Prof. Dr. Osman Metin Öztürk, ASCMER Başkanı
Bugünkü medyada yer alan, iddiaya dayandırılmış bir haber dikkatimi çekti… Yazma ihtiyacı duydum.
Uluslararası ilişkiler, salt devlet bağlamında görülemeyecek, çok daha geniş bir alanı kapsayan bir olgudur.
“Devlet” bağlamında, uluslararası ilişkiler, çoğu zaman kimin elinin kimin cebinde olduğunu bilmenin zorluk arz ettiği bir alan… Bunun nedeni, uluslararası ilişkilerin “iki yüzü” olmasıdır. Bu yüzlerden biri, herkesin okuyarak, görerek ya da işiterek bildiği “görünen-açık” yüzüdür. Diğer yüzü de, hem neden olacağı siyasal, hukuksal, mali sorunlar-zorluklar gözetilerek, hem de güdülen amaç ve bu amaca ulaşılmasına daha uygun olması nedeniyle, “örtülü (perde gerisinde, gizli)” yapılanları içeren yüzüdür. Uluslararası ilişkilerin bu “iki yüzlü” niteliği, anormal bir durum değildir. Eğer uluslararası ilişkilerin mücadele, çevre, sınırlı kaynak ve çıkar boyutları dikkate alınırsa, bu normaldir. Varlığı korumanın, sürdürmenin ve geliştirmenin kaçınılamaz bir gereğidir. Normal-doğru olmayan, uluslararası ilişkilerin bu “iki yüzlü” niteliğinin, ülke için değil, kişisel siyasal-maddi hırslar için istismar edilmesidir. Uluslararası ilişkiler, siyasal iktidar sahiplerince “kişisel” kirli işlerini gizlemede bir “örtü” olarak kullanılabileceği gibi, yine bunların iktidarlarını sürdürmeye yönelik “dış destek” arayışlarına bağlı pazarlıklara da indirgenebilir.
Peki, bu genel açıklamayı gerektiren medyadaki haber nedir? Haber[i], The Africa Report’un haberine dayandırılmış ve şimdilik bir “iddia” olarak veriliyor. Deniliyor ki; Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)’nin Rusya’dan satın alıp Libya’da Hafter’e bağlı güçlere verdiği bir Pantsir-S 1 Rus hava savunma sistemi, Mayıs 2020’de, Vatiyye Askeri Hava Üssü Hafter güçlerinin kontrolünden Ulusal Uzlaşı Hükümeti (UUH) güçlerinin kontrolüne geçtikten sonra ele geçirilmiş; ele geçirilen Rus hava sisteminden istihbari bilgi elde etmek amacıyla Türkiye ile ABD işbirliğine gitmiş, 3 Haziran 2020’de Almanya/Ramstein’deki ABD askeri üssünden kalkan bir askeri nakliye uçağı ile Rus hava savunma sistemi Türkiye’ye getirilmiş ve Türkiye’de birlikte incelenmiş…
Haber, “kimin eli, kimin cebinde” haberi gibi.
Türkiye ve Rusya, Libya’da, farklı güçler (ve proxy unsurlar) ile birlikte hareket ediyorlar ve bu farklı unsurlar üzerinden karşı karşıyalar. Türkiye-Rusya ilişkileri, yakın gözükmekle beraber, oldukça sıkıntılı/sorunlu… Suriye’deki sıkıntı/sorun, Libya’ya taşınmış, burada devam ediyor gözüküyor.
Türkiye ve ABD, Irak’ta, Suriye’nin kuzeyinde, Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ta, Ege’de, Batı Trakya’da karşı karşıya olmasına ve ABD, Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğüne yönelik yakın ve ciddi tehdit teşkil eden PKK/YPG terör örgütünü açıkça, eylemli olarak ve ciddi şekilde desteklemesine rağmen, Türkiye ile ABD, Libya’da birlikte hareket ediyor. Rusya’nın aleyhine olarak Libya’da birlikte istihbarat topluyorlar. Türkiye, Pantsir-S 1 Rus hava savunma sisteminden istihbarat elde etmek için ABD işbirliği yapıyor ama, teknik olarak istihbarat toplama imkan ve kabiliyetinin çok daha güçlü olduğu tahmin edilen S-400 Rus hava savunma sistemini Rusya’dan satın aldığı için ABD ile karşı karşıya, parasını ödediği halde S-400 hava savunma sistemini aktif halde tutamıyor.
Türkiye-BAE ilişkileri sorunlu… BAE, birçok Körfez ülkesi gibi, bölgede, hem Türkiye’yi görmezden geliyor, hem de Libya’da görüldüğü üzere eylemli bir şekilde Türkiye’nin karşısında…
Bir de, ne var? Türkiye’nin “Sünni siyasal İslam”a yönelişi var. Son dönem Türk Dış Politikası’na ilişkin anlayış ve uygulamadan çıkarılabilen “Sünni siyasal İslam”a yöneliş… “Müslüman Kardeşler” hareketine duyulan ilgi, adeta Sünni İslam Dünyası’nın hamiliğine soyunulmuş olduğu gibi bir görüntü-algı var.
Geleyim sonuca…
Yukarıda verdiğim tablodan, Türkiye’nin, uluslararası ilişkilerde ülkelerle nasıl oynadığı, onlarla hem nasıl kavga ettiği hem de nasıl birlikte çalıştığı, yani Türkiye için “müthiş” bir başarı öyküsü çıkarılabilir, çıkaranlar olabilir.
Ancak uluslararası ilişkiler, özde politikadır, nitekim uluslararası politika olarak da anılır. Ve herkes bilir ki, izlenen bir politikada başarının ölçüsü, “sonuç”tur. Sonuca bakılır, iyi ise politika başarılıdır, iyi değil ise politika başarısızdır.
Türkiye, Suriye’de 10 yıldır amacına ulaşamamış, istediğini yapamamıştır. Batağa saplanmış gözüküyor. “Pakistan için Afganistan ne ise, Türkiye için de Suriye odur” denilen, bir tablo ortaya çıkmış.
Terörizmle mücadelede mesafe alınamamıştır. Bir taraftan terörizmle mücadeleye ilişkin yaklaşımdaki istikrarsızlığın, diğer taraftan terörizmle mücadelenin ”teröristi ara, bul, yok et”e dönüşmüş mevcut görüntüsünün etkisinde; terörizm, sıradan bir iç güvenlik sorunu olmaktan çıkmış, ülkenin varlığına ve geleceğine yönelik tehdide işaret eden bir “beka sorunu”na dönüşmüştür. Türkiye, hem devlet destekli uluslararası terörizmle mücadele eden, hem de “militan İslami aşırıcılık” ile ilişkilendirilen bir ülke haline gelmiştir.
Türkiye, Kıbrıs’ta, açıkça uluslararası hukuka aykırı olmasına rağmen, üstelik “Ada’nın tamamı adına” Rumların AB’ye üye olmasına yol vermiş; bu yol vermenin ne kadar büyük bir hata olduğu, bugün Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ta, Ege’de ve Batı Trakya’da yaşanan sorunlarda maalesef görülmektedir. 15 yıl önce verilen yol, bugün bu sorunlarda, Türkiye’nin karşısındaki cepheyi beslemiş olduğu için, güçlük olarak Türkiye’ye yansımaktadır. Türkiye, hem karşısındaki cepheyi güçlendirmiş, hem de elindeki avantajı kaybetmiş, kendi eliyle boşa çıkarmıştır.
Türkiye-AB ilişkileri, son 15 yıl içinde, giderek bozulmuş, ilişkilerde geriye gidiş baş göstermiş, sıkça kopmalar yaşanır olmuştur. AB ve Avrupa ülkeleri ile olan ilişkiler kötüye gitmiştir.
Türkiye, NATO üyesidir ama, İttifakın, üyelerini “savunma taahhüdü”nü Türkiye için yerine getirip getirmeyeceği artık çok daha şüpheli hale gelmiştir. NATO’da, bölücü/ayrılıkçı PKK terör örgütüne artık “açıkça” destek veren “sözde” müttefikler ile beraber yer alan Türkiye, NATO’yu bu sözde müttefikler için harekete geçirememektedir. NATO üyesi bazı ülkelerin, Türkiye’ye karşı “ittifak ruhu ile bağdaştırılması” çok güç yaklaşımlarında bir artış söz konusudur.
Türkiye-ABD ilişkileri, belirgin bir bozulmayı yaşamaktadır. Bu bozulma, sadece siyasal anlamda bir bozulma da değildir, mevcut ve muhtemel olarak, ciddi olumsuz askeri ve ekonomik boyutları olan ciddi bir bozulmadır. Libya ve Kırım konuları dışarıda bırakılırsa, Türkiye, Irak’ta, Suriye’de, Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ta, Ege’de, Batı Trakya’da ve terörizmle mücadelede, ABD ile ciddi şekilde karşı karşıyadır. NATO şapkası altında Türkiye’nin ABD ile ikili olarak yaptığı “müşterek savunmaya” dair anlaşmaların varlığı, içten içe, ciddi bir sorun olmaya aday gözükmektedir.
Dış politikasında Sünni siyasal İslam’ı öne çıkarmış ve Sünni İslam Dünyasının hamiliğine soyunmuş gözüken Türkiye, Sünni İslam ülkeleri ve Arap ülkeleri ile de ciddi sorunlar yaşar hale gelmiştir. Bu ülkeler, Türkiye’den uzaklaşmış, Türkiye ile aralarına mesafe koymuşlardır.
Türkiye, Türk Dünyasını, uzunca bir aradan sonra, yeni hatırlamış gözüküyorsa da, bu hatırlamanın fazla bir karşılık görmediği anlaşılmaktadır. Nihayetinde, Dünyanın Türkiye’ye bakışı, Türk Dünyasını da etkilemektedir.
Geriye ne kalıyor? Azerbaycan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)… Bir de, belki sorunların eksik olmadığı Somali ve Sudan benzeri bir kaç Afrika ülkesi…
Evet, söz konusu habere bakarak, belki Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde ülkelerle nasıl oynadığı, onlarla nasıl kavga ederken nasıl birlikte çalıştığı, yani uluslararası ilişkilerinde “müthiş” başarılı olduğunu çıkaran olabilir. Ancak unutmayalım ki, politikada başarının ölçüsü, “sonuç”tur. Yukarıda, “sonuç” yerine geçmek üzere sıraladığım hususların her biri ayrı bir başarısızlığa işaret etmektedir. Türkiye, uluslararası ilişkilerinde dışlanmış, yalnız bırakılmış, bu nedenle dün “yan gözle” bile bakamayanların bugün artık “diklenebildiği”; bölgede görmezden gelinen, bölgesel konularda varlığı dikkate alınmayan bir ülke haline gelmiştir.
Gelinen noktanın bize söylediği, Türkiye’nin dış politika alanında ciddi mevzi kaybına uğradığı; bunun, mevcut ve muhtemel ciddi politik, ekonomik ve askeri yansımalarının bulunduğu; mevcut dış politika anlayışı ve uygulaması ile Türkiye’nin ancak geriye gidebileceği, ileriye gidemeyeceği; dış politikada düzelmenin yolunun, içeriden başlayarak “güveni” tesis etmekten geçtiğidir.
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 01 Mart 2021
[i] “’ABD, Hafter’in Rus silahını Türkiye’ye getirdi’ iddiası”, Cumhuriyet, 01 Mart 2021, s. 7.