel Kurul’a, özetle, Kudüs’ün karakterini, statüsünü ve demografik yapısını değiştiren herhangi bir kararın veya eylemin hukuki bir etkisinin olmayacağını, bunun geçersiz sayılacağını, iptal edilmesi gerektiğini öngören bir karar tasarısı sunulmuştu. Karar tasarısında, ayrıca, BM’ye üye ülkeler, Kudüs’te büyükelçilik açmamaya ve BM’nin Kudüs’ün statüsü hakkında daha önce almış olduğu karara aykırı herhangi bir işlemi tanımamaya çağrılıyordu. Geçtiğimiz Perşembe (21 Aralık 2017) günü BM Genel Kurulu’nda yapılan oylamada, ABD’nin muhalefetine rağmen, 128 evet oyu ile karar tasarısı kabul edilmişti.
Karar tasarısının 2/3 çoğunlukla BM Genel Kurulu’nda kabul görmüş olması, hiç şüphesiz önemlidir ve bir başarıdır. Karar, BM üyesi ülkeleri hukuksal açıdan bağlamasa da, kararın siyasal açıdan bir değeri vardır. “Dünya milletler ailesi”, ABD’nin Kudüs konusunda almış olduğu kararı doğru bulmamış ve BM sistemi içinde ABD’nin bu kararına tepki vermiştir.
Ancak görülen, kararın çok abartılmış olduğudur. Bu doğru değildir.
Eğer BM Genel Kurulu’nda 2/3 çoğunlukla alınan karar sayesinde Filistin/Kudüs konusunun artık Dünyaya “mal olmuş” olduğu düşünülüyorsa, hemen bunun yeni olmadığını belirtmek gerekir. Bu mal oluş, Kasım 2012’de, Filistin’in “üye olmayan gözlemci devlet” statüsünün BM’de kabul edilmesinde görülmüştü. Kasım 2012’de, 138 ülke, İsrail’e rağmen, Filistin’in yeni statüsüne evet demiş ve Filistin bayrağı BM binasının önünde göndere çekilmişti. Ayrıca bazı Avrupa ülkelerinin Filistin’i tanıdıkları ya da tanıma yolunda ciddi adımlar attıkları da bilinmektedir. İsveç’i, İrlanda’yı, İspanya’yı, Fransa’yı, Yunanistan’ı bu ülkeler arasında saymak mümkündür. Hal böyle olunca, hem elde edilen sonucu çok “büyütmek”, hem de bu büyütmeden Türkiye için çok fazla “pay çıkarmak“ doğru gelmemektedir.
Bu sonucun elde edilmesinde elbette ki Türkiye’nin belirgin bir çabası olmuştur. Bu, görülen ve kabul edilen bir durumdur. Ancak bu, abartılmamalı, hele “istismar” konusu hiç yapılmamalıdır. Örneğin bu karara bakarak, Türkiye’nin dış politikada dip yapmış değerli yalnızlığından kurtulma sürecine girdiği hiç düşünülmemelidir.
Niçin öyledir sorusuna açıklık getirmek bağlamında bazı hususlara dikkat çekilebilir. Her şeyden önce, BM Genel Kurulu’nda alınan sonuç, uluslararası medyada “ABD’nin İsrail kararının ret edilmesi” şeklinde takdim edilmektedir. ABD’nin BM nezdindeki Daimi Temsilcisi, gerek Güvenlik Konseyi’ndeki, gerekse Genel Kurul’daki oylama öncesinde, kararı destekleyen ülkeleri hedef alan ima yollu tehdit ifadeleri kullanmıştır. Bu yaklaşımlar, Trump Yönetiminin konuya nasıl baktığına, nasıl ele aldığına işaret eder. Ve Trump Yönetiminin attığı adımlar üzerinden ABD’nin “cüceleşeme” yolunda ilerlediği ileri sürülse bile, ABD’nin bugün hala ciddi bir süper güç ve “çekim merkezi” olduğu tartışma konusu olmaktan uzaktır. Bunların anlamı, Türkiye’nin, belirgin çabası nedeniyle “bedel ödeme” ile karşı karşıya kalabileceğidir. ABD’nin daha yeni Türkiye’yi radikal ideolojiler ile ilişkilendirdiği ve ABD’nin yeni açıklanan Ulusal Güvenlik Stratejisi hatırlandığında, bu ihtimal daha bir anlam kazanmaktadır. İkinci olarak, hâlihazırda hem Ankara’nın Washington dışında, Brüksel, Tel Aviv, Riyad, Abu Dabi ile olan güncel ilişkileri ciddi sorunludur, hem de Türkiye mevcut/muhtemel ciddi sıkıntılar ile karşı karşıyadır. Üçüncü olarak, Arap ve İslam Dünyasında, Türkiye’nin Filistin/Kudüs konusu üzerinden öne çıkmasından duyulan bir rahatsızlık vardır. Bunu, BAE üzerinden, dün Türkiye’nin bir Rus savaş uçağını düşürmesinde, bugün ise “Medine müdafaası” konusunda görmek mümkündür. Dördüncü bir husus da, Türkiye’ye çok yakın Bosna Hersek’in, Türkiye onca çaba sarf ederken, BM Genel Kurulu’ndaki söz konusu oylamada çekimser oy kullanmasıdır. Bu belirtilenler ışığında, BM Genel Kurulu’nda ortaya çıkan sonuç; bana göre, ne Türkiye için çok büyük bir başarı, ne de Türkiye’nin dış politikadaki dip yapmış değerli yalnızlığından kurtulma anlamına gelmektedir.
Siyasette, elde edilen sonuç önemlidir. Yani Türkiye’nin belirgin çabası ile ortaya çıkan soncun bir başarı sayılabilmesi için BM Genel Kurulu kararı sonrasında Türkiye’nin mevcut durumunda olumlu bir değişiklik olup olmayacağına bakmak gerekir. Bu, görülmemektedir ve beklenmemektedir. Bilakis, Türkiye’nin mevcut durumunun daha da “ağırlaşması” ihtimalinin/riskinin ortaya çıkmış olduğu değerlendirilmektedir. Bosna Hersek gibi bir ülkenin çekimser oy kullanması ise, Türkiye’nin mevcut gücü, caydırıcılığı, nüfuzu açılarından ayrıca dikkat çekici bulunmaktadır.
ABD’nin Türkiye’yi radikal ideolojiler ile ilişkilendirildiği bir sırada Kudüs sorunu üzerinden başlayan yeni “intifada”nın ve İslami söyleme sahip terör faaliyetlerinde baş gösterecek hareketlenmenin faturasının, Kudüs konusundaki belirgin çabası nedeniyle Türkiye’ye çıkarılması ihtimali zayıf gözükmemektedir.
Özetle; Türkiye, Kudüs konusunda BM Genel Kurulu’nda alınan kararı fazla abartmamalıdır. Bunun, hem doğru olmayacağı, hem de Türkiye’ye zarar vereceği düşünülmektedir. “Abartma”, belki içeride “seçmene mesaj” verme bağlamında değerli bulunabilir; ancak bunun, mevcut riskleri/tehditleri güçlendirmek suretiyle Türkiye için ciddi olumsuz sonuçları olabilecektir diye düşünülmektedir.
Son bir husus; Türkiye’nin, “yaptı, yapacak”, “eli kulağında” diye konuşulan İdlip operasyonunu son gelişmeler ve yukarıdaki mülahazalar ışığında bir kez daha değerlendirmesinde büyük yarar görülmektedir.
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 22 Aralık 2017.