Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
ABD’de, Suriye’ye ve Afganistan’a ilişkin olarak açıklanan çekilme kararları sonrasında, ABD’nin uluslararası uyuşmazlıklara askeri açıdan angaje olması tartışılıyor ve bu tartışma bağlamında “Powell Doktrini” hatırlanmış, bu doktrin öne çıkmış gözüküyor.[i]
Hemen ifade edeyim, “Powell Doktrini”, Colin L. Powell’ın görüşlerini yansıtan ve bu nedenle bu ad ile anılan bir belgedir. Colin L. Powell, Körfez Harekâtını (ve Çekiç Güç uygulamasının başlangıcını) içeren 1989-1993 yılları arasında ABD Genelkurmay Başkanı’dır. Sonrasında (2001-2005) ise, ABD Dışişleri Bakanı’dır ve ABD’nin tarihinde Dışişleri Bakanlığı görevine getirilmiş ilk “siyah”tır. Colin L. Powell, bu görevleri üzerinden, Türkiye’de tanınan bir isimdir ve yerine getirdiği görevler, “Powell Doktrini”ni önemli kılmaktadır. Körfez Harekâtı, bana göre, ABD açısından, “Powel Doktrini”nin başarısına işaret eder.
Peki, “Powell Doktrini”nin özü nedir? Özü şudur: ABD’nin askeri güç kullanımı, sadece hayati ulusal çıkarlara hizmet için söz konusu olmalı ve böyle bir durumda da askeri güç kullanımı muhatabını “ezici bir biçimde” olmalıdır. ABD, sadece ülkenin yaşamsal çıkarları için askeri güç kullanmaya odaklanmalı; ancak bu, ABD için, “tatmin edici” bir sonuca varabilecek çatışmalara hazır olmayı da dışlamamalıdır. ABD’nin sıcak bir çatışmaya katılımı; açık, gerçekçi ve ulaşılabilir siyasi hedeflere, Amerikan halkının güçlü desteğine ve açıkça tanımlanmış bir stratejiye dayalı olmalıdır.[ii]
Colin L. Powell’ın, Genelkurmay Başkanı ve Dışişleri Bakanı olduğu yıllardaki ABD ile bugünkü ABD, şüphesiz çok farklıdır. Gücünün zirvesinde ve uluslararası politikada tek süper güç olan ABD’den, bugün “iniş sürecindeki” ABD’ye gelinmiştir. Küresel ortamda ciddi değişiklikler olmuş, olmaktadır. Böyle bakılınca, “döneminin ürünü” Powel Doktrini’nin, “gözden geçirilmiş olsa bile” bugün işe yarayıp yaramayacağı tartışmalı olacaktır. Körfez Harekâtı’nda “ezici” gücünü gerçekten ve eylemli olarak ortaya koyabilmiş ABD’nin, bugün aynı şeyi Suriye’de, Afganistan’da, Doğu Avrupa’da ya da Arktika’da gerçekleştirmesi ne kadar mümkün görülebiliyor? Ya da uzayın kullanımına ilişkin olarak bugün ABD’nin ismi ne kadar geçiyor? Belli ki, işler iyi gitmemektedir ve ABD bir arayış içindedir. Küresel koşullardaki ve ABD’deki değişimi dikkate alan bir arayış söz konusudur. ABD’yi eski güçlü günlerine döndürme ihtimali oldukça zayıf görünse bile; bu arayış, ABD adına olumludur. Çünkü en azından durumunun farkında olunduğuna işaret eder.
ABD’de bunlar olurken, Türkiye’de de, 2. Ordu Komutanı Orgeneral Metin Temel’in bu görevinden alınarak, Genelkurmay Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığı’na atanması[iii] tartışılmaktadır. Söz konusu atama; (i) Orgeneral Temel’in “pasif göreve alınması” şeklinde alınmakta, (ii) atamanın arkasında Fırat’ın doğusuna yapılacak harekât konusunda yaşanan görüş ayrılıkları olduğu ifade edilmekte ve (iii) bu durum dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Irak harekâtına katılma kararına katılmayan dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay’ın 03 Aralık 1990 tarihinde görevinden istifa etmesi olayı ile karşılaştırılmaktadır.[iv]
Hiç şüphesiz, “siyasi iradenin harekât kararına itiraz eden komutan bırakır”[v] ifadesi, demokrasi ve sivil toplum olguları bağlamında doğru bir ifadedir. Öyle olması gerekir. Ancak demokrasi, sadece “şekli” boyutu ile görülebilecek bir olgu değildir. Devlet yönetiminde ve gündelik yaşamda ifadesini bulan bir değerler sistemini de içerir. Halkın ve çalışanların “yönetime katılma” imkân ve fırsatına sahip olması, bu değerlerden biridir. Uzman görüşlerine kulak verme, demokrasinin “katılımcı” boyutunda ayrıca ve daha değerlidir. Geçmişteki Özal-Torumtay olayında, demokrasinin daha çok şekli boyutuna takılıp kalınmış, “katılımcı” boyutu üzerinde fazla durulmamıştır. Durulsaydı, belki, Irak Kürtleri, “Irak Kürt Bölgesel Yönetimi-IKBY” adı altında, bugün bağımsızlığa çok yakın bir noktaya gelmemiş, Suriye Kürtleri benzer bir yola girmemiş, Türkiye’de bunlardan kaynaklanan milli ve coğrafi bütünlüğüne yönelik yakın ve ciddi tehdit ile karşı karşıya kalmamış olacaktı… Unutmamak gerekir ki; demokrasi, ortak aklı değerlendirmek, işletmek demektir ve “yönetime katılma” buna aracılık eder.
Orgeneral Temel’in 2. Ordu Komutanlığı’ndan alınıp Genelkurmay Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığı’na atanmasının Fırat’ın doğusuna yapılacak harekâta ilişkin görüş ayrılıkları olduğu, bir iddiadır, resmi olarak doğrulanmamıştır, doğrulanması da beklenmemektedir. Böyle olmasına rağmen söz konusu iddiadan yola çıkılarak bakıldığında; “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı” operasyonlarını sevk ve idare ettiği, bu operasyonlarda sahada yer aldığı cihetle, ve terörizmle mücadeledeki birikimi de dikkate alındığında Orgeneral Temel’in Fırat’ın doğusuna ilişkin muhtemel harekâta dair görüşlerinin değerli olduğunu varsaymak gerekir. Fırat’ın doğusunun, güneyde El Bab’a kadar uzanan Azez-Cerablus hattından ve Afrin ile yakın çevresinden farklı özellikler taşıdığı, gelişmeleri biraz takip eden herkesin bilebileceği bir husustur. Ayrıca, Türkiye’nin Suriye’de icra ettiği “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı” operasyonlarının Dünya kamuoyuna anlaşılır geldiğini; fakat Suriye’nin kuzeyinde, Fırat’ın doğusundan başlayıp Suriye-Irak sınırına kadar uzanan oldukça uzun bir “şerit” üzerinde harekâta girişmesine Dünya kamuoyunun aynı anlayışı göstermeyeceğini de görmek gerekir. Adım adım, Irak’ta ve Suriye’de Kürtleri bugünkü “noktaya” taşımış ülkelerin, Türkiye’nin Suriye’nin bütün kuzeyinde kontrolü ele geçirmesine seyirci kalabilecekleri düşünülebilir mi? Hele böyle bir durum, Irak’ın kuzeyindeki Kürtleri de olumsuz etkileme potansiyelini içeriyorsa…
Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı” operasyonları, Fırat’ın doğusuna yapılacak bir harekât için, bir “ölçü” olarak görülmemelidir. Çünkü durum, koşullar çok farklıdır…
Bu noktada, Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay’ın Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ABD’nin Irak harekâtına katılma kararına katılmayarak istifa etmesine bakarken; “Irak’ta ABD himayesinde bir Kürt siyasal oluşumunun ortaya çıkmış” olduğunu, bu oluşumun Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğünü tehdit ettiğini ve bunda, “Cumhurbaşkanı Özal’ın Irak konusundaki politikasının” payının büyük olduğunu görmek gerekir. Şu soruyu sormak gerekir: Acaba Genelkurmay Başkanı Orgeneral Torumtay istifa etmeseydi, Türkiye ABD’nin Irak harekâtına katılmamış olsaydı, (i) Irak ile ilgili gelişmeler, (ii) Türk-Amerikan ilişkileri ve (iii) Ortadoğu’daki tablo, bugünden çok farklı olmaz mıydı?[vi] Bu soruyu sorarken, her üç hususta da bugünkü tablonun oldukça kötü olduğu ihmal edilmemelidir.
Düne ilişkin olarak Irak için ifade edilen bu hususlar, bu şekilde ise; bunun, bugün Suriye için düşünülmesi gereği ortaya çıkmıyor mu? Tarihten ders almak yok mu?
Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Özal’ın Irak konusunda yaptıklarına eğilmek durumundadır. Bugün baktığımda, dün Cumhurbaşkanı Özal’ın Irak konusundaki yaklaşımının isabetli olmadığını değerlendirdiğim için, bugün Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye konusunda aynı duruma düşmesinden endişe ederim. Sayın Cumhurbaşkanı’nın Fırat’ın doğusuna harekât konusunda “ihtiyatla” hareket etmesi gerektiğini düşünürüm. Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu beka sorununun arkasında Suriye’nin kuzeyinin (Fırat’ın doğusunun) bulunduğunda ve buranın bu tehditten arındırılmasında bir tereddüt yoktur. Sorun, yukarında Powell Doktrini için ifade edildiği gibi, Fırat’ın doğusuna yönelik muhtemel harekâtın, “açık, gerçekçi ve ulaşılabilir siyasi hedeflere, Türk halkının güçlü desteğine ve açıkça tanımlanmış bir stratejiye dayalı” olup olmamasında gözükmektedir.
ABD, tarihten ders çıkarıyorsa, uluslararası uyuşmazlıklarda askeri güç kullanımına ilişkin stratejiyi oturup tartışabiliyorsa, Türkiye bunları evleviyetle yapmak durumundadır. Çünkü hem Türkiye’nin imkânları ve kaynakları ABD kadar değildir. Hem de bu, savunma ve güvenliğe sivil katılım anlamına gelir, demokrasinin varlığına işaret eder, Türkiye’ye güç verir.
Deniliyor ki, “Kürtler, ABD olmadan bir şey yapamaz!..” Bunu kabul etmek, hem değişimi/gelişimi inkâr, hem de gözümüzün önünde cereyan eden gelişmeleri yok varsaymak demektir. Yaklaşık son 30 yılda Kürtlerin hep “aynı” kaldığı düşünülebilir mi? Bu, ne kadar gerçekçi olabilir? Kürtler eğitilmedi mi, donatılmadı mı? Bağımsızlığa çok yaklaşmış IKBY ortada durmuyor mu? Bu Kürtler, hala kendi başlarının çaresine bakamayacak durumda görülebilir mi? Kürtlerin “ABD bağımlılığının” bir sınırı yok mudur? Kürtler, “ABD bağımlılıklarının” bedeli/maliyeti konusunda duyarsız olabilirler mi? Hem ABD, bu Kürtleri kontrol edemeyebilir de!… Bu belirtilenler, Fırat’ın doğusuna yönelik muhtemel harekâtın önemine, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarından çok farklı olduğuna işaret ediyor.
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 03 Ocak 2019.
[i] Bu konuya dair bir örnek: “The Powell Doctrine’s Enduring Relevance”, Micheal A. Cohen, https://www.worldpoliticsreview.com/articles/4100/the-powell-doctrines-enduring-relevance?utm_source=WPR+Free+Newsletter&utm_campaign=6c41ac1863-EMAIL_CAMPAIGN_2018_12_21_03_42&utm_medium=email&utm_term=0_6e36cc98fd-6c41ac1863-64248241&mc_cid=6c41ac1863&mc_eid=a751fb54b2, 03.01.2019.
[ii] “Powell Doktrini”nin özüne işaret eden bu hususlar, bir önceki dipnotta verilen kaynaktan çıkarılmış ve Colin L. Powell’ın ABD Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde Türk Genelkurmay Başkanlığında münhasıran ABD ile olan askeri anlaşmalar üzerinde çalışmış bir uzman olmanın verdiği birikimle beslenmiştir.
[iii] Atamaya ilişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi için, 31 Aralık 2018 tarihli ve 30 642 sayılı Resmi Gazete’ye bakılabilir.
[iv] Deniz Zeyrek, “Org.Temel’in alınması, ‘3 Aralık 1990’ın tekrarı mı?”, 02 Ocak 2019, s. 4.
[v] Deniz Zeyrek, adı geçen yazı.
[vi] Osman Metin Öztürk, Ordu ve Politika, 2. Baskı, Ankara, Fark Yayınları, 2006, s. 97.