Prof. Dr. Osman Metin Öztürk, ASCMER Başkanı
ABD’nin, Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması (INF)’ndan çekildikten sonra, Hint-Pasifik bölgesine yeniden/yeni füzeler konuşlandıracağı, bölgedeki askeri üs varlığını güçlendireceği ifade ediliyor[i]. Bu, münhasıran ABD Savunma Bakanı Mark Esper’in açıklamalarına dayandırılıyor. Bunlara bakılarak da, Başkan Trump’ın Asya stratejisinde hedefin ne olduğu sorgulanıyor.
Haberde ABD’nin, Alaska’ya yakın Aleut Adaları’nı, Pasifik Okyanusu’unda Guam’ı, Hint Okyanusu’unda İngiltere’ye ait Diego Garcia askeri üssünü, orta ve batı Asya’da ABD’ye müzahir ülkeleri, muhtemel füze konuşlandırma sahaları olarak seçmiş olabileceği ifade ediliyor. Bu bağlamda, Avustralya ve G.Kore, ABD’nin (ilave) füze konuşlandırabileceği ülkeler olarak görülüyor. ABD’nin, Japonya’daki veya Guam’daki mevcut kuvvetlerini artırabileceği, müttefiklerinin/ortaklarının kapasitelerini artırma yoluna gidebileceği belirtiliyor. Yine bu bağlamda, Papua Yeni Gine’ye işaret ediliyor ve İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD askeri varlığına ev sahipliği yapmış Manus Adası’ndaki Lombrum Deniz Üssü ile Kuzey Pasifik bölgesinde Midway Adası’ndaki deniz üssünün yeniden açılabileceği ileri sürülüyor.
Dikkat çekici olan, ABD’nin, füzelerine ev sahipliği yapan ülkeleri, ABD-Çin ihtilafı olsaydı Çin’in öncelikli hedefleri arasında olacağının farkında olmaları gerektiği konusunda uyardığının ifade edilmesidir. Hint-Pasifik bölgesindeki küçük ada ülkelerinin çoğunun Çin’in öfkesini kışkırtmaktan kaçınacağına işaret edilen haberde, Çin ile sorunlar yaşayan Vietnam gibi bazı ülkelerin de, tam aksine, ABD askeri varlığına ev sahipliği yapmayı düşünebilecekleri belirtiliyor.
Haberde, ABD ile Çin arasında bir “egemenlik savaşı” olduğuna ve bu savaşın, denizin üstünde ve altında olarak, Pasifik’e yayıldığına işaret ediliyor. Fakat buna işaret edilirken, aynı zamanda ABD’nin, Antarktika hariç, her kıtaya yayılmış 800 üssünün bulunduğu belirtilmektedir. Bir tarafta 800 denizaşırı askeri üsse sahip ABD, diğer tarafta da daha yeni (Afrika’nın doğusunda ve Güney Pasifik Okyanusu’nda Avustralya’nın doğusunda-kuzeydoğusunda) bazı küçük/küçücük ada ülkelerinde askeri üsler oluşturmaya yönelmiş Çin… Mevcut bu tablo, ABD ile Çin arasındaki egemenlik savaşında Çin’in ABD karşısında fazla bir şansının olamayacağına işaret etmiyor mu?
Haberde, 2016’da, Hindistan ile ABD arasında, iki ülkenin birbirlerinin askeri üslerini kullanmalarına izin veren bir anlaşmanın imzalandığı da belirtilmiş… Bu anlaşmanın kapsamını bilmemekle beraber, Hindistan açısından anlaşmada geçen “kullanım” ifadesinin ABD’nin ülkesine dâhil yerlerdeki askeri üsleri kapsadığı, ABD’nin üçüncü ülkelerle yapmış olduğu anlaşmalar üzerinden edindiği askeri üslerin kapsam dışı olduğu değerlendirilmektedir. Bununla dikkat çekilmek istenen husus, Hindistan ile ABD arasındaki anlaşma mütekabiliyeti öngörmüş olsa da, Hindistan’ın askeri imkân ve kabiliyeti ve durumu dikkate alındığında, anlaşmanın uygulanmasının daha çok ABD’nin Hiindistan’ın askeri üslerini kullanması şeklinde olacağına dikkat çekilmesidir. Bu tarafsız uzmanların da ifade ettiği bir husus olsa gerek ki; Hindistan’ın Çin’e karşı bir savaşa girmeyeceği, Hindistan’ın Çin’e yönelik bir startejiye dâhil edilemeyeceği ifade edilmektedir. Ancak hem Hindistan Çin’in hızlı yükselişine karşı koymak için demokratik Asya-Pasifik ülkelerince oluşturulmuş “Dörtlü”nün (ABD, Japonya, Avustralya ve Hindistan) bir parçasıdır, hem de Hindistan’ın ülkesindeki askeri imkân ve kolaylıkların ABD tarafından kullanımının ve bu kullanımın Çin tarafından nasıl algılanacağının kontrolü sorunu vardır. Yani Hindistan’ın, Çin karşısında, arzu etmediği durumlara düşebilme ihtimali yok varsayılamamaktadır.
Haberde değinilen bir başka husus da, Başkan Trump’ın sadece ticarete ve K.Kore’ye odaklandığı ancak, her ikisi için de bir stratejisinin olmadığıdır. Benim açımdan bu görüşe iştirak etmek güçtür. Çünkü yukarıda, habere değinilirken yapılan kısa yorumlardan ayrı olarak, ABD’nin Hint-Pasifik bölgesine ilişkin bir stratejisinin olduğu ve bu stratejinin uygulanmakta olduğu görülebilmektedir.
Niçin böyle görüldüğünün merkezinde, ABD’nin artık Dünyanın enerji zengini en büyük ülkesi olması vardır. ABD’nin enerji zenginliği, salt ekonomik açıdan görülebilecek bir olgu olmaktan çok uzaktır. Enerji zenginliğine bakarken, bunun politik ve askeri/güvenlik boyutlarını ve bağlı yansımaları da görmek gerekir.
Çin, Dünyanın en kalabalık ülkesidir. Hindistan, nüfus bakımından Çin’i takip etmektedir, ikinci en kalabalık ülkedir. Dünya nüfusunun yaklaşık üçte biri, bu iki ülkede yaşamaktadır. Bu iki ülke enerjide dışa bağımlıdır. Ve bunlar, bu iki ülkeyi ciddi bir pazara dönüştürmektedir.
Hint-Pasifik bölgesi, küresel deniz ticaretinin yaklaşık % 60’nın üzerinden yapıldığı ve Dünyanın en çok kullanılan limanlarının üzerinde yer aldığı deniz ticaret yolunu kontrol açısından son derece önemli bir bölgedir. Bunu, hem bu bölgenin ihtiyaç duyduğu enerjinin, hem de yükselişi ihracata dayalı Çin’in ihracatının çok önemli bir kısmının bu deniz ticaret yol üzerinden gerçekleştiği açılarından görmek gerekir. Tabiatıyla, salt ekonomik açıdan değil, politik ve askeri/güvenlik açılarından da…
Peki, bunlardan ne çıkmaktadır? Şunlar çıkmaktadır.
ABD, enerji zenginliğine pazar bulma peşindedir. Hint-Pasifik bölgesini kontrol etmesi, Çin ve Hindistan pazarları da dâhil, ABD’nin ciddi bir enerji pazarına sahip olmasının önünü açacaktır. ABD, hem Çin’in enerjide ana tedarikçisi olmak, hem de Çin’in ihracat yolunu kontrolü altında tutmak suretiyle, Çin’in yükselişi ile “oynama” imkânına kavuşacaktır. Sahip olacağı enerji pazarının büyüklüğü kaynak bulmayı ciddi bir sorun olmaktan çıkaracağı için, ABD, denizaşırı askeri varlığını korumada ve geliştirmede (güçlendirmede) de sıkıntıya düşmeyecektir.
Şöyle bir düşünüldüğünde, Başkan Trump’ın karşısına aldığı ülkelerin, ya enerji üreticisi ya da ciddi enerji tüketicisi ülkeler oldukları görülür. Bu bir tesadüf olarak kabul edilebilir mi? Bir tarafta Rusya, İran ve Venezuela, diğer tarafta da Çin… Başkan Trump’ın NATO’ya bakışı ve bazı Avrupa ülkeleri ile yaşadığı sorunu, enerji bağlamında görmek gerekir. Trump Yönetimi, Avrupa ülkelerini ABD’den daha çok enerji satın almaya zorlamakta; bunu da, daha çok dolaylı yollarla yapmaktadır. Ya satıcıların “önüne geçilmekte, satması engellenmekte; ya da ve çoğunlukla başka konularda ve/veya üçüncü aktörler eliyle sorunlar yaratılarak (ve/veya mevcut sorunlar ağırlaştırılarak) baskı uygulanmak suretiyle…
Başkan Trump, Keşmir konusunda arabulucu olmayı gündeme getirdi. Arkasından Yeni Delhi’nin Camnu Keşmir’in özel statüsünü kaldırması ile, Hindistan ile Pakistan arasında ciddi bir gerginlik ortaya çıktı. Bu, eğer her iki tarafın da ABD’nin desteğini aradığı bir durum olarak görülürse, iki tarafın da ABD’nin desteğini almak için ABD’den daha çok petrol/doğalgaz almaya yönelmeleri beklenemez mi? Pakistan’ın bu suretle Hindistan ile meşgul edilmesi, İran ile karşı karşıya, Yemen’deki iç savaşa angaje olmuş, içeride sorunlar yaşayan ve ciddi savunma/güvenlik riskleri ile karşı karşıya bulunduğu düşünülen “enerji üreticisi” Suudi Arabistan’ı Pakistan’ın desteğinden yoksun bırakır mı, bırakmaz mı? Pakistan’ın desteğinden yoksunluk, ABD’nin Suudi enerji kaynaklarına ve pazarını nüfuz etme imkânı verir mi, vermez mi?
Başkan Trump’a bugün bakarken, kendisinin görev süresinin ilk 1.5-2 yılına takılıp kalmamak, bunları görmek icap eder. Trump Yönetiminin bugünkü görüntüsü, nazarımda, başlangıçtaki görünümünden çok farklıdır. Mayıs 2007’de “Amerika Çökerken” diye kitap[ii] yazmış bir uzman/akademisyen olarak, bugün itibarıyla, Trump Yönetminin enerjipolitik merkezli cari dış politika anlayış ve uygulamasının ABD’yi Sovyetlerin çöküşüne benzer bir çöküşün kenarından alıp eski güçlü günlerine taşıyacağını düşünüyorum. En azından, izlenen enerjipolitik merkezli dış politikada bu potansiyeli görebiliyorum.
Yukarıda belirtilenlerden, ABD’nin geleceğinin büyük ölçüde Çin’e bağlı olduğu çıkmaktadır. Hem Çin’i ABD’nin ana enerji tedarikçisi olacağı bir sürece zorlamak, hem de bunun ne anlama geleceğini bilmenin etkisinde Çin’den gelebilecek tepkiye hazırlıklı olmak… Hint-Pasifik bölgesi, her ikisi için de, kritik önemi haiz bir coğrafyadır. Hint-Pasifik bölgesi, ABD’nin varlığını koruması ve geliştirilmesi ile çok yakından ilgilidir. Öyle ise, ABD’nin Hint-Pasifik bölgesine yönelik özel bir stratejiye sahip olduğunu; bu stratejinin de, Asya’yı aşan, bunun ilerisinde küresel bir mahiyet arz ettiğini düşünmek gerekmez mi?
Bütün bu belirtilenler ışığında, Başkan Trump’ın, “ABD’yi eski günlerine geri döndürmek, yeniden büyük ve zengin yapmak” söylemi ile görevi geldiğini hatırlıyorum. Kampanya döneminde, Trump’ın bu söylemini fazla ciddiye almamıştım. Fakat bugün, yavaş yavaş içinin doldurulduğunu düşünüyorum.
Başkan Trump, Kasım 2017’de Vietnam’da gerçekleşen APEC Zirvesi sırasında ve bu zirve münasebetiyle çıktığı Asya turunda sıkça “Hint-Pasifik” kavramını kullanmıştı. Arkasından, Mayıs 2018’de, ABD’nin Pasifik Komutanlığı’nın adı, Hint-Pasifik Komutanlığı olarak değiştirilmişti. Haziran 2018’de de, dönemin ABD Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan imzası ile “Hint-Pasifik Stratejisi Raporu” yayınlanmıştı. Bunlar ortada iken, Başkan Trump’ın sadece ticarete ve K.Kore’ye odaklandığı, üstelik her ikisi için de bir stratejisi olmadığı yolundaki görüşü havada kalmıyor mu?
“Hint-Pasifik Stratejisi Raporu” ve ABD’nin enerjipolitik merkezli cari dış politikası, sadece bugün için değil, görünür gelecek için de çok şey söylemektedir. Trump Yönetimi böyle giderse, ABD’nin, yeniden/yeni füzeler konuşlandırmak, mevcut askeri üslerini güçlendirmek ve yeni askeri üslere sahip olmak suretiyle, Hint-Pasifik bölgesindeki askeri varlığını çok daha belirgin hale getirecektir diye düşünüyorum. Tabiatıyla böyle bir durumda, ABD’nin küresel hegemonik güç olma özelliği tartışılır olmaktan çıkabilecek; ABD, yeni koşulların ürünü, yeni bir küresel hegemonyaya da sahip olabilecektir.
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 01 Eylül 2019.
[i] https://www.scmp.com/week-asia/geopolitics/article/3023190/military-bases-ballistic-missiles-whats-target-trumps-asia?utm_medium=email&utm_source=mailchimp&utm_campaign=enlz-scmp_today&utm_content=20190817&MCUID=6453d665d8&MCCampaignID=7460dab35f&MCAccountID=3775521f5f542047246d9c827&tc=24, 18.8.2019
[ii] Mayıs 2007, Ankara, Fark Yayınları, 191 sayfa.