12 Ekim 2016
1. Rusya, hâlihazırda Doğu Akdeniz’de görev yapan Rus Donanmasına bağlı gemilerin bakım ve desteği için yararlanmakta olduğu Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki Tartus Limanında, herhangi bir süre ile sınırlandırılmış olmadan, deniz üssüne sahip oluyor. Böylece Tartus, Rus Donanma unsurlarının Doğu Akdeniz’deki “bağlanma” limanı özelliğini kazanıyor. Hatırlanacağı üzere, Rusya ile Suriye arasında geçtiğimiz yık (2015) içinde Lazkiye’deki Hmeymim hava üssünün Rus Hava Kuvvetleri tarafından kullanılmasına dair bir anlaşma da imzalanmış ve 2015 sonbaharından itibaren Rus uçakları fiilen bu üssü kullanmaya başlamıştı. Her iki gelişmenin de sadece terörle mücadele ile sınırlandırılmamış olduğunun ifade edilmesi son derece önemlidir. Bu gelişmelerin en çok ve en yakında etkileyeceği iki ülke, Suriye ve Türkiye olacaktır. Suriye’de, Esad Yönetimi bundan güç alacak ve Esad Yönetiminin kalıcılığı daha az tartışılır olacaktır. Söz konusu gelişmelerin, Türkiye’yi yakından etkileyeceği açıktır. Bakıldığında hemen görülen, Rusya’nın, bu adımları ile Türkiye’yi güneyden ve kuzeyden çifte kıskaç altına aldığı ve Karadeniz’de dengeleri lehine değiştirmiş olduğudur. Bu gelişmeler, ayrıca Türkiye’yi, hem Suriye krizine ilişkin başlangıç yaklaşımını gözden geçirmeye, hem de Rusya konusunda daha dikkatli bir politika izlemeye zorlayacaktır. Eğer Doğu Akdeniz’in jeopolitiği dikkate alınırsa, Rusya’nın Suriye’de elde ettiği bu askeri imkan ve kolaylığın oldukça geniş bir coğrafya için anlamlı olacağı görülür. Rusya, Suriye’deki deniz ve hava üssü ile; (i) Doğu Akdeniz üzerinden işleyen enerji trafiği üzerinde etkili olma ve bu suretle enerji piyasasını kontrol etme, (ii) Süveyş Kanalına girişlere-çıkışlara daha etkin olarak nüfuz etme, (iii) Karadeniz’deki konumunu güçlendirme, (iv) Hazar Bölgesindeki nüfuzunu pekiştirme, (v) Orta Doğu’yu bir bütün olarak kontrol etme, (vi) bölgeyi kendilerinin çıkar ve ilgi alanı içinde gören aktörler (ABD, Çin, Avrupa ülkeleri) karşısında konumunu ciddi şekilde güçlendirme, olarak sırlanabilecek bir dizi önemli avantaj elde etmiş olmaktadır.
2. Suudi Arabistan merkezli Koalisyon Kuvvetlerine bağlı uçakların, 08 Ekim 2016 günü, Yemen’in başkenti Sana’da bir cenaze törenini hedef almış ve hava saldırıları sonucu 140’tan fazla kişinin hayatını kaybettiği, 500’den fazla yaralı olduğu açıklanmıştır. Yemen’de Husi Ensarullah hareketinin lideri Abdul Malik el Husi; Koalisyon Kuvvetlerinin, Mart 2015’ten bu yana Yemen’de okullara, hastanelere ve sivil yerleşim yerlerine saldırılar düzenlediğini, saldırıların Suudi Arabistan merkezli olduğunu, arkasında (Suudilere sattıkları silahlar nedeniyle) ABD’nin yer aldığını ve saldırının hesabının sorulacağını (intikamının alınacağını) açıklamıştır. BM’den saldırıyı kınayan açıklamalar gelmiş; ABD ise, önce Koalisyon Kuvvetlerine verdikleri desteği, “ilkeleri” çerçevesinde gözden geçireceğini, daha sonra da saldırıyı Suudi Arabistan’ın kendisini savunması olarak gördüğünü açıklamıştır. Yemen’de, Arap Baharı’nın etkisinde, Mart 2015’den bu yana devam eden, mezhepsel (Sünni-Şii) bir iç çatışma yaşanmaktadır. Ülkenin 27 milyon dolaylarındaki nüfusunun neredeyse tamamına yakını Müslüman’dır. Müslümanların % 35’i Şii, % 65’i Sünni’dir. İç savaş, Şii Husilerin Sünni Yönetimi başkaldırması ile ortaya çıkmış; Suudi Arabistan Sünnilerin, İran da Şiilerin yanında yer almıştır. Suudi Arabistan ile İran’ın mezhepsel bir rekabet içinde olması ve Yemen’in hem Suudi Arabistan’ı hem de Babül Mendep Boğazını ve Süveyş Kanalı’nı kontrol eden konumu, iç çatışma daha farklı bir boyut katmış ve ciddiyetini artırmıştır. Hâlihazırda 8 milyona yakın Yemenlinin açlık tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğunun ifade edilmesi, iç çatışmanın insani boyutunun geldiği noktaya işaret etmesi açısından ayrıca önemlidir. Yemen’de çatışan tarafların gerçekte Suudi Arabistan ve İran olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. İran, Yemen üzerinden Suudi Arabistan’ı (güneybatıdan ve batıdan) çevreleme politikası izliyor görüntüsü vermektedir. Söz konusu saldırıdan birkaç gün önce İran’a ait geminin, Yemen’e ait Socotra Adası açıklarında Yemen karasularına girmesi ve İran’ın bu tür karasuları ihlallerini sık sık yapması, hem Yemen’deki çatışmada İran’ın konumuna işaret eder, hem de İran’ın Suudi saldırısını önceden istihbar etmiş olabileceği değerlendirmesine yol açmaktadır. Bu noktada, ABD’nin Suudi Arabistan’ın Yemen’e yaptığı kanlı saldırıyı “savunma” olarak nitelerken, Türkiye’nin Başika’daki askeri varlığını “yasadışı” sayması, oldukça anlamlı bulunmaktadır. Uluslararası ilişkilerde elbette ki çıkar esastır. Ancak ilişkilerin sürdürülebilir olması, kamusal boyutunu dikkate almayı gerektirir. Buradan çıkarılan husus, aralarındaki onca olumsuz gelişmeye rağmen ABD’nin Suudi Arabistan’ı hala ilgi ve çıkar alanı içinde görmeye devam ettiği, Türkiye’yi bu alanın dışına çıkardığı ve bu nedenle Türk kamuoyunu artık dikkate almadığı, önemsemediğidir.
3. Rusya ve Çin, ABD’nin füze savunma sistemi konusundaki girişimleri karşısında biri birlerine yaklaşıyorlar. İki ülkenin askeri yetkililerinin, ABD’nin Doğu Avrupa’ya ve Kuzeydoğu Asya’ya füze savunma sistemleri yerleştirmesini (iki gerekçe ile) kınamak için güvenlik forumlarını kullanacağı açıklanmıştır. Bu gerekçelerden, biri silahlanma yarışına yol açacağı, diğeri de Çin’e ve Rusya’ya zarar vereceğidir. Medyaya yansıyan açıklamalardan, Çin ile Rusya’nın, ilkini Mayıs 2016 yaptıkları, ikincisini de 2017 yılı içinde yapacakları, ortak füze tatbikatları üzerinden, hem hava savunma, hem de bu konuda birlikte çalışma imkân ve kabiliyetlerini, geliştirmekte oldukları ifade edilmiştir. Bilindiği üzere, ABD; (i) Avrupa’nın doğusunda, Romanya’yı ve Polonya’yı içine alan ve Ukrayna krizinden kaynaklan Rusya ile ilgili endişeleri karşılamayı; (ii) Asya’nın kuzeydoğusunda ise, Güney Kore’nin ve Japonya’nın münhasıran Kuzey Kore’nin nükleer ve füze programlarından ve bu kapsamdaki denemelerinden kaynaklanan endişeleri karşılamak üzere anılan coğrafyalara füze savunma sistemi kuracağını açıklamıştı. Kuzey Kore Asya’nın kuzeydoğusundaki füze savunma sisteminin gerekçesi gözükmesine rağmen, ABD’nin asıl amacının bu bölgede Çin’i daha yakından ve güçlü bir şekilde “denetim” altında tutmak olduğu akla gelmektedir. Bu, ABD için, Rusya’yı, Avrupa’nın doğusundan sonra, bu bölgeden de kontrol etme amacı bağlamında da görülebilir. ABD, füze savunma sistemleri üzerinden, bölge ülkelerinin Rusya ve Çin karşısındaki endişelerinin karşılanmasına katkı sunarken, aynı zamanda Rusya’ya karşı izlenen politikanın ve Çin’i çevreleme politikasının maliyetlerini bölge ülkeleri ile paylaşmış da olmaktadır. Ayrıca füze savunma sistemlerinin doğurduğu ABD savunma sanayi ürünlerine bağlılığı da bu noktada görmek uygun olacaktır.
4. Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte’nin; 25-27 Ekim 2016 tarihlerinde Japonya’yı ziyaret edeceği, henüz tarihi belli olmamasına rağmen (Japonya ziyareti sonrasında) Çin’e gideceği ve Rusya’ya da bir ziyaret yapmak istediği açıklanmıştır. Duterte’nin, ABD’den gelen daveti, kaba bir şekilde geri çevirdiği de ifade edilmiştir. Duterte, göreve geldiği bu yana, ABD’yi eleştirmekte ve bu bağlamda özellikle uyuşturucu ile mücadele konusunu öne çıkarmaktadır. Taraflar arasında 1951 yılında imzalanmış anlaşmaya dayalı olarak bugüne kadar gelmiş yakın bir askeri işbirliği olmasına ve bu meyanda ABD’nin bölgedeki önemli müttefiklerinden biri olmasına rağmen, Duterte’nin Cumhurbaşkanı olması ile birlikte, Filipinler-ABD askeri ilişkilerinde bir gerileme baş göstermiştir. Geçtiğimiz haftalarda yapılan sınırlı/küçük ortak tatbikatın muhtemelen son ortak tatbikat olacağı ifade edilmiş, geçtiğimiz gün de ortak devriye görevine son verileceği açıklanmıştır. Güney Çin Denizi anlaşmazlığı hatırlandığında, Filipinler’in sergilediği bu yaklaşım değişikliğinin, söz konusu anlaşmazlığı ve bu anlaşmazlığa Çin’in karşısında olarak taraf olan diğer ülkeleri de etkileyeceği şüphesizdir. Son gelişmelere ve bunların yol açtığı izlenimlere rağmen, Duterte’nin Çin ziyaretinden önce Japonya’yı ziyaret edecek olması ve Japonya’nın ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiki olması, dolaylı olarak Filipinler’in ABD’yi ihmal etmediğine işaret ettiği değerlendirmesine yol açmaktadır. Bize göre, Filipinler için sorun, görünür gelecek itibarıyla, ABD’nin gücünü koruması ve geliştirmesi ile ilgili gözükmektedir. ABD’nin “iniş sürecinde” bir görüntü vermesi, Filipinleri “ortak” ya da “hami” değiştirmeye itmiş olabilir.
5. Geçtiğimiz Ağustos (2016) ayının sonunda Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te Çin Büyükelçiliğine düzenlenen terör saldırısının izleri sürerken, bu kez ABD’den ve İngiltere’den Bişkek’in yeni bir terör saldırısına maruz kalabileceği uyarısı gelmiştir. Bu uyarı sonrasında, ABD’nin ve İngiltere’nin Bişkek Büyükelçileri Kırgızistan Dışişleri Bakanlığına davet edilerek, terörle mücadelede işbirliği ve istihbarat paylaşımı konularını ele almışlardır. Kırgızistan; (i) bir kısım toprakları sorunlu Fergana Vadisi’nde bulunan, (ii) Sincan-Uygur Özerk Bölgesi üzerinden Çin’e komşu olan, (iii) topraklarından Rus petrol/doğal gaz boru hatları ve Türkmenistan doğal gazını Çin’e taşıyan boru hattı geçen, bir ülkedir. ABD’nin Çin ve Rusya ile olan mevcut ilişkileri dikkate alındığında, Kırgızistan’ın içine düşürüleceği kaotik ortamın, Pekin’i ve Moskova’yı etkileyeceği açıktır. Diğer taraftan Kırgızistan’ın; (i) Pekin ile sorun yaşayan Müslüman Uygur Türklerinin barınma yeri olarak görülmesi, (ii) Devlet Başkanı Almazbek Atambayev’in artık yasadışı kabul edilen Gülen Hareketi ile ilişkilendirilmesi ve (İİİ) Fergana topraklarının “İslami aşırıcıların” barınma ve çekilme yeri olarak kabul edilmesi hususları dikkate alındığında, bir başka ihtimal daha akla gelmektedir. O ihtimal de, sayılan durumlardan rahatsız olan aktörlerin Kırgızistan’ı hedef aldığı; ABD ile İngiltere’nin de, bunu Kırgızistan’ı yanlarına çekmek için bir fırsat olarak değerlendirmek istedikleri şeklindedir. Bu noktada, geçtiğimiz günlerde Türkiye üzerinden BM Genel Kurul Toplantısına katılmak üzere ABD’ye gitmek isteyen Atambayev’in Türkiye’de rahatsızlanması, fazla ilgi görmemesi ve tedavi için Rusya’ya gitmesi akla gelmektedir.
6. Rusya, Suriye’ye, S-400 hava savunma sisteminden sonra, bunlara ilave olarak, S-300 hava savunma sistemi de konuşlandırmıştır. ABD ise, buna tepki göstermiş, karşı çıkmış; Suriye’de çatışan grupların, söz konusu hava savunma sistemlerinin konuşlandırmasını gerektirecek bir hava imkân ve kabiliyetine sahip olmadığını ileri sürmüştür. Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki deniz unsurlarını son dönemde artırdığı ve Suriye’de kalıcı mahiyette hava ve deniz üslerine sahip olduğu dikkate alındığında, ilk akla gelen, hava savunma sistemlerinin bu varlığını koruma amaçlı olduğudur. Ancak alınan tedbire bakarak, Rusya’nın, hem Suriye’de (bölgede) hava savunma sistemini gerektiren bir tehdit algıladığını, hem de Suriye’de çatışan grupların (ABD’nin ileri sürdüğünün aksine) hava savunma sisteminin kurulmasını gerektiren imkân ve kabiliyete sahip olduğu çıkarsamalarında bulunmak da mümkündür. ABD’nin Doğu Akdeniz’e uçak gemisi gönderdiği, Fransa’nın bölgedeki hareketliliği, ABD’den YPG’nin daha ağır/ileri silahlarla donatılacağı yolunda beyanlar gelmesi, IŞİD ile mücadele üzerinden Peşmergenin “düzenli ordu” olma yolunda güçlendirilmesi ve Suriye krizinde bugüne kadar gündeme gelen silah kullanımları dikkate alındığında, Rusya’nın Suriye’deki hava savunma sistemini takviye etmesi anlaşılır bulunmaktadır. Ankara-Moskova ilişkilerindeki yumuşama ve yakınlaşma, hava savunma sisteminin takviye edilmesinin Türkiye ile ilişkilendirilmesini güçleştirmektedir.
7. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, geçtiğimiz günlerde Vietnam’ı ziyaret etmiştir. Ziyaret, İran’ın yaptırımlardan kurtulduktan sonra, sahip olduğu enerji kaynaklarını pazarlama bağlamında anlamlı bulunmaktadır. Eğer Vietnam’ın 95 milyon civarındaki kalabalık nüfusu, büyüme eğilimini (% 5’ler seviyesinde) sürdüren ekonomisi, satın alma gücü paritesi itibarıyla yaklaşık 550 milyar dolar büyüklüğündeki GSYİH’sı ve kullanmakta olduğu işlenmiş petrolün 3/5’ni ithal ettiği dikkate alınırsa, Vietnam’ın İran için ciddi bir pazar olduğu görülür. Ayrıca İran’ın Rusya ve Çin ile olan yakın ilişkileri dikkate alındığında, Vietnam’ın, Filipinler’in yaklaşımındaki değişikliğe bağlı olarak bulunduğu bölgeden (Güney Çin Denizi’nden) algıladığı riskleri İran üzerinden, kısmen bile olsa, karşılamanın hesabı içinde olabileceği de akla gelmektedir. Konu, bize göre, İran diplomasisinin dinamik, hareketli ve “yaratıcı (gücü besleyici)” niteliğine işaret ediyor diye de düşünülmektedir. İran Cumhurbaşkanı’nın Vietnam ziyaret ile aşağı-yukarı eş zamanlı olarak Rusya’dan da, yeniden Vietnam’a dönebilecekleri açıklaması gelmiştir. Bu açıklama, Vietnam’ın güncel jeopolitik değerinin bir işareti olarak alınabileceği gibi, aynı zamanda hem Moskova’nın orta ve uzun vadeli olarak Çin endişesi ile de ilişkilendirilebilir, hem de Moskova’nın Asya’nın bu bölgesinde işleyen deniz ticaretine duyduğu ile de açıklanabilir.
8. Geçtiğimiz günlerde Türkiye/İstanbul’da yapılan 23. Dünya Enerji Kongresi, taraflar arasında imzalanan anlaşmalar üzerinden, Türkiye ile Rusya’nın ilişkilerini normalleştirme ve geliştirme konusundaki iradelerini dışa vurmuştur. İmzalanan (enerji ağırlıklı) anlaşmaların, tarafların bölgesel konumlarını güçlendirmelerine katkı sunacağından şüphe duyulmamaktadır. Medyaya yansıyan haberlerden, tarafların; Suriye krizi konusundaki yaklaşımlarında, “uyumlulaştırma” yolunda, bazı adımları attığı da çıkarılabilmektedir. Bir bütün olarak ve münhasıran Türkiye açısından bakıldığında, Ankara’nın Moskova ile yeniden yakınlaşması bir madalyona benzetilebilir. Bu madalyonun bir yüzünde, gerçekten olumlu, olması gereken, karşılıklı olarak tarafların çıkarlarına hizmet eden hususlar vardır. Diğer yüzünde ise, yakınlaşma ve eş zamanlı gelişmeler ile birlikte Türkiye’nin Moskova karşısında çok daha dikkatli olması gerekeceği, Türkiye için oldukça farklı yeni bir dönemin başlayacağı gerçeği vardır. Madalyonun bu ikinci yüzü, Rusya’dan çok Türkiye için söz konusudur. Çünkü (i) her şeyden önce nasıl gerçekleşmiş olursa olsun Türkiye tarafından uçağı düşürülmüş, bu olay üzerinden itibarı zedelemiş ve bunlara rağmen Türkiye ile yeniden yakınlaşmış bir Rusya söz konusudur. Bu, Rusya’yı “hassas” yani “kolay etkilenebilir” yapacaktır. Onun içindir ki, bize göre, Türkiye’nin yapacağı en küçük bir “yanlışlığın”, Rusya tarafında “bardağı taşırma” ihtimali oldukça güçlenmiştir. Bu, Türkiye üzerinde psikolojik bir “baskıya” yol açacaktır. (ii) Bir başka husus, Türkiye, fiziki olarak kendisini kuzeyden ve güneyden Rusya tarafından “çifte kıskaç” altına alınmış hissedecektir, hatta Ermenistan nedeniyle doğuyu da buna ekleyip “üçlü” bir kıskaçtan söz etmek de mümkündür. Rusya’nın geçen her gün Suriye’deki askeri varlığını güçlendirmesi, söz konusu “kıskacı” daha hissedilir kılacaktır ki; bu da, yine Türkiye üzerindeki baskının artması anlamına gelmektedir. (iii) Enerjide Rusya’ya olan bağımlılığın artmasının, Türkiye için politik ve güvenlik riskleri de olacaktır. Bunu da yine Türkiye üzerindeki baskı açısından görmek gerekir. Böyle bir tablonun Türkiye’nin üçüncü ülkeler/aktörler ile olan ilişkilerini nasıl etkileyeceği ya da Ankara’nın üçüncü ülkeler ile olan ilişkilerinin Moskova ile olan ilişkilerine ne şekilde yansıyacağı oldukça önemli olacaktır. Ankara-Moskova yakınlaşmasının Ankara-Tahran ilişkilerini etkileme potansiyeli, önemli görülen bir başka husustur. Bu bağlamda akla gelen bir başka husus da, Ankara-Moskova yakınlaşmasının, Riyad’ın ve Tel Aviv’in de katılımı ile Tahran karşıtı bir mahiyet arz edip edemeyeceği, Türkiye’nin böyle bir işe soyunup soyunamayacağı ya da buna soyunmanın Moskova tarafından nasıl karşılanacağı, bunun sonuçlarının ne olabileceğidir. Üzerinde fazla konuşulmadığı için, fazla fark edilmediği düşünülen bu konuların, Türkiye için büyük ciddiyet arz ettiği değerlendirilmektedir. Bu ciddiyetin gereği olarak yapılması gereken ilk işin, Türkiye’nin ortaya çıkan yeni koşullarda Rusya konusunda izleyeceği politikanın esaslarını içerecek bir belgeyi hazırlamak ve bu belgenin uygulanmasına nezaret etmek üzere süreklilik arz edecek bir birimi kurmak olduğu akla gelmektedir.
9. BM Güvenlik Konseyi’ne gelen Suriye konusundaki iki karar tasarısı burada ret edilmiştir. Tasarılardan biri, Rusya tarafından hazırlanan ve El Nusra (El Kaide’den ayrıldıktan sonra aldığı ad ile “Fetih el Şam Cephesi”) militanlarının Suriye’nin Halep kentinden çıkarılmasını öngören tasarıdır. Diğer tasarı ise, Fransa’dan gelen, arkasında ABD ile İngiltere’nin olduğu, Halep üzerindeki uçuşların durdurulmasını öngören tasarıdır. Her iki tasarı da, Suriye’de geçtiğimiz 09 Eylül (2016)’da ilan edilen “ateşkes”in uygulanması ve sürdürülmesi konusunda Rusya ile ABD’nin anlaşmazlığa düşmeleri ile başlayan ve giderek tırmanan gerginlik ortamında ret edilmiştir. Karar tasarıları, Rusya’nın doğrudan sahada olduğu Suriye krizinde sahada olan proxy unsurların bağlantılarına işaret ediyor diye değerlendirilmektedir. Asimetrik çatışma örnekleri, proxy unsurların gerektiği gibi desteklenemediği ve kontrol altında tutulamadığı durumlarda genellikle güçlü aktörlerin başarılı olduğuna işaret etmektedir. Suriye’deki tablo, günümüz itibarıyla, bu tabloyu çağrıştırmaktadır.
10. Güney Kore, karasularında kaçak olarak avlanan Çin’e ait iki balıkçı gemisinin Güney Kore’ye ait sahil güvenlik botunu kasıtlı olarak sıkıştırarak batırdığını; bunun üzerine, Çin’in Seul’deki Büyükelçisinin Dışişleri Bakanlığına çağrıldığını açıklamıştır. Çin, çoğu ülkeden daha yoğun olarak, denize ilişkin hak ve menfaatlerini korumada balıkçı gemilerini kullanmaktadır. Çin’e ait balıkçı gemileri, adeta Çin diplomasisinin sıradan ve ucuz araçlarından biri haline gelmiştir. Bu, Güney Çin Denizi anlaşmazlığında, kıyıdaş diğer ülkeler nezdinde sıkça görülmüştür.
11. ABD, Myanmar’a uygulamakta olduğu yaptırımları, İnsan hakları ve demokratik reformlar koşulana bağlı olarak, kaldırıyor. ABD, bunu, yıllarca askeri yönetim altında kalan Myanmar’ın demokrasiye geçişini, ülkenin “fiili” lideri Aung San Suu Kyi’nin demokrasiye geçiş ve reform çabalarını desteklemek için yapacağını açıklamıştır. ABD’nin bu kararının, Aung San Suu Kyi’nin geçtiğimiz ay (Eylül 2016) ABD’de Beyaz Saray’da Başkan Obama ile yaptığı görüşmenin ürünü olduğu ifade edilmiştir. Myanmar’da, geçtiğimiz Kasım (2015) ayında yapılan seçimlerden Aung San Suu Kyi’nin başında bulunduğu Ulusal Demokrasi Hareketi (National League for Democracy) başarı ile çıkmış ve bunun üzerine, ABD, yaptırımların bir kısmını Mayıs 2016’da kaldırmıştı. Myanmar’ın güncel jeopolitiği çok değerlidir. Çin’in ve Hindistan’ın komşusudur. Hindistan ile komşuluğu, hem karadan, hem de Bengal Körfezi üzerindendir, kıyıları karşıyadır. Limanları, Çin için çok önemlidir ve Çin dış ticaretinde ağırlıklı bir yere sahiptir. ABD-Çin rekabeti ve Çin ile Hindistan arasında devam eden sorunlar, Myanmar’ı, adları geçen her üç ülke gözünde de stratejik açıdan değerli kılmaktadır. Çin’in Myanmar’da ciddi yatırımları bulunmaktadır. Myanmar, etnik ve dinsel temelli ciddi sorunları yaşamaktadır. Jeopolitiğinin değerli oluşu, bu sorunların istismar edilmesine ve ağırlaşmasına neden olmaktadır.
12. Yaptırımlara ve izolasyona rağmen, Kuzey Kore’nin, nükleer silah ve füze programları konularında yaklaşık 10 yıldır sürdürdüğü çalışmalarında, net bir ilerleme sağladığı, son çizgiye yaklaştığı ve yakında nükleer silah başlığına sahip füzeleri ile adından söz ettireceği ifade edilmiştir. Uydu görüntülerinin bu yönde işaretler verdiği belirtilmektedir. Kuzey Kore’nin geldiği bu nokta, bir yönüyle yaptırımların ve izolasyonun işe yaramadığına, diğer yönüyle de yaptırımların ve izolasyonun “örtülü” desteklerle aşıladığına işaret etmektedir. Çin’in yakın zamana kadar Kuzey Kore’ye “örtülü” yollarla teknoloji transferinde bulunduğu, ABD’nin de Çin’i çevreleme politikasında yararlanabilmek için aynı yollarla Kuzey Kore ile ilgilendiği bilinmekte ya da ileri sürülebilmektedir. Japonya’nın da, Çin ile yaşamakta olduğu sorunlar nedeniyle, bu ikinci grupta mütalaa edilebileceği düşünülmektedir.
ASCMER (osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 12 Ekim 2016.)