Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu açıklama yapıyor, diyor ki; “ABD ile aramızda iki sorun var. FETÖ elebaşının iade edilmemesi ve terör örgütü YPG/PKK’ya destek verilmesi[i]”… Sayın Bakan’ın bu açıklamasına konu dört aktör var. ABD ve üç terör örgütü… Ancak üç terör örgütünün ABD ile olan bağı-bağlantıları dikkate alındığında ortaya sadece bir aktör çıkmaktadır. O da ABD…
Uluslararası hukuk, terörizmle mücadeleyi emreder. Çünkü terörizm, hem ülkelerin siyasal bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini, hem de uluslararası barışı ve istikrarı tehdit eder. Onun içindir ki, uluslararası hukuk, çok sayıda düzenleme üzerinden, BM üyesi ülkelere terörizmle mücadele konusunda sorumluluklar getirmiştir. Uluslararası hukuk, terörizmle mücadele konusunda, saldırıyı yapanla, saldırana “bir şekilde” destek veren (bırakınız ağır silahlar vermeyi, ona barınma imkânı, hatta geçiş kolaylığı sağlayan) arasında bir fark görmez. Yani uluslararası hukuka göre, “ha saldırmışsın, ha saldırana destek vermişsin”… Saldıran ile, saldırana bir şekilde yardımcı olan, hukuksal açıdan aynı kefede kabul edilmektedir. Buradan, terör örgütleri ile mücadele eden ülkelerin, sadece terör örgütleri ile değil, bu örgütlere destek sağlayan ülkeler ile de mücadeleye etmeye hakları olduğu ve uluslararası hukukun bunu himaye ettiği çıkmaktadır. Bu, “devlet destekli” terör tehdidine/saldırısına maruz kalmış ülkelerin kendilerini savunma hakkının içinde, bu hakkın bir parçası, olarak görülmektedir.
Bu belirtilenlerden, sadece söz konusu üç terör örgütünün değil, bu üç örgüt üzerinden ABD’nin de Türkiye’yi hedef aldığı, yani milli ve coğrafi bütünlüğünü tehdit ettiği, anlamı çıkmaz mı? Türkiye, ABD’ye çağrıda bulunuyor, ya bu terör örgütlerini ilişkini kes diyor, ya da ülkende bulunan terör örgütü elebaşını bana iade et diyor. Bu çağrı, ABD’yi, söz konusu üç terör örgütü ile aynı kefeye koymaz mı?
Türkiye, PKK terör örgütüne barınma imkanı sağladığı için, 1998 yılında, uluslararası hukukun ülkeleri bağlayıcı hükümlerinden hareketle, “savaşı” göze alarak açıkça Suriye’nin karşısına çıkmış ve gösterilen bu kararlılık sonrasında yapılan “Adana Mutabakatı” ile, Suriye, PKK terör örgütü unsurlarını ve örgütün elebaşı Abdullah Öcalan’ı ülkesinden çıkarmak ve bir daha bu örgüte müzahir/destek olmama taahhüdünde bulunmuştur. Hukuksal açıdan, teknik olarak, dün Suriye’nin PKK terör örgütünün unsurlarına ve bu örgütün elebaşına ev sahipliği yapması ile, bugün ABD’nin “FETÖ”ye ve elebaşı Fethullah Gülen’e ev sahipliği yapması arasında bir fark mıdır?
Türkiye’nin terör örgütüne ve elebaşına ev sahipliği yaptığı için Suriye’yi karşısına aldığı olayın üzerinden 20 yıl geçmiştir. Bu süre içerisinde, bölücü-ayrılıkçı Kürt hareketi epeyi mesafe almış, Türkiye için tehdit daha yakın ve ciddi bir hal almıştır.
1998’de, ne Irak’ın kuzeyinde Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY), ne de Suriye’nin kuzeyinde PYD/YPG vardı… Bugün Irak’ta, ileri özerkliğe sahip, bağımsızlığa çok yakın IKBY vardır. Suriye’de ise, ülkenin kuzeyinde Şam’dan ayrı “Kürt kantonal yönetimleri” ortaya çıkmıştır. Türkiye’de de, kamuoyunda PKK terör örgütü ile ilişkilendirilen, bölücü-ayrılıkçı Kürtlerin temsilcisi olduğu izlenimine sıkça neden olan bir parti, “Meclis grubu “ oluşturacak” sayıda temsilci ile TBMM’de kendisine yer bulmuştur, diğer partiler gibi Meclis faaliyetlerine katılmaktadır.
Bu tablo, Kürtlerin, aradan geçen 20 yılda epeyi mesafe almış olduklarına işaret etmiyor mu?
Ancak bu noktada, bir tespit daha yapmak gerekir. O da, aradan geçen 20 yılda, hem ABD’nin Kürtlerin hamisi olma rolünün daha çok belirginleştiği, hem de bu belirginleşmenin münhasıran Türkiye ile bağlantılı olduğudur. ABD, bu rolünün belirginleşmesinin Türkiye için geldiği anlamın farkında olmasına rağmen, NATO’da müttefik olduğunu ve uluslararası terörizmle mücadeleye ilişkin hukuksal yükümlülüklerini de görmezden gelerek, bu yaklaşımını sürdürmüş ve bugünlere gelinmiştir.
Kürtlerin bu mesafe alışlarının Türkiye için geldiği anlam önemlidir. Anlamı, bölücü-ayrılıkçı Kürt hareketinden algılanan tehdidin Türkiye için bugün çok büyümüş ve beka sorununa dönüşmüş olduğudur.
Buradan, bu tehdidin bugünkü kadar öne çıkmamış olduğu 1998 yılında uluslararası hukuktan doğan hakkını kullanmış Türkiye’nin, 2018 yılında, tehdit çok daha büyümüş iken, bu hakkını evleviyetle kullanması gereği çıkmaz mı? 1998’de Suriye’yi karşısına alan Türkiye, bugün (2018’de) ABD’yi niye karşısına alamamaktadır? ABD süper güç diye mi?
Eğer öyle ise, Türkiye’yi yöneten siyasal kadro, dönüp Türk tarihine bakmalıdır. Türk tarihi, kendilerine, ABD’yi karşılarına alıp Türkiye’yi hedef alan terör örgütlerine müzahir olmaktan caydıracak gücü ve ilhamı verecektir.
Biz, Çanakkale’de bütün Dünyaya meydan okumadık mı? Bununla övünmüyor muyuz? Biz, Milli Mücadele’de, doğrudan ve/veya dolaylı olarak, o zamanki Dünyanın önde gelen “işgalci” ülkelerini mağlup edip Anadolu’dan çıkarmadık mı? Biz, bunları yapan bir ecdadın ahfadı değil miyiz? ABD, açıkça Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğünü tehdit eden “işlerin içinde” ancak, Türkiye bir türlü ABD’yi bu işlerden caydıracak açık ve net bir tavır alamıyor!… Bu, dış politikada büyük bir sıkıntı olduğu anlamına gelmiyor mu?
Dün meydan okuduklarımız, yendiklerimiz, sürüp geri çıkardıklarımız, dönüp hakkımızı teslim etmişlerdi… “Genç” Türkiye Cumhuriyeti Devleti, saygı duyulan, “Dünya Milletler Ailesi” içinde güvenilen ve dostluğu aranılan bir ülkeydi… Ya şimdi?
Biz, dünün “Amerikası” İngiltere’yi, yüz yıl önce, üstelik yokluk-yoksulluk içinde iken karşımıza alıp muvaffak olmadık mı? Şimdi, düne göre daha büyük ve güçlü olduğumuza göre, bize “beka” sorununu yaşatan ABD’yi evleviyetle karşımıza almamız gerekmez mi? Hem de “iniş” sürecindeki bir ABD’yi… Ankara’nın ABD’ye ilişkin yaklaşımı, bana anlaşılır gelmemektedir.
Türkiye, Suriye’nin kuzeyinden (Fırat’ın doğusundan) ciddi tehdit algılıyor… ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Feffrey, “Defense One” isimli ABD’li medya kuruluşunun yıllık “savunma zirvesinde” yaptığı konuşmada, “Türkiye’nin aktif katılımı, işbirliği ve koordinasyonu olmasaydı Suriye’de (ABD olarak) bugün yaptıklarımızın hiç birini yapamazdık…” diyor[ii]… Durum böyle iken ve ABD’ye ilişkin yaklaşım konusunda kamuoyu usulü dairesinde aydınlatılmıyor iken, Ankara’nın ABD’ye ilişkin yaklaşımı kime anlaşılır gelebilir, merak ediyorum!…
Ankara’nın, uluslararası ilişkilere dair gücü, nede ya da nerelerde aradığını ya da gördüğünü bilmiyorum. Ancak her nerede arıyor ya da görüyorsa, bunun amaca hizmet ettiği, Türkiye’nin dış politikada içinde bulunduğu durumdan anlaşılmaktadır. Gücü (ilhamı), Çanakkale’de, Milli Mücadele’de aramak, ecdadın neyi, nasıl, niye yaptığına eğilmek ve buradan hareketle, ABD karşısında Çanakkale’yi ve Milli Mücadele’yi ABD’ye hatırlatacak, bu suretle ABD’yi “caydıracak”, bir yaklaşım içinde olmak, çok mu zor diye sormadan edemiyorum.
Amasya Tamimi’ni hatırlayan var mı?
Eğer Türkiye bir beka sorunu ile karşıya ise, eğer Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğü yakın ve ciddi bir tehdit altında ise, arka arkaya gelen savaşlar ile yorgun ve yoksul düşmüş ecdadın, Amasya Tamimi ile, “Vatanın tamamı ve milletin istiklali tehlikededir”, “Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” diyerek başlattığı mücadele niçin görülmüyor? Ecdadın bu büyüklüğü karşısında, ahfadı olarak ABD’nin yaptıkları benim ağırıma gidiyor, gayrisini bilemiyorum…
PKK terör örgütünün, ayrılıkçı-bölücü Kürt hareketinin silahlı kanadını teşkil ettiği, Suriye’de aynı işleve soyunmuş YPG’nin de bu örgütün bir kolu olduğu, yani terör örgütü olduğu ortadadır. Biri doğrudan Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğünü hedef alıyor, diğeri de bu yolda ona destek vererek “şimdilik” dolayı olarak hedef alıyor. “FETÖ terör örgütü” de, 15 Temmuz olayı ile, Türkiye’nin anayasal düzenini hedef almış; üstelik bunu, dışarıdan, “güdümlü” olarak, gerçekleştirmeye teşebbüs etmiştir. Üçünün de hedefi aynıdır; üçü de, doğrudan ve/veya dolaylı olarak ABD’nin himayesindedir.
Durum böyle iken, Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun bahse konu ifadesi, dikkati çekmiş ve beni üzmüştür. O ifadeden, Türkiye ile ABD arasındaki sorunun basite indirgenmek istendiği gibi bir algı edinilmiştir. Bir yukarıda belirtilen hususlara, bir de Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun ifadelerine bakıldığında, ifadenin ortada olanı tam olarak yansıttığı düşünülebiliyor mu? Yansıtmadığı, üstelik “çok acı” ve “ciddi” olan ortadaki ABD gerçeğini basite indirgediği akla gelmiyor mu? ABD’nin, açıkça Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğünü hedef alan çabalara destek verdiği, herkesin gözün önünde cereyan etmektedir, Türkiye’de en yetkili ağızlar, bunu sıkça dile getirmektedir. ABD adı geçen terör örgütlerinin Türkiye’ye yönelik saldırıların bir parçası olmuş ise, böyle görülüyor ise ve de Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun söz konusu ifadesi bu durumu tam olarak yansıtmıyor ise, bu “üslup” tercihi niye diye merak edilmez mi?
ABD’den açıklama gelmiş: “YPG ile ilişkimiz geçici ve taktiksel”[iii] …
Aynı zamanda “ikrar” ve “itiraf” olarak da görülebilecek, bu açıklamaya inan var mı? İnanan varsa, bilsinler ki, akıllarıyla alay edilmesine kendileri çanak tutuyor…
ABD, Fırat’ın doğusundan çekilme sinyalleri veriyor mu? Hayır. YPG’ye verdiğim silahları onlardan geri alacağım (toplayacağım) diyor mu? Hayır. Söylese bile, buna inanılır mı? Hayır. Çünkü beklenecektir ki, Afganistan’da İslami direnişçilere verdiği silahları toplamaya ne kadar muvaffak olduysa, Suriye’nin kuzeyinde de o kadar muvaffak olacaktır!…
ABD’nin YPG’ye yaklaşımı, “taktiksel” imiş… Bu taktiği, müttefiki Türkiye ile paylaşıyor mu? Hayır. Paylaşsaydı, anlaşılır, milli ve coğrafi bütünlüğü koruma endişesi “beka” derecesine varmaz, sesler yükselmezdi.
ABD’nin YPG’ye yaklaşımı, “geçici” imiş… Büyük güçlerin Osmanlı’nın “gerileme” döneminden bugüne kadar Kürtlere göstermiş olduğu ilgi, Kürt isyanlarının arkasındaki Batı, Körfez Harekâtı ve Çekiç Güç üzerinden Irak Kürtleri için yapılanlar, Suriye Kürtlerinin Suriye’nin kuzeyinde ilan ettikleri kantonal yönetimler… Bunları kim unuttu ya da unutulur mu? Bunlar ne olacak? Sıralanan bu hususlar, bir sürece işaret etmiyor mu? Kürtlerin, önce müstakil bir devlet kurma, sonra “Büyük Kürdistan” emeline ulaşma, hedefi yok mu? ABD, “Kürt kartı” peşinde değil mi? Bunlar ortada iken, ABD’nin YPG’ye yaklaşımı, “geçici” imiş…
Buna “kargalar” bile gülmez mi?
Bakmayın “kargalar” dediğime; kargaların akıllı olduğu, yapılan deneyler ile ortaya konulmuştur. Halk arasında “anlama özürlü” olanlar için “karga beyinli” ifadesi kullanıldığı için, ben de burada “kargalar bile güler” demek suretiyle “anlama özürlü” olgusuna dikkat çekmek istedim…
ABD’nin yaptığı da, Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun söz konusu ifadesi de ortada…
Sormak isterim: Türk halkı “anlamı özürlü” mü? Öyle mi görünüyor?
Kendi adıma, bunu ret ederim. Reddiyesi de, işbu yazıdır.
Olanlar herkesin gözünün önünde ancak, iktidar, adeta ABD’ye “takılıp kalmış” gözüküyor. Uluslararası ilişkilerde “sürekli dostlukların” olmadığını biliyor mu, bilmiyorum…
Özeti; ABD’nin bölgede yaptıkları Türkiye’nin çıkarına değildir. ABD’nin yapmakta olduklarından vazgeçeceğini beklemek, gerçekçi bir beklenti olmayacaktır. Geçen her gün, Türkiye için, telafisi giderek güçleşecek, maliyeti çok daha fazla olacak, durumlara yol açacaktır.
Cari küresel ve bölgesel koşullar, “ABD ile yol arkadaşlığının” yüksek maliyetine işaret etmektedir.
ABD, Türkiye için, çok ciddi bir sıkıntı haline gelmiştir.
Artık “tevil” de işe yaramamaktadır…
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 17.11.2018
[i] Türkgün, 15.11.2018, s.1
[ii] https://tr.sputniknews.com/abd/201811161036172877-abd-suriye-pyd-pkk-teror-orgutu/, 16.11.2018.
[iii] Türkgün, 15.11.2018, s.7)