DIŞARISI GÖZÜYLE TÜRKİYE’DEKİ 14 MAYIS SEÇİMLERİNE BİR BAKIŞ Prof. Dr. Osman Metin Öztürk 14 Mayıs’taki seçimler yaklaşıyor… Seçim sürecinde daha önce medyada çok rastlamadığım, seçimlere dış politika gözlüğü ile bakan bazı yorumları ve değerlendirmeleri görmeye başladım. Bunu olumlu bir gelişme olarak görüyorum. Çünkü iç ve dış politika arasındaki karşılıklı ve bağımlı ilişki nedeniyle, seçimlere ilişkin öngörüleri sadece iç dinamiklere dayandırmak eksik bir yaklaşım olur. Seçimlere, dış politika (dışarısı) gözüyle bakılması, seçimlere ilişkin öngörülerdeki isabet derecesini besleyecektir. Bu çalışma, bu mülahazanın ürünü, 14 Mayıs’taki seçimlere dair öngörülerin isabet derecesini artırmayı öngören bir çalışmadır. Çalışmada, yaşananlardan, gelişmelerden, yani olanlardan hareketle ABD, Rusya, Çin, AB, Türkiye’nin komşuları ve bölge açısından 14 Mayıs’taki seçimlere tarafsız ve gerçekçi bir gözle bakılmaya çalışılmıştır. 1. Türkiye’deki yüksek ABD karşıtlığı nedeniyle, Sayın Kılıçdaroğlu merkezli Millet İttifakı’na müzahir bir görüntünün varlığına rağmen, ABD’nin gerçekte AKP/Sayın Erdoğan merkezli Cumhur İttifakı’na müzahir olduğunu değerlendiriyorum. Çünkü hem Sayın Kılıçdaroğlu demokrasiyi özümsemiş bir isim, hem de kendisinin merkezinde yer aldığı Millet İttifakı’ndaki demokrasi özlemi çok yüksek. Bunlar, Sayın Kılıçdaroğlu merkezli Millet İttifakı’nın iktidarında, ABD’nin beklentilerini karşılamasının çok güç olacağını bana söylüyor. Oysa AKP/Sayın Erdoğan merkezli Cumhur İttifakı için aynı şeyleri söyleyemiyorum. Cumhur İttifakı’nın merkezindeki AKP/Sayın Erdoğan iktidarı, bugüne kadarki uygulamaları ile, sırf iktidar olmak/iktidarda kalmak için her şeyi yapabilecek bir görüntü vermiştir. Verdiği bir başka görüntü de, ABD’nin Türkiye’ye karşı yaptığı/yapmakta olduğu onca şeye rağmen, ABD’yi bir türlü “gönlünden” çıkaramamış olduğu görüntüsüdür. Bir de, konu bağlamında, AKP/Sayın Erdoğan iktidarında öne çıkmış ABD ile iş tutan siyasal İslamcılar ve Cumhur İttifakı içinde yer alan -bana göre bu suretle siyasal İslamcılar ile iş tutuyor gözüken- milliyetçiler var. Milliyetçilerin MHP üzerinden Cumhur İttifakı’nda AKP/Sayın Erdoğan iktidarının patronajı altına girmiş olması, ABD için özellikle önemlidir. Çünkü ABD, AKP/Sayın Erdoğan iktidarının bu patronajı üzerinden, bugün MHP engelini aşma imkânını yakalamış gözükmektedir. Onun içindir ki, önümüzdeki seçimlerden AKP/Sayın Erdoğan merkezli Cumhur İttifakı’nın önde çıkmasının ABD’yi rahatlatma potansiyelini çok yüksek görüyorum. Bir tarafta hukuku görmezden gelebilen, kendisini hukuksal ve siyasal denetimin dışında gören, istediğini istediği gibi yapmada kendisini özgür hisseden bir cumhurbaşkanı adayı; diğer tarafta hukuka saygılı, demokrasiyi özümsemiş, halkı önemseyen, halkın iradesine saygı duyan bir cumhurbaşkanı aday… Sizce hangi aday ABD’nin işine gelir? Halkı görmezden gelen mi, halka saygı duyan mı? 2. Türkiye ile Rusya arasındaki mevcut yakınlığa, en son geçtiğimiz gün açılışı yapılan Akkuyu Nükleer Tesisinin açılışında Rusya Devlet Başkanı Putin’den gelen açıklamalara bakılarak, yani “güne” ve “görünene” bakılarak, Rusya’nın seçimlerde AKP/Sayın Erdoğan merkezli Cumhur İttifakı’na müzahir olduğu/olacağı yorumları yapılıyor. Ancak bu yöndeki yorumlara itibar etmenin doğru olmayacağına inanıyorum. Çünkü Rusya ile ilgili olarak görmemiz gereken gerçekler var. ABD’den farklı olarak, Rusya, Türkiye ile aynı coğrafyayı paylaşmaktadır. Bunun ötesinde, mevcut/potansiyel ciddi sorunlarının çoğunda, Rusya için, Türkiye kritik önemi haiz bir ülkedir. Böyle bir ülke (Türkiye) ile -sürekli güven sorunu yaşayacağı bir iktidar ile- iş tutmak, Rusya için çok yıpratıcıdır. Ve bu, kaçınılmaz bir şekilde, Rusya’nın bölgesel ve küresel pozisyonlarına da olumsuz olarak yansımaktadır. Rusya için, AKP/Sayın Erdoğan iktidarında, Türkiye’de siyasal İslam’ın öne çıkması ve Türkiye’yi militan İslami aşırıcılık ile ilişkilendiren iddiaların gündeme gelmesi de önemlidir. Çünkü bunlar, Rusya’nın “arka bahçem” dediği eski Sovyet coğrafyasındaki varlığını/nüfuzunu koruması ve Kuzey Kafkasya ile ilgili potansiyel riskleri göğüslemesi ile yakından ilgili hususlardır. Bir de ABD’yi bir türlü gönlünden çıkaramadığı görülebilen/anlaşılabilen bir AKP/Sayın Erdoğan iktidarı vardır ki, bu noktada Rusya’nın ABD ile karşı karşıya olduğunu da hatırlamak icap eder. Temel de bu mülahazalar ışığında Rusya açısından baktığımda, Sayın Kılıçdaroğlu merkezli Millet İttifakı’nın seçimde önde çıkmasının Rusya’yı rahatlatacağını, bu rahatlamanın Rusya’nın ilgi ve kuvvet kaydırmada hareket serbestisini artıracağını düşünüyorum. 3. Çin’in, Türkiye’deki seçimlere, ABD ve Rusya kadar ilgi göstermesini beklemiyorum. Ancak bundan, Çin’in Türkiye’deki seçimlere sırtını döndüğü/döneceği anlamı da çıkarılmamalıdır. Çin için, AKP/Sayın Erdoğan iktidarında, Türkiye’de siyasal İslam’ın öne çıkmış ve Türkiye’yi militan İslami aşırıcılık ile ilişkilendiren iddiaların gündeme gelmiş olması önemlidir. Yine Çin için, Türkiye’nin Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile olan ilişkileri de önemlidir. Keza Çin’in güncel dış politika anlayışı ve uygulamaları da bellidir. Çin, barışçıl ve iç işlerine karışmamayı öngören bir dış politika anlayışına sahiptir. Tayvan sorunu da dâhil Asya’nın doğusundaki sorunlar, Çin’in barışçıl bir dış politika anlayışına sahip olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. O sorunların içinde, Çin’i karşısına almış, o sorunları Çin’e karşı istismar eden ABD’nin yer aldığını görmek gerekir. Bunlar ışığında ve genel olarak, Sayın Kılıçdaroğlu merkezli Millet İttifakı’nın seçimlerde önde çıkmasının Çin’in daha çok işine geleceğini söylemek mümkündür diye düşünüyorum. 4. AB-Türkiye ilişkilerinin AKP/Sayın Erdoğan iktidarında nereden nereye geldiği ortada… Herkes görüyor. Türkiye, 20 yıl önce tam üyeliğe çok yakın gözükür iken, bugün tam üyeliğe çok uzak düşmüş gözüküyor. Sayın Erdoğan, ABD’ye bir türlü sergileyemediği sert tavrı, AB’ye/üye ülkelere sıkça sergiledi diyebiliriz. AB’nin/üye ülkelerin bunu unutacağını beklemek yanlış olur. AB’nin ve çoğu üye ülkenin, AKP/Sayın Erdoğan iktidarı ile çalışmayı istemediği, AKP/Sayın Erdoğan iktidarına güvenmediği, bir sır değil, bunlar da biliniyor. Bu arada, Avrupa’da çalışan-ikamet eden Türk vatandaşlarını ve Sayın Erdoğan’ın zaman zaman bu vatandaşlarımız üzerinden bazı Avrupa ülkelerinin liderlerine tehdit içeren sert mesajlar verdiğini de unutmamak gerekir. AB/üye ülkeler için, muhataplarının istikrarı önemlidir diye düşünüyorum. Konu ile ilgili gördüğüm bir de şu husus var ki, bunun konu bağlamında ayrıca önemli bir etken olduğunu düşünüyorum: ABD Başkanı Biden döneminde her gün biraz daha belirginleştiği görülen, AB’nin bir “yol ayrımına” doğru ilerlemesi durumu var. Bu durum, yani ABD-Avrupa ayrışması, Avrupa’nın gözünde Türkiye’yi öne çıkaran ve daha da değerli kılan bir durumdur. Böyle iken, AB’nin, Avrupa’nın önde gelen ülkelerinin Türkiye’deki seçimlere ilgi duymaması beklenemez. Bana göre, (i) Türkiye’deki seçimlerden AKP/Sayın Erdoğan merkezli Cumhur İttifakı’nın önde çıkmasının, AB’nin/Avrupa’nın ABD’ye olan bağımlılığını besleme, başka bir ifadeyle ABD-AB/Avrupa ayrışmasını geciktirme gibi bir sonucundan söz etmek mümkün. (ii) Türkiye’deki seçimlerden Sayın Kılıçdaroğlu merkezli Millet İttifakının önde çıkmasının ise, hem AB’yi/Avrupa’yı ABD’nin kuyruğu olmaktan, ABD’nin yol açtığı sorunlara -iradesi dışında- taraf olmaktan uzaklaştırıcı bir etkisi olabilir, hem de AB’nin kendi savunma ve güvenlik mimarisini oluşturmada daha hızlı yol almasına hizmet edebilir. Bütün bunlar ışığında, AB’nin/üye ülkelerin, Türkiye’deki seçimlerde AKP/Sayın Erdoğan merkezli Cumhur İttifakı’na mesafeli duracaklarını öngörüyorum. Seçimlerden Sayın Kılıçdaroğlu merkezli Millet İttifakı’nın önde çıkması, Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir sayfa açılmasına imkân verebilir, her iki tarafın da çıkarlarına hizmet edecek gelişmelerin yaşanmasına elverişli bir ortam doğabilir. 5. Geleyim, seçimlerin Türkiye’nin komşuları açısından ele alınmasına… Önce İran… İran’a bakarken, İran’ın Irak’taki ve Suriye’deki belirgin nüfuzu nedeniyle, Türkiye’nin “fiilen” artık Irak ve Suriye üzerinden de İran’a komşu olduğunu görmek gerekir. Türkiye ile İran arasındaki güç dengesi, maalesef AKP/Sayın Erdoğan iktidarında Türkiye’nin aleyhine bozulmuştur. Türkiye’de birlik-beraberlik ciddi şekilde bozulmuştur. Orduya/askerlere kurulan kumpaslar, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nin caydırıcılığından adeta çalmıştır. Ülke ekonomisi berbattır. Türkiye, dışarıda çoğu ülke ile kavgalı, yalnız bir ülke haline gelmiştir. Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğüne yönelik tehdit, AKP/Sayın Erdoğan iktidarında özellikle Suriye üzerinden daha bir ciddiyet kazanmıştır. Bu hale gelmiş bir Türkiye’nin İran’ın işine geldiği-İran’ı rahatlattığı düşünülürse, seçimlerde İran’ın AKP/Sayın Erdoğan merkezli Cumhur İttifakı’nın karşısında yer alabileceği düşünülebilir mi? Bunun düşünülmesi gerçekçi bulunabilir mi? Geleyim Yunanistan’a… Yunanistan, ne yapacağı belli olmayan, bu nedenle güven vermeyen AKP/Sayın Erdoğan iktidar karşısında, güvenliğini sağlamak için ülkesini ABD’ye açmıştır. Girit’te ve Batı Trakya’da yeni ABD askeri konuşlanmaları olmuştur. AB üyesi Fransa’nın da Batı Trakya’da kalıcı statüde askeri varlık bulunduracağı medyaya yansımıştır. Bunlar, artan savunma harcamaları ile birlikte Yunan ekonomisini daha da zora sokmuş, ülkenin ABD’ye açılmasına Yunan kamuoyundan ciddi tepki gelmiştir. Bunlar, Yunanistan’ın siyaset kurumunda ciddi sıkıntıya/sıkışmaya yol açmış gözükmektedir. Bunun, Yunanistan’da 21 Mayıs’taki seçime yansımaması beklenemez. Bu arada, Yunanistan, AKP/Sayın Erdoğan iktidarında, hem Ege’de kendisine ait olmayan/kendisine bırakılmamış olan birçok küçük adayı, adacığı sahiplenmiş, hem de bunları ve gayri askeri statüde olması koşulu ile kendisine bırakılmış adaları uluslararası hukuku ihlal ederek askerileştirmiştir/silahlandırmıştır. Bu, kimse konuşmasa da, Türkiye ile Yunanistan arasında çok kırılgan ya da her an kırılabilir bir duruma yol açmıştır. Yunanistan’ın ülkesini ABD’ye açmasının arkasındaki asıl nedenin bu olduğunu ileri sürmek mümkündür. Bu tabloda, Yunanistan için, Türkiye’deki seçimlerden AKP/Sayın Erdoğan merkezli Cumhur İttifakı’nın önde çıkmasının anlamı, gerilimin artması, sıcak çatışma ihtimali olacaktır. Yunanistan, AB üyesi olmasına ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi üzerinden de Türkiye’yi eş zamanlı olarak angaje etme avantajına sahip olmasına rağmen, bunu kaldıracak durumda gözükmemektedir. O itibarla, Türkiye’deki seçimlerden Sayın Kılıçdaroğlu merkezli Millet İttifakı önde çıkarsa, Yunanistan derin bir “oh” çekecektir diye düşünüyorum. Ve bu sonucun, 21 Mayıs’ta Yunanistan’da yapılacak seçimlerde de ifadesini bulmasını bekliyorum. Konu bağlamında Irak ve Suriye için ayrı bir değerlendirmeye gerek görmüyorum. Bağdat’ın da, Şam’ın da durumu ortada… Ancak özellikle Suriye’nin kuzeyine ilişkin olarak şunu ifade etme ihtiyacı duyuyorum: Seçim sürecinde gündeme gelen iddiaların aksine, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın cumhurbaşkanlığı seçiminde Sayın Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı almasına dayandırılan yorumların aksine, Sayın Kılıçdaroğlu merkezli Millet İttifakı’nın seçimlerden önde çıkmasının bölücü/ayrılıkçı Kürtlerin beklentilerini boşa çıkaracağını değerlendiriyorum. Çünkü ayrıştırıcı, ötekileştirici ve aşağılayıcı siyaset dili gittiğinde, demokrasi ve hukuka saygı geri geldiğinde, adalete güven yeniden tesis edildiğinde, bölücü/ayrılıkçı Kürtçülük, içeride de dışarıda da “cazibesini” zaten kaybedecek, zaten zayıflayacaktır. Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile ilişkilerimiz açısından söyleyeceğim ortak tek şey, AKP/Sayın Erdoğan merkezli Cumhur İttifakı’nın seçimlerden önde çıkmasının bu ülkeleri sıkıntıya sokacağı, bu ülkeleri yeni gaileler ile karşı karşıya bırakacağı; Sayın Kılıçdaroğlu merkezli Millet İttifakı’nın önde çıkmasının ise, bu ülkeleri rahatlatacağıdır. 6. Türkiye’deki seçimlere, bölge (Ortadoğu) açısından baktığımda (İran’a, Irak’a ve Suriye’ye yukarıda değindiğim için burada ayrıca değinmeyeceğim), İsrail, Suudi Arabistan, Sünni İslam Dünyası, Arap Dünyası öne çıkıyor. Bunların AKP/Sayın Erdoğan iktidarına bakışları da, mesafeli duruşları da, AKP/Sayın Erdoğan iktidarının bunlar nezdinde içine düşmüş olduğu durum da, az-çok içeride ve dışarıda hemen herkesçe biliniyor. İstikrar göstermeyen, güvenilmeyen, her an her şeyi yapabilecek AKP/Sayın Erdoğan iktidarı görüntüsü, bölgede de görülüyor. Bunların bilinmesinin Türkiye’deki seçimlere ilişkin siyasal izdüşümleri olmaz mı? Olacaktır, vardır. AKP/Sayın Erdoğan iktidarının, bir meydan okuyan bir el açan, uzun süre Müslüman Kardeşleri “sıkı” şekilde desteklemiş, bir ara Sünni İslam Dünyasının hamiliğine soyunmuş, Tahran’ı ve Riyad’ı çağrıştırır bir mecrada zaman zaman militan İslami aşırıcılık ile ilişkilendirilmiş, Ortadoğu halkının gözündeki “zalim ABD”yi bir türlü gönlünden çıkaramamış görüntüsü… BOP’nin, Arap Baharı’nın ve bunlar kapsamında AKP/Sayın Erdoğan iktidarının ABD’nin yanında bölge ülkelerine karşı vaziyet alışı… Bunların bölgede unutulabileceği, Türkiye’deki seçimlere ilişkin izdüşümlerinin olmayacağı düşünülebilir mi? Suriye’nin bugün içinde bulunduğu durumda, AKP/Sayın Erdoğan iktidarının payı; daha öncesinde, Irak’ın bugün içine düşmüş olduğu durumda ABD ile birlikte hareket eden Türkiye’nin payı, yok mu? Bütün bunlar ışığında, tabiatıyla, seçimlerden AKP/Sayın Erdoğan merkezli Cumhur İttifakı’nın önde çıkmasının bölgede istenmeyeceği çıkıyor. Ancak Ortadoğu, kendine özgü koşulları-özellikleri olan bir coğrafyadır. Ortadoğu’nun siyasal kültürü, Ortadoğu’da gücün dağılımı/kullanımı çok farklıdır. İsrail hariç, bölge ülkelerinde yönetimi/gücü elinde tutanlar, halka rağmen iktidarlarını sürdürebilmek için, perde gerisinde kirli ittifaklar yapabiliyorlar. Ülkelerindeki ABD karşıtlığı çok yüksek olmasına rağmen ABD ile iş tutmaya devam edebiliyorlar. Ya da ABD’nin yerine bugün olduğu gibi Rusya’yı (ve Çin’i) koyup Rusya’ya yanaşabiliyorlar. Bütün bunlar, Ortadoğu konusunda isabetli öngörülerde bulunmayı zorlaştırıyor ve maalesef bu zorluk, Türkiye’deki seçimlere bakışları konusunda da kendisini gösteriyor. Ortadoğu’da Türkiye’deki seçimlere nasıl bakıyor? Bu konuda belirgin bir öngörüde bulunmak güç. Ancak bölgeye ilişkin bu güçlüğün aşılmasında anlamlı olduğunu düşündüğüm bir husus var. O husus da, bölgede nüfuz sahibi süper güçten yola çıkılması, yani bölgenin o süper güce paralel bir yaklaşım içinde hareket edeceğidir. Dolayısıyla, bugün bölgede ABD’nin nüfuzu azalırken Çin’in ve Rusya’nın güçlendiği çıkış noktası alındığında, Ortadoğu’nun Türkiye’deki seçimlere bakışı konusunda Pekin’e ve Moskova’ya işaret etmek uygun olacaktır diye düşünüyorum. Özelde, İsrail için ise, Türkiye’deki seçimlerden Sayın Kılıçdaroğlu merkezli Millet İttifakı’nın önde çıkmas
TÜRKİYE’DEKİ 14 MAYIS SEÇİMLERİNE YABANCI VE YERLİ SERMAYE AÇISINDAN BİR BAKIŞ
Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Yabancı sermayenin önemli bir kısmının ülkeyi terk ettiği, yerli sermayenin de çeşitli yollarla yurt dışına kaçmaya çalıştığı yazılıyor, konuşuluyor. Yeni bir şey değil, bunu biliyoruz. Peki, yabancı ve yerli sermayedeki bu kaçış niye? Bu kaçışın arkasındaki en temel etkenlerden biri, hiç şüphesiz, AKP/Sayın Erdoğan iktidarında ülkede hukuka olan bağlılığın/saygının ve adalete duyulan güvenin belirgin bir erime sürecine girmiş gözükmesi ve bunun, yabancı ve yerli sermaye nezdinde yol açtığı güvensizliktir. Sermaye güven duyacağı limanlar ister. Kendisini-geleceğini güvende görmediği yerlerden kaçar. Yabancı ve yerli sermaye, yatırım için gereklidir. Yatırım olmadan, iş, istihdam, üretim, ihracat olmaz, enflasyonun aşağıya çekilmesi çok zordur. İnsanların geçim koşulları iyileştirilemez, refah ve mutlulukları sağlanamaz, gelecek endişeleri giderilemez. Nasıl ki sermaye, geleceğini güvende görmediği yerlerden kaçıyorsa; insanlar da, özellikle nitelikli iş gücü de, geleceklerini güvende görmedikleri yerlerden kaçarlar, güvenli limanlar ararlar. Yani ülkeden kaçışlar devam eder. Yabancı ve yerli sermayeye olan ihtiyaç böyle bir şey… Yani yabancı ve yerli sermayenin, nitelikli iş gücünün ülkeden kaçışı ile, ülke ekonomisinin berbat durumu arasında bir neden sonuç ilişkisi vardır; ülke ekonomisinin berbat durumunda, yabancı ve yerli sermaye ile nitelikli işgücünün ülkeden kaçışının çok belirgin bir yeri/rolü vardır. Tabiatıyla, bu noktada, “beton ekonomisi”nin ürünü “yeni sermaye”nin, sermaye kaçışları ile ortaya çıkan boşluğu doldurması, ülkenin yatırım ihtiyacını karşılaması da mümkün görülememektedir. Böyle bir potansiyeli yansıtmamaktan çok uzak da gözükmektedirler. “Beton ekonomisi” üzerinden gerçekleşmiş yeni sermayenin/zenginleşmenin, AKP/Sayın Erdoğan iktidarında geçen 21 yılda ülkede belirgin-ciddi yeni yatırımlara yönelmemiş olduğu da ortadadır. Lütfen bu noktada bir de şunu hatırlayınız: “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile birlikte, hukuken ve fiilen bütün gücü elinde toplamış, hem iktidar partisi AKP’nin Genel Başkanı, hem de Cumhurbaşkanı sıfatlarını birlikte uhdesinde taşıyan bir Sayın Erdoğan var. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmesi ile birlikte, çağdaş demokrasilerin olmazsa olmazı kuvvetler ayrılığı anlamını kaybetmiş, yasamayı ve yürütmeyi hukuken, yargıyı da dolaylı yollardan/fiilen kontrol eden bir Sayın Erdoğan ortaya çıkmıştır. Bunlardan, hukuka bağlılıkta/saygıda ve adalete duyulan güvende ortaya çıkmış aşınmanın/erimenin de, ülke ekonomisinin içine düşmüş olduğu berbat durumun da, asıl sorumlusunun Sayın Erdoğan olduğu çıkmıyor mu? Bütün yetkileri/gücü elinde toplamış gözükmesinden bu çıkmıyor mu? Bu belirtilenler ışığında, şöyle bir tablo ortaya çıkmıyor mu? Önce hukuka olan bağlılık/saygı ile adalete duyulan güvende ciddi bir aşınma/erime ortaya çıkmış… Sonra bu aşınma/erime, yabancı ve yerli sermayenin ve nitelikli işgücünün ülke dışına kaçmasına neden olmuş… Bu kaçış da, ülke ekonomisine olumsuz olarak yansımış, sonuçta ekonomi kötüleşmiş, enflasyon artmış, Türk parasının alım gücü düşmüş, geçim şartları ağırlaşmış, gelecek endişesi artmış… AKP/Sayın Erdoğan iktidarında, yabancı ve yerli sermaye ile nitelikli işgücünün ülkeden kaçışını böyle görmek gerekir diye düşünüyorum. Ülke, bu koşullarda bir seçime gidiyor. Ve bu seçimde AKP iktidarının başındaki isim olarak Sayın Erdoğan, üçüncü kez Cumhurbaşkanı adayı… Şimdi hukuka bağlılık/saygı ve adalete olan güven bağlamında şunları dikkatinize sunuyorum: (i) Sayın Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerine üçüncü kez katılması, hukukçuların/uzmanların kahır ekseriyeti tarafından hukuka aykırı bulunuyor. Çünkü yürürlükteki Anayasaya göre, bir kimse en fazla iki kez Cumhurbaşkanı olabiliyor. (ii) Mevcut anayasal sistemimiz, lafız ve ruhu ile, seçimlerin temiz, adil, bağımsız ve tarafsız olmasını öngörüyor; bunun sağlanması için de, seçimlerin, “yargının” yönetiminde ve denetiminde yapılacağı, anayasada ve diğer ilgili mevzuatta hükme bağlanmış. Hukuksal ve siyasal durum bu ama, yargının siyasal iktidarın kontrolüne girdiği konuşuluyor. Buradan hareketle, siyasal iktidarın kontrolündeki bir yargının yönetimi ve denetimi altında işleyen bir seçim sürecinin yaşanmakta olduğunu söylemek sanırım yanlış olmayacaktır. (iii) Yüksek Seçim Kurulu, onca itiraza rağmen Sayın Erdoğan’ın üçüncü kez cumhurbaşkanlığı seçimine katılmasına evet demiştir. (iv) Hukuksal ve siyasal açıdan seçimlerin temiz, adil, bağımsız ve tarafsız olması öngörülmüş iken; bu esas, çağdaş demokratik yönetimlerin bir gereği iken; bu genel esas değişmemiş ve bu esas uyarıca daha önceki uygulamada bazı bakanlıkların başına seçim sürecinde “bağımsız isimler” atanıyor iken; şimdi bakanların çoğu milletvekili adayı, hem görevlerine devam ediyorlar, hem seçim çalışmalarını yürütüyorlar, hem de bakanlıklarının her türlü imkânlarını seçim çalışmalarında kullandıkları görülüyor, işitiliyor. (v) AKP/Sayın Erdoğan iktidarının TBMM’de çoğunluğu elinde bulundurması sayesinde geçtiğimiz yıl Meclis’ten geçirdiği, mevcut anayasal sistemimizde geçerli “seçimlerin temiz, adil, bağımsız ve tarafsız” olması ilkesi bağdaşmayan bir düzenleme ile, cumhurbaşkanının aday olarak katılacağı seçimlerde seçim yasaklarından muaf olması, devlet imkânlarından yararlanması öngörülmüş idi. Lütfen bunu bir düşününüz; bir tarafta partisel/kişisel imkânlarla seçim çalışmalarını yürüten bir cumhurbaşkanı adayı, diğer tarafta devletin açık/örtülü bütün imkanlarından hiçbir kısıtlama olmadan kullanan ve “Cumhurbaşkanı şapkasını” taşıyan bir başka cumhurbaşkanı adayı!… Söyler misiniz, adalet ve hukuk bunun neresinde var? Mevcut anayasal sistemimizde geçerli olan hususlar, özellikle hukukun genel ilkelerinden olan “adalet” ve “silahların eşitliği” ilkelerine açık aykırılık yok mu? Üstelik “Cumhurbaşkanı”, sadece cumhurbaşkanlığı seçimi için değil, Genel Başkanı olduğu partisi için milletvekili seçimleri için de anlamlı, “olağanüstü” imkânlarla donatılmış gözükmüyor mu? Bunlar “içe sindirilerek” katılınılan bir seçim ve bu suretle elde edilecek bir seçim başarısı, hukuka ve adalete bağlılık/saygı adına size ne söylüyor? Yasallık tek başına hukuksal meşruiyet için bir ölçü olabilir mi? (vi) AKP/Sayın Erdoğan iktidarında, ifade edildi, yaşandı, görüldü, ne Anayasa Mahkemesi’nin, ne de İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin kararlarına uyuluyor ve saygı gösteriliyor. Oysa Anayasamız, yargı kararlarının herkesi bağlayacağını, herkesin yargı kararlarına uymakla mükellef olduğunu söylüyor. Keza, yine Anayasamız, taraf olduğumuz uluslararası düzenlemeler üzerinden uluslararası yargı yerlerince verilecek kararlara evleviyetle uyulacağını da öngörüyor. (vii) Bir de, yargının, olan hukukun uygulanmasında “kanun önünde eşitlik” ilkesini gözetmede yaygın soru işaretlerine yol açması durum var. Bu durumun, toplumda öne çıkmış yargıya olan güvensizlikte ifadesini bulduğunu ve medyaya yansıyan haberlerde geçen, savcıların açtığı/açmadığı soruşturmalar ve hâkimlerin verdiği/vermediği kararlar üzerinden görülebileceğini düşünüyorum. Bütün bu sıraladığım hususlar, ülkede hukuka saygının/bağlılığın ve adalete olan güvenin ciddi derecede sorunlu olduğunu göstermekle kalmıyor, bunun içinde bulunduğumuz seçim sürecine yansıdığını da gösteriyor. Yani hukuka bağlılık/saygı ile adalete duyulan güven konusundaki önemli sorun, içinde bulunulan seçim sürecinde de devam ediyor, haliyle seçimden sonra da devam edecek gözüküyor. Şimdi lütfen yabancı ve yerli sermayenin ülkeden kaçışına ilişkin şu iki soruyu kendi kendinize sorunuz: Bir, iktidarlarında hukuka bağlılığın/saygının ve adalete olan güvenin ciddi şekilde sarsılmış olduğu AKP/Sayın Erdoğan iktidarının önümüzdeki 14 Mayıs’ta yapılacak seçimlerden önde çıkması halinde, yabancı ve yerli sermaye ülkeye döner mi? İki, AKP/Sayın Erdoğan iktidarının, evrensel hukuk anlayışının ve bizim yürürlükteki anayasal sistemimizin bir parçası olan “adalet” ve “silahların eşitliği” ilkeleri ile bağdaşmayan bir surette, devletin açık/örtülü bütün imkânlarını hiçbir kısıtlama olmadan kullanarak (olağanüstü imkânlarla) 14 Mayıs’taki seçimlere katıldığı ve önde çıktığı bir seçimin sonucuna yabancı ve yerli sermaye itibar eder mi, güven duyar mı? Ben sanmıyorum. Lafa değil, icraata bakacaklardır. Ülkenin hukuka bağlılık/saygı ve adalete olan güven konusundaki durumu da, bu durumun devam eden seçim sürecinde ifadesini bulmuş olduğu da, dolayısıyla AKP/Sayın Erdoğan iktidarının seçimden önde çıkmasının ülkedeki berbat durumu değiştirme ihtimalinin çok zayıf gözüktüğü de, ortada… Yabancı ve yerli sermaye ile nitelikli iş gücü bunlara bakacaktır. Bir de, bunlara bakılarak yapılabilen, AKP/Sayın Erdoğan iktidarının 14 Mayıs’taki seçimlerden önde çıkması ile hukuka bağlılık/saygı ve adalete olan güven konusunda durumun daha da geriye gidebileceği öngörüsü/tahmini var ki, yabancı ve yerli sermaye ile nitelikli işgücü bunu da dikkate alacaktır. Yani önümüzdeki 14 Mayıs’ta yapılacak seçimlerden AKJP/Sayın Erdoğan iktidarının önde çıkması, yabancı ve yerli sermayenin ve nitelikli işgücünün ülkeye geri dönüşünü sağlamayacaktır, bunu çok zayıf bir ihtimal olarak görüyorum. Hatta ülkede kalan yabancı ve yerli sermaye ile nitelikli işgücünün önemli bir kısmının ülke dışına kaçışını hızlandırabileceğini de düşünüyorum. Peki, bu ne demek? Şu demek: Ülkede yatırım daha da zorlaşacaktır. Yatırımın zorlaşması da, bağlı olarak iş, istihdam, üretim, ihracat sorunlarını ağırlaştıracaktır, enflasyonun aşağıya çekilmesi imkânı kaybolacaktır. İnsanların refah ve mutluluğundaki gerileme devam edecektir, geçim zaten zordu daha da zorlaşacaktır, gelecek endişeleri güçlenecektir, ülke dışına kaçışlar artarak devam edecektir. Peki, bu suretle ortaya çıkmış/çıkacak yatırımdaki ve nitelikli işgücündeki boşluğun “beton ekonomisi”nin ürünü “yeni sermaye” tarafından doldurulması mümkün mü? Ne yazık ki; şu aşamada, bunu, kısa ve orta vadede olabilecek bir şey olarak göremiyorum. Beton ekonomisinin ürünü “yeni sermaye”, böyle bir potansiyeli yansıtmaktan çok uzak gözüküyor. Niye böyle görüyorum? Bir, çünkü beton ekonomisinin ürünü “yeni sermaye” AKP/Sayın Erdoğan iktidarında -20 yılı aşkın süre içinde- belirgin yeni yatırımlar üzerinden kendilerini gösterememişlerdir. İki, beton ekonomisinin çok fazla nitelikli işgücünü gerektirmemesidir. Durumu böyle görüyorum. Ankara, 17 Nisan 2023, 14:45 TÜRKİYE’DEKİ 14 MAYIS SEÇİMLERİ: RUSYA KENDİ ELİYLE KENDİ AYAĞINI BAĞLAR MI? Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Birçok kez yazdım… Önümüzdeki seçimler, dış politikadan (uluslararası ilişkilerden) soyutlanarak görülemez, görülmemelidir. Bu siyasetin doğasına aykırı olur. Bu seçim çok önemli. İnsanımız bir yol ayrımında; ya karanlığın zifiri karanlığa dönüşmesine evet diyecek ya da karanlıktan kurtulup aydınlık güzel günlere doğru yol almaya başlamak için evet diyecek… Bu seçimleri ben böyle görüyorum. Onun içindir ki, bu seçimi, tarihte ifadesini bulacak önemli bir seçim olarak da görüyorum. Hatırlayınız… Çok partili döneme geçilmesi ile birlikte başlayan ABD ile yakınlaşma, Soğuk Savaş yıllarında komşu/bitişik Sovyet tehdidi nedeniyle zirve yapmıştı. Fakat Sovyetlerin dağılması ile birlikte ABD ile ilişkilerde tersine bir süreç başlamış; bugün ise, ABD, Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğünü tehdit eden işler içinde gözüküyor. Bu nedenle de Türkiye’de çok ciddi bir ABD karşıtlığı ortaya çıkmış. Ve ABD karşıtlığı kolay kolay aşılamayacak bir mahiyet arz ediyor. ABD ile yeniden bir yakınlaşmanın yaşanması, şu aşamada olabilecek bir şey gibi gözükmüyor. Yine hatırlayınız… Osmanlı-Rus ilişkilerini, savaşları ve sonuçlarını… Osmanlı döneminden devralınan, Mili Mücadele yıllarındaki Sovyet yardımlarının bile telafi edemediği, Ruslara ilişkin olumsuz algı… ABD ile ilişkilerin yakın olduğu Soğuk Savaş yıllarında Türkiye’deki Sovyetlere bakış da biliniyor. Yakın tarihe baktığımda Ruslarla bir türlü belirgin/kalıcı bir yakınlaşmayı yaşayamadığımızı görüyorum. Sovyetlerin dağılması ile birlikte ABD’nin gerçek yüzü giderek daha iyi görülüyor. ABD, sözde müttefik, dost, stratejik ortak ama, gelin görün ki açıkça Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğünü hedef alan işler için de, resmi yetkilileri açıkça bunu dışa vuruyor. Türkiye’nin içerideki ve dışarıdaki durumu da, Türkiye’nin bulunduğu bölgenin durumu da, bölgede yaşananlar da ortada… Herkes bunu görüyor. Gelinen bu güncel durum ışığında, Türkiye ile Rusya arasında ortaya çıkmış bir yakınlaşma var. Ancak bu yakınlaşmayı samimi ve sürdürülebilir görmekte zorlanıyorum, her an kırılabilir bir görüntü algılıyorum. Türkiye ile Rusya arasında, bölgesel koşulların empoze ettiği bir yakınlaşma var ve bu yakınlaşmanın arz ettiği görünüm de bu… Nasıl bir görünüm arz ederse etsin, Türkiye ile Rusya arasındaki mevcut yakınlık Türkiye için de, Rusya için de, önemlidir. Her şeyden önce iki ülke aynı coğrafyayı paylaşmaktadırlar, tarihten gelen bir tanışıklıkları vardır; bölgenin durumu da, Türkiye’nin ve Rusya’nın karşı karşıya bulunduğu tehditler/riskler de bellidir, biliniyor. Onun içindir ki, Türkiye ile Rusya arasındaki mevcut yakınlığı, AKP/Sayın Erdoğan iktidarı ile açıklamak sübjektif/yanlı bir bakış açısı olur, gerçeklerle bağdaşmaz. Mevcut Türkiye-Rusya yakınlaşması, koşulların/konjonktürün ürünü bir yakınlaşmadır ve bu çok açıktır. Bu niye çok açıktır? Ortada, (i) “BOP Eş Başkanı” olarak anılan, (ii) Türkiye’de ABD tarafından iktidara taşındığı açık olan, (ii) Türkiye’ye karşı artık açıktan ve resmi olarak hasmane bir yaklaşım içinde olduğunu göstermiş ABD’ye karşı sözün ötesine geçmeyen bir tepki vermemiş, bir AKP/Sayın Erdoğan iktidarı vardır da ondan… Böyle bir iktidarın oturup düşünüp değerlendirip ABD’ye rağmen Rusya ile yakınlaşmaya karar vermesi mümkün müdür? Türkiye’yi Rusya ile yakınlaşmaya koşulların/konjonktürün sürüklediği açıktır. Yani mevcut Türkiye-Rusya yakınlaşması, AKP/Sayın Erdoğan iktidarının üzerinde önceden çalışılmış, koşullar/konjonktür farklı olsaydı bile öngörülmüş, bir tercih değildir. Peki, bu konuya niçin işaret etme ihtiyacı duydum? Şunun için: Başlangıçta ifade etmiştim, önümüzdeki seçimleri dış politikadan (uluslararası ilişkilerden) soyutlayarak göremeyiz, görmemeliyiz. Bu bizi yanlışa götürür. 14 Mayıs seçimleri yaklaşıyor… ABD, Ankara’daki Büyükelçisi marifetiyle Sayın Kılıçdaroğlu’na müzahir bir görüntü verdi, ancak bu görüntü o kadar önemli değil. Çünkü Türkiye’deki ABD karşıtlığı çok ciddi bir noktada ve Türk kamuoyundaki bu karşıtlık, iktidara gelenin ABD konusunda hareket serbestisini kısıtlayacaktır. Halka rağmen, halktan gizlenerek ABD ile iş tutulması gelinen noktada artık çok zor olacaktır. Bir de, arkasında bölgedeki durumun yer aldığı, kaçınılamaz, devam eden, ABD ile karşı karşıya gelme durumu var. Türkiye/Türkiye’deki seçimler bağlamında Rusya’nın ABD’den birçok açıdan farklı bir durumu vardır. Rusya, önümüzdeki seçimlere ilişkin olarak, AKP/Sayın Erdoğan iktidarına müzahir bir görüntü veriyor gibi gözüküyor. Rusya Dışişleri Bakanı’nın geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Türkiye ziyareti, Türk kamuoyu nezdinde bu yönde yaygın bir algıya yol açtı. Rusya’nın Türkiye’deki seçimlere ilişkin olarak verdiği bu görüntünün ve yol açtığı algının, orta ve uzun vadede politik, ekonomik ve askeri açılardan, hatta Rusya’nın ülke ve ulus bütünlüğü açısından çok ciddi riskli olduğunu düşünüyorum. Niye böyle düşünüyorum? Çünkü Rusya’nın büyük ülkesinin “militan İslami aşırıcılık” tehdidi altında olduğu biliniyor ve bu tehdidin arkasında ABD’nin olduğu da sıkça dile getiriliyor. Rusya için hal böyle iken; (i) Yakın zamana kadar içeride ve dışarıda AKP/Sayın Erdoğan iktidarını “militan İslami aşırıcılık” ile ilişkilendiren iddialar gündeme gelmiyor muydu? (ii) AKP/Sayın Erdoğan iktidarında, yürürlükteki anayasaya rağmen, Türkiye’nin bilinen çizgisi bir değişim sürecine girip Türkiye’de “siyasal İslam” öne çıkmış gözükmüyor mu? (iii) Türkiye için Afganistan’a dönüşme riski ile karşı karşıya olduğu yorumları yapılmıyor muydu? (iv) En son, Hizbullah ile ilişkilendirilen HÜDAPAR AKP/Sayın Erdoğan merkezli Cumhur İttifakı’na dâhil olmadı mı, bu dâhil oluş yukarıda sıralanan hususlar ile birlikte ayrı bir anlam kazanmıyor mu? Bu hususların Rusya için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü AKP/Sayın Erdoğan iktidarının 14 Mayıs’taki seçimlerden önde çıkması, sadece Türkiye’de görünen karanlığın zifiri karanlığa dönüşme yoluna girmesine yol açmakla kalmayacak, yukarıda arz ve izah etmeye çalıştığım hususlar ışığında Rusya için yeni ve ciddi sorunların başlangıcı da olabilecektir. Önümüzdeki seçimlerden AKP/Sayın Erdoğan iktidarının önde çıkması, “siyasal İslam”ı güçlendirecektir ki; bu güçlenme, kaçınılmaz olarak, Türkiye’deki siyasal İslam’ın komşu coğrafyalara taşmasına ve bunun da komşu coğrafyalarda bir hareketliliğe yol açmasına neden olabilecektir. Bu ise, bölgede ve Rusya’nın büyük ülkesinin kritik önemi haiz kesimlerinde kaos anlamına gelecektir. Rusya, muhtemel bu kaosun, politik, ekonomik ve askeri açılar ile, ülke ve ulus bütünlüğü açısından kendisi için ne anlama geleceğini görüyordur. Acaba Rusya, AKP/Sayın Erdoğan iktidarına 14 Mayıs’taki seçimlere ilişkin müzahir bir görüntü verirken, bu hususları görmüş müdür? Seçimlerden önde çıkarsa, bunun Sayın Erdoğan’ın özgüvenini besleyeceğini, kendisini siyaseten güçlendireceğini ve cesaretlendireceğini, siyaset psikolojisi ışığında uzun iktidar yıllarında kendisini belli etmiş “siyasal kişilik” özellikleri ışığında bu güçlenmenin ve cesaretlenmenin ne gibi muhtemel yansımalarının olabileceği konusuna çalışmış mıdır? Bir de, ABD’nin bir türlü Sayın Erdoğan’ın gönlünden çıkmadığı algısı var. Seçimden önde çıkacak, gönlünden ABD’yi çıkarmadığı algısına yol açmış Sayın Erdoğan, acaba ABD ile karşı karşıya Rusya için ne anlama gelir? Bir de bu var. Rusya için bütün bunların çok önemli olduğunu düşünüyorum. 14 Mayıs seçimleri yaklaşıyor… Rusya kendi eliyle kendi ayaklarını bağlar mı, bağlamaz mı, 14 Mayıs akşamı hep birlikte bunu göreceğiz. Ancak bitmedi. Rusya’nın konu bağlamında görmesi gereken bir husus daha var. O husus da şu: Eğer 14 Mayıs’taki seçimlerden AKP/Sayın Erdoğan iktidarı önde çıkar ve bu önde çıkış Rusya ile de ilişkilendirilirse, Türkiye zifiri karanlığa itilmiş olacağı için, bunun faturası Rusya’ya da çıkarılacak, bundan Rusya da sorumlu tutulacak ve tıpkı ABD karşıtlığı gibi, Türk kamuoyu nezdinde yeniden ciddi bir Rusya karşıtlığı boy gösterebilecektir. Uluslararası ilişkilerin bilinen bir gerçeği de, arkasında halk/kamuoyu desteği olmayan ilişkilerin kalıcı ve güven verici olamayacağı, sorunlu olacağıdır. Nasıl ki, Türk kamuoyundaki ABD karşıtlığı Türkiye-ABD ilişkilerinin önünde çok ciddi bir engelse, Türk kamuoyunda doğacak Rusya karşıtlığı da aynı şekilde Türkiye-Rusya ilişkilerinin önünde çok ciddi bir engel olacaktır. 14 Mayıs’taki seçimlerde AKP/Sayın Erdoğan iktidarına müzahir bir görüntü verdiği algısına yol açmış Rusya, sanırım bu hususu da görüyorudur. Ve madem ki, Türkiye ile Rusya arasındaki mevcut yakınlaşma koşulların/konjonktürün ürünüdür, iktidarda kim olursa olsun, iktidara kim gelirse gelsin, koşullar/konjonktür aynı kaldığı sürece bu yakınlaşmaya ihtiyaç duyulacak ve yakınlaşma varlığını koruyacaktır. Durum böyle iken, Rusya’nın önümüzdeki seçimlere ilişkin AKP/Sayın Erdoğan iktidarına müzahir bir görüntü vermesi, iki kere yanlış olmuyor mu? Bu noktada, Rusya için üçüncü bir yanlış da, seçimde AKP/Sayın Erdoğan iktidarına müzahir görüntü vermekle, seçimden önde çıkacak Sayın Kılıçdaroğlu merkezli iktidar ile çalışmasını zora sokmuş olacağıdır. Bir de bireyler/vatandaşlar olarak bizler varız. Ayrıştırmadan, ötekileştirmeden, kutuplaştırmadan, çatıştırmadan, kavgadan, kaostan bıktık artık… Ülkemizde de, bölgemizde de artık barış ve huzur olsun, insanlarımız biri birlerine sevgiyle-saygıyla yaklaşsın, ülkemizde ve bölgemizde herkes barış içinde bir arada yaşasın istiyoruz. Dışarıdan bize bunu çok görenler, arzu etmeyiz ama bilsinler ki bugün bize çok gördüklerini yarın kendileri arar duruma düşerler. Bizi kendi halimize bıraksınlar, seçimlere müdahale etmesinler. Biz kendi başımızın çaresine bakarız. Bakamazsak “kendimiz ettik-kendimiz bulduk” der sonucuna katlanırız. Ankara, 13 Nisan 2023, 14:23
ABD’YE AİT İNSANSIZ HAVA ARACININ KARADENİZ’DE DÜŞMESİ ÜZERİNE Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz günlerde, Karadeniz’de uluslararası hava sahasında ABD’ye ait bir insansız hava aracı (İHA) düşmüş; ABD İHA’nın Rusya tarafından vurulduğunu iddia etmiş, Rusya ise İHA’nın “ani manevra” sonucu düştüğünü savunmuştu. Ve konu, daha sonra, Karadeniz’e düşen İHA’nın çıkarılmasına gelmişti. İlk başta, bunun nedeni, düşen ABD İHA’sının içerdiği teknoloji ile ilgili gözüküyordu. Rusya düşen ABD İHA’sına erişip teknolojisine vakıf olabilirdi. Ancak ABD’den gelen açıklamalardan, bunun ABD için sorun teşkil etmeyeceği yönündeydi, buna inanıldığı ifade ediliyordu. Acaba gerçekten öyle miydi? Devamı… ORTADOĞU’DA ÇİN’İN GÖRÜNÜRLÜĞÜ ARTIYOR Prof. Dr. Osman Metin Öztürk İran ve Suudi Arabistan yetkilileri Çin’de bir araya gelmiş… Suudi Arabistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Musaid el Aiban ve İran Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Ali Şemhani, 6-10 Mart tarihlerinde Pekin’de bir araya gelmiş… Çin Komünist Partisi (ÇKP) Merkez Komitesi Dış İlişkiler Komisyonu Ofisi Direktörü (yakın zamana kadar Çin’in Dışişleri Bakanı) Wang Yi’nin açılış ve kapanış törenlerine başkanlık ettiği bu bir araya gelişte; Suudi Arabistan ve İran, BM Şartı temelinde, diplomatik yollarla anlaşmazlıklarını çözecekleri, birbirlerinin egemenliğine saygı göstereceklerini ve iç işlerine müdahale etmeyeceklerini beyan etmişler. Suudi Arabistan ve İran, ayrıca, aralarında yeniden diplomatik ilişki tesisi ve her alandaki işbirliğinin başlatılması konularında mutabık kalmışlar. Suudi Arabistan ve İran, bu bir araya gelişin düzenlenmesinde oynadığı aktif rolden dolayı Çin’e de teşekkür etmişler. Devamı… |
19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA, GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI MESAJI
19 Mayıs 1919, büyük Türk Milleti’nin vatan topraklarını düşman çizmeleri altında çiğnenmekten kurtarma ve özgür- bağımsız yaşama iradesini dışa vurduğu, bugün vatandaşı olmakla iftihar ettiğimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasına giden yolda, bir başlangıçtır, bir işaret fişeğidir. Hatırlayınız… Ülke, Kasım 1918’den beri, emperyalistlerin ve onların maşası olan devletlerin işgali altındadır. İşgalciler, Anadolu’yu “teslim almak” için, kadın, yaşlı, çocuk, bebek demeden masum sivil halkı vahşice katletmektedir. Irz-namus tanımamaktadır. Anadolu halkına “insanlık dışı” her muameleyi reva görmektedir. Mukaddesata dil ve el uzatmaktadır. Müslümanlara ağır hakaretlerde bulunmakta, ibadetlerini engellemektedir. Anadolu’yu “Türkler”den temizleme ve “Hristiyanlaştırma”, yani Anadolu’da “etnik/dinsel temizlik” peşindedir. Görülmüştür ki; Osmanlı Yönetimi, işgale ve işgalcilere karşısı sessizdir, belirgin bir acziyet içindedir ve ne yazık ki giderek işgalci emperyalistlere yanaşmıştır. Padişah ve hükümeti, işgali son erdirmeye ve bu amaçla mücadeleye odaklanmak yerine, işgalcilerle saraylarda bir araya gelip işgale direnişi ortadan kaldırmayı konuşmaktadır. Artık özünü kaybetmiş, saraya kapanmış, milletten kopmuş bir Osmanlı Yönetimi vardır. Ve Osmanlı Yönetiminin işgale ve işgalcilere yönelik “işbirlikçi” yaklaşımı, bardağı taşıran damla olmuştur. Bu tablo, “19 Mayıs 1919”u doğuran tablodur. 19 Mayıs 1919 tarihi, o kadar çok şeyi ifade eder ki… 19 Mayıs 1919, yıllarca savaştan savaşa koşmuş, o savaşlar nedeniyle ömür acılarla, öfkeyle, yoksullukla, yoklukla geçmiş bir milletin, bu duruma bir son vermek ve kendi geleceğine sahip çıkmak için, elinde-avcunda son kalanlarla silkinip ayağa kalktığı ve kurtuluş meşalesini yaktığı tarihtir. 19 Mayıs 1919, cepheden cepheye koşmaktan yoksul ve yorgun düşmüş bir milletin, özüne döndüğü, özünden/tarihinden aldığı güç ve ilham ile silkinip ayağa kalkarak emperyalist işgale ve emperyalist işgalcilerle işbirliği içindeki Padişah ve hükümetine direnişi başlattığı, tarihi bir gündür. 19 Mayıs 1919, bir milletin özündeki-ruhundaki ortak yüksek değerlere ve ortak inanca sarılarak silkinip ayağa kalktığı; dolayısıyla o yüksek değerlerin, o inancın, gücüne/kudretine işaret eden bir gündür. 19 Mayıs 1919, Anadolu’ya hâkim yorgunluğa ve yoksulluğa rağmen, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Anadolu halkına, Anadolu halkının da Mustafa Kemal ve arkadaşlarına inanıp güvenmesinin geldiği anlamı, bu karşılıklı güvenin sonuçlarını, gösteren bir tarihtir. 19 Mayıs 1919, parçalanmış, biri birinden kopmuş/koparılmış büyük bir milletin buluştuğu ve güneşin, daha ufkun altında iken, bu büyük buluşmaya yüzünü gösterdiği, o buluşmayı aydınlattığı, böylece daha başlangıçta zafere işaret ettiği, çok özel bir gündür. 19 Mayıs 1919, bir milletin, işgalci emperyalist devletler karşısında elde ettiği, sonradan savaştaki muhataplarının bile “Türk Mucizesi” diye tarif ettiği, Türk’e yine şan ve şeref katmış, Türk’ün vatanı da dâhil bütün mukaddesatını işgalcilerin ayakları altında çiğnenmekten kurtaran, görkemli bir zaferin kazanıldığı Milli Mücadelenin (Kurtuluş Savaşı’nın) başladığı gündür. 19 Mayıs 1919, bugün sınırları içinde özgür ve bağımsız olarak yaşadığımız, serbestçe ibadetimizi yapabildiğimiz, semalarında ezan seslerinin eksik olmadığı, Türk bayrağının yükseklerde özgürce dalgalandığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş sürecinin başladığı tarihtir. “19 Mayıs”, işte böyle bir gün… Onun içindir ki; 19 Mayıs 1919, büyük Türk Milleti’nin en kutlu günlerinden biridir. Bir kere daha kutlu olsun. Bugünü anlamlı kılan bir diğer husus da, 19 Mayıs’ı “19 Mayıs” yapan “Türk Mucizesi”nin mimarı, Türk’e şan ve şeref katmış bir zaferin başkumandanı, Türk’ün mukaddesatının samimi ve fedakâr hizmetkârı, bugün vatandaşı olmakla iftihar ettiğimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür, O’nun sivil-asker mücadele arkadaşlarıdır. Onlar, bizi bugünlere getiren kutlu sürecin mimarlarıdır. Onun içindir ki; “19 Mayıs”, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten, O’nun sivil-asker mücadele arkadaşlarından ayrı düşünülemez. Her 19 Mayıs’ta, onları da anıyoruz. Bu duygu ve düşüncelerle, “19 Mayıs 1919”un 104. yılında; başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve O’nun sivil-asker mücadele arkadaşları olmak üzere, Milli Mücadeleyi başlatan ve zafere ulaştıran, bu uğurda canını veren, kanını ve terini akıtan, bir şekilde hizmet etmek suretiyle zafere katkı sunan, sivil-asker, isimli-isimsiz, kim varsa onların hepsini büyük bir saygıyla ve rahmetle anıyorum. Bütün şehitlerimize ve ebediyete intikal etmiş bütün gazilerimize bu vesileyle bir kere daha Allah’tan rahmet, varsa hayatta olan gazilerimize sıhhat ve afiyet diliyorum. Hepsinin aziz hatıraları önünde bir kere daha saygı ile eğiliyorum. Bütün şehitlerimizin ve ebediyete intikal etmiş bütün gazilerimizin aziz ruhları şad olsun. Onların aziz hatıraları, yolumu aydınlatmaya, bana güç ve ilham vermeye devam edecektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu suretle ortaya çıkmış kuruluş değerleri ile, milli ve coğrafi bütünlüğünü muhafaza ederek, sonsuza kadar yaşayacaktır. Her şeye rağmen buna olan inancım tamdır. Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Ne mutlu Türk’üm diyene. Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Ankara, 19 Mayıs 2023
|
|
DEPREM BÖLGESİNE DÂHİL İLLER ÜZERİNDEN CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ SONUÇLARI… Prof. Dr. Osman Metin Öztürk YSK tarafından yapılan açıklamaya göre; 14 Mayıs’ta gerçekleşen cumhurbaşkanı seçiminde adaylardan hiç biri % 50’nin üzerine çıkamadı ve bu nedenle, 28 Mayıs’ta, 14 Mayıs’taki ilk tur seçimde en çok oyu alan iki adayın (Sayın Erdoğan’ın ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun) yarışacağı ikinci tur seçime gidilecek… 14 Mayıs’taki cumhurbaşkanı seçiminin kesin olmayan sonuçlarına göre, oyların % 49.51’ni Sayın Erdoğan, % 44.88’ni Sayın Kılıçdaroğlu ve % 5.47’sini de Sayın Oğan almış… Önce, Sayın Kılıçdaroğlu’nu, seçimde eriştiği bu oy oranı için, samimi olarak tebrik ediyorum. 2002’den bu yana, Sayın Erdoğan karşısında, bu kadar yüksek oy oranına ulaşmış muhalif bir siyasetçiyi hatırlamıyorum. Hele bir zamanlar Sayın Erdoğan’a karşı duruşları ile meydanlarda boy göstermiş bazı muhalif siyasetçilerin bugün bundan vazgeçmiş Sayın Erdoğan ile beraber hareket edişlerine bakınca, tebrik etmek suretiyle Sayın Kılıçdaroğlu’na hakkını teslim etme ihtiyacı duyuyorum. Sayın Kılıçdaroğlu, azim ve kararlılığını sürdürmüş, sebat etmiş, dik durmuş, toparlayıcı ve kucaklayıcı olmuş ve % 44.88 oranında oy almış… Az oy mu? Bu kadar oy, hem de Sayın Erdoğan karşısında alınmış iken… Önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını Sayın İmamoğlu’nun kazanması, sonrasında Sayın Kılıçdaroğlu’nun 14 Mayıs’taki cumhurbaşkanı seçiminde, Sayın Erdoğan karşısında % 44.88 oranında oy alması… 14 Mayıs’taki cumhurbaşkanı seçimi ülkemiz için önemliydi. 28 Mayıs’taki ikinci tur seçim, ülkemiz için çok daha önemli hale geldi diye düşünüyorum. Çünkü 15 Mayıs’ta ortaya çıkmış iki “mesaj” var. Birincisi, 14 Mayıs’taki cumhurbaşkanlığı seçiminin sonucunun Sayın Erdoğan için bir başarısızlık/gerileme anlamına gelmesi ki; bu, bize, Sayın Erdoğan’ın ikinci turda kaybedebileceği mesajını veriyor. İkincisi de, 14 Mayıs’taki milletvekili seçimlerinin sonucunun, ikinci turda yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde, dış basında da işaret edildiği üzere, “Erdoğan’ın saltanatı”nın güçlenmiş olarak devam edeceği anlamına geleceği ki; bu da, bize, 28 Mayıs’taki seçime bu gözle bakılması mesajını veriyor. Temelde bu iki mesaj nedeniyle, ülkemiz için 28 Mayıs’taki seçim bu önemin çok önemli olduğunu değerlendiriyorum. 14 Mayıs’taki Cumhurbaşkanı seçimi sonuçlarında en çok dikkatimi çeken husus, 6 Şubat’taki ağır depremi yaşamış, bu depremden etkilenmiş, 11 ilden çıkan seçim sonuçları idi. Aşağıda, o illerin 14 Mayıs’taki durumuna ve 2018’deki cumhurbaşkanı seçiminde durumları ne imiş, bunlara baktım. Ve bir karşılaştırma yapılabilsin diye, 2018’deki cumhurbaşkanı seçimi sonucuna parantez içinde yer verdim. Ülkemizin toplam seçmen sayısı, 14 Mayıs’taki seçimlerde 64.113.943 imiş. Bunlar çerçevesinde, deprem bölgesine dâhil 11 ilde durum şu şekilde: 1. Adana’nın güncel seçmen sayısı 1.612.680. Oyların % 43.92’sini (%44.13’nü) Sayın Erdoğan, % 50.89’nu (% 35.83’nü Sayın İnce) Sayın Kılıçdaroğlu almış. 2. Adıyaman’ın güncel seçmen sayısı 399.125. Oyların % 66.20’sini (% 67.41’ni) Sayın Erdoğan, % 31.24’nü (% 20.45’ni Sayın İnce) Sayın Kılıçdaroğlu almış. 3. Diyarbakır’ın güncel seçmen sayısı 1.143.887. Oyların % 26.48’ni (% 27.39’nu) Sayın Erdoğan, % 71.95’sını (% 64.34’nü Sayın Demirtaş) Sayın Kılıçdaroğlu almış. 4. Elazığ’ın güncel seçmen sayısı 430.416. Oyların % 67.18’ni (% 70.04’nü) Sayın Erdoğan, % 28.21’ni (% 15.47’sini Sayın İnce) Sayın Kılıçdaroğlu almış. 5. Gaziantep’in güncel seçmen sayısı 1.358.832. Oyların % 59.76’sını (% 63.93’nü) Sayın Erdoğan, % 34.65’ni (%21.76’sını Sayın İnce) Sayın Kılıçdaroğlu almış. 6. Hatay’ın güncel seçmen sayısı 1.062.040. Oyların % 48.03’nü (% 48.54’nü) Sayın Erdoğan, % 48.7’sini (% 42.76’sını Sayın İnce) Sayın Kılıçdaroğlu almış. 7. Malatya’nın güncel seçmen sayısı 530.714. Oyların % 69.39’nu (% 69.19’nu) Sayın Erdoğan, % 27.02’sini (% 22.95’ni Sayın İnce) Sayın Kılıçdaroğlu almış. 8. Kahramanmaraş’ın güncel seçmen sayısı 753.287. Oyların % 71.88’ni (% 74.18’ni) Sayın Erdoğan, % 22.20’sini (% 14.94’nü Sayın İnce) Sayın Kılıçdaroğlu almış. 9. Şanlıurfa’nın güncel seçmen sayısı 1.219.445. Oyların % 62.01’ni (% 64.77’sini) Sayın Erdoğan, % 36.06’sını (% 24.73’nü Sayın Demirtaş) Sayın Kılıçdaroğlu almış. 10. Osmaniye’nin güncel seçmen sayısı 385.998. Oyların % 62.31’ni (% 62.98’ni) Sayın Erdoğan, % 30.74’nü (% 22.35’ni Sayın İnce) Sayın Kılıçdaroğlu almış. 11. Kilis’in güncel seçmen sayısı 96.925. Oyların % 65.55’ni (% 70.09’nu) Sayın Erdoğan, % 26.96’sını (% 18.99’nu Sayın İnce) Sayın Kılıçdaroğlu almış. Toplam 11 ili kapsayan deprem bölgesinin, 2018’deki ve geçtiğimiz 14 Mayıs’taki cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair sonuçları bunlar. Bu illerde, Sayın Erdoğan karşısında 2018’de alınmış oylara bakıldığında, Sayın Kılıçdaroğlu’nun 2018’de alınmış oyların çok üzerinde oy aldığı, bazı illerde oyları iki katına çıkardığı görülüyor. İlginç olanı, Sayın Erdoğan’ın aldığı oyların, bu 11 ilin 8’inde çok az bir gerileme göstermesi, 2’sinde hemen hemen aynı oranda oy alması, 1’sinde ise aldığı oyların artırmasıdır. Sayın Kılıçdaroğlu’nun deprem bölgesinde dâhil 11 ilde 2018’e göre çok yüksek oy oranına erişmiş olması, insana anlaşılır geliyor. Gerek performansı, gerek “ortak aday” oluşu, gerekse ülkenin ve deprem bölgesinin koşulları dikkate alındığında, Sayın Kılıçdaroğlu’nun Sayın Erdoğan karşısında aldığı oylarda çok ciddi bir artışın olması, anlaşılır bir durum. Ancak aynı anlaşılırlığa, deprem bölgesine dâhil illerde oylarını korumuş gözüken Sayın Erdoğan için sahip değilim. Sayın Erdoğan’ın deprem bölgesindeki 11 ilde aldığı oy miktarı, bana ilginç geliyor. Niye? Çünkü Sayın Erdoğan siyasal iktidarın başındaki isimdir. Niye? Çünkü iktidar 14 Mayıs’taki seçimlerde devlet imkânlarını kullanma avantajına sahip olmuştur. Niye? Çünkü (i) iktidarın depreme geç (ikinci günden sonra) müdahale ettiği, hatta hemen müdahale edilmesini engellediği iddiaları ile, bunun yol açtığı kayıplar ve ağırlaştırdığı acılar ortada, (ii) sivillerin deprem yardımlarının siyasal iktidar tarafından engellendiği ve/veya siyasal iktidarca sahiplenildiği yönünde yaygın iddialar var, (iii) depremin üzerinden iki aydan fazla bir süre geçmesine rağmen depremzedelerin temel ihtiyaçlarının hala karşılanamamış olması durumu var-bu biliniyor, (iv) siyasal iktidarın deprem yardımlarını siyasal istismar konusu yaptığı ve depremzedeler arasında ayrım yaptığı iddiaları var, (v) siyasal iktidar depremzedeler için uygun koşullu kredileri öne çıkarırken, Sayın Kılıçdaroğlu’nun depremzedelere depremde yıkılmış evlerini, işyerlerini ve ahırlarını yeniden yapıp hibe etme sözü var. Bunlar ortada iken, Sayın Erdoğan’ın, deprem bölgesinde oylarını korumuş gözükmesi, hatta bir ilde çok az da olsa artırması, bana, bir taraftan ilginç gelmekte, diğer taraftan da anlaşılır gelmemektedir. Sayın Erdoğan’ın, deprem bölgesine dâhil illerde elde ettiği sonuçta bir sorun olduğunu düşünüyorum, böyle bir kanaate sahibim. Deprem koşulları, doğal olarak, resmi denetimde zafiyete yol açar. İktidarının 14 Mayıs’taki seçimlere devletin imkânlarını kullanarak katıldığı da biliniyor. Zafiyet ortamı, kamu gücü ile birlikte mütalaa edildiğinde, insanın aklına deprem bölgesinde seçim sonuçları ile oynanmış olabileceği ayrıca geliyor. Deprem bölgesine dâhil 11 ilin toplam kayıtlı seçmeni, 8.993.059 ve bu rakam, ülkenin toplam kayıtlı seçmeninin % 14’ne tekabül ediyor. Depremin yaraları sarılmaya beklerken, depremzedeler yardım beklerken, böyle bir ortamda normalde depreme odaklanılması gerekirken, bunu yapmayan ve normalde Haziran ayında yapılacak seçimleri 1 ay öne çekip Mayıs ayında seçimlere giden bir iktidar, nasıl oluyor da, deprem bölgesindeki 11 ilde oylarını koruyabiliyor, hatta birinde biraz artırabiliyor, anlamış değilim. Onun içindir ki, depremin yol açtığı zafiyet ortamından ve seçimlerde devlet imkânlarını kullanmaktan istifade ile, 8.993.059 gibi ciddi büyüklükteki seçmen kitlesinin oylarında küçük oynamalar yapılmış olabileceğini düşünüyorum. Konunun bir başka boyutu da, “devlet” seçime odaklanmış gözüktüğü ve deprem bölgesindeki depremzedelerin seçim sürecindeki günlük ihtiyaçlarının ağırlıklı olarak gönüllü/sivil gerçek ve tüzel kişilerin üzerine kalmış bir görüntü ile karşılaşıldığı için, böyle bir tabloda insan gayri ihtiyari merak ediyor, hal böyle iken nasıl oluyor da deprem bölgesine dâhil 11 ilde Sayın Erdoğan’ın oyları 2018’deki oyların gerisine düşmemiştir. Deprem bölgesindeki illerde oylarını kullanan depremzedelerin hepsinin vicdansız, kadir-kıymet bilmediği, gerçekleri görmediği, nankörlük yaptığı düşünülebilir mi? Bence, düşünülmesi, depremzedelerin günahını almak olacaktır. Böyle bakıldığında da, yine deprem bölgesindeki illerin seçim sonuçlarında küçük oynamalar yapılmış olabileceği akla geliyor. Sayın Kılıçdaroğlu, “sandık güvenliği” konusunda önlem almış olabilir, ben de oy kullandığım sandıkta buna şahit olmuş olabilirim. Fakat Sayın Erdoğan’ın deprem bölgesine dâhil illerde aldığı sonuçlara bağlı akla gelen ihtimaller, deprem bölgesinin durumu ve deprem bölgesinde yaşananlar hatırlanınca, Sayın Kılıçdaroğlu’nun sandık ve seçim güvenliği konusunda “eksiklikleri” olabileceği, “ihmal ettiği” bir şeylerin olabileceği akla geliyor. Önümüzdeki 28 Mayıs’ta cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu var. Demek ki, bu ikinci tur için, deprem bölgesindeki 11 il (ve Sayın Erdoğan’a çıkan oyların büyüklüğü ile dikkati çeken Anadolu’da seçilecek kritik birkaç il) için, sandık ve seçim güvenliği konularını gözden geçirmeye ihtiyaç var. Sayın Kılıçdaroğlu, bu 11 ile (ve Sayın Erdoğan’a çıkan oyların büyüklüğü ile dikkati çeken Anadolu’da seçilecek birkaç ile), seçim güvenliği konusunda “yetişmiş” ve “güvenilir” personel takviyesi yapmayı tezekkür edebilir. Bu personel takviyesinin, oylarını 28 Mayıs öncesinde kullanacakları için, yurt dışındaki seçmenler arasından yapılması, sanırım uygun bir çözüm olacaktır. Eğer bu takviye yurt içi seçmenler arasından yapılırsa, onların oy kullanmaları imkânı kalmayabilir. Tabiatıyla, 14 Mayıs’taki seçimin deneyimi ışığında, Sayın Kılıçdaroğlu’nun seçim stratejisini ve siyasal iletişim dilini de gözden geçirmesi ve 28 Mayıs’taki ikinci tura ilişkin seçim sürecine bu suretle başlanılması gerekecektir. Son bir husus; yukarıda 14 Mayıs’taki cumhurbaşkanı seçimine ilişkin olarak deprem bölgesine dâhil 11 ilin seçim sonuçlarında ufak oynamalar yapılmış olabilir diye aklıma gelen bir ihtimale işaret etmiştim. Bu ihtimale işaret edince ve Sayın Erdoğan’ın 14 Mayıs’taki cumhurbaşkanı seçiminde oyların % 49.51’ni aldığına bakınca, madem “küçük oynamalar” ihtimal dâhilinde görülebiliyor, öyleyse niye çok küçük (% 0.49’luk-314 bin oyluk) bir oynama daha yapılıp Sayın Erdoğan’ın ilk turda kazanması sağlanmadı diye sorulabilir. Haklı olarak, onu yapan, bunu niye yapmasın diye sorgulanabilir. Eğer değindiğim ihtimaller size anlaşılır geliyorsa, buna vereceğim cevap, perdeye bakın, gerisinde bir şey olabileceği aklınıza geliyorsa, nedeni orada olabilir, ben perde gerisine vakıf olabilecek bir konumda değilim. Ve son diyeceğim; İnsanımızın, ülkemizin ve bölgemizin rahata, huzura ve istikrara kavuşabilmesini, 28 Mayıs’taki ikinci tur seçimi Sayın Erdoğan’ın değil, Sayın Kılıçdaroğlu’nun kazanmasında görüyorum. İşbu yazı da, bunun ve bu konudaki samimiyetin bir işaretidir. 16 Mayıs 2023, 19:05
|
|
3 MAYIS TÜRKÇÜLER GÜNÜ MESAJI (DÜNYA TÜRKLERİNİN GÜNÜ MESAJI) Türk’ün atası Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1923 yılında, Türk Ocakları’nda yaptıkları konuşmada şunları söylemiş: “… Biz milliyet fikirlerini uygulamada çok gecikmiş ve çok ilgisizlik göstermiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla faaliyetle karşılamaya çalışmalıyız. Bilirsiniz ki, milliyet teorisini, millet idealini yok etmeye çalışan teorilerin dünya üzerinde uygulanması, mümkün olamamıştır. Çünkü tarih, olaylar, hadiseler ve gözlemler her zaman insanlar ve milletler arasında, milliyetin daima egemen olduğunu göstermiştir ve milliyet prensibi aleyhindeki büyük çapta fiili tecrübelere rağmen yine milliyet hissinin öldürülemediği ve yine kuvvetle yaşadığı görülmektedir. Özellikle bizim milletimiz, milliyetini ihmal edişinin çok acı cezalarını çekmiştir. Osmanlı İmparatorluğu içindeki çeşitli toplumlar hep milli inançlara sarılarak, milliyetçilik idealinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimizin zayıfladığı anda bizi hor ve hakir gördüler. Anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmuş olduğumuzmuş. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak ilk önce bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti; hissi, fikri ve fiili olarak bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki, milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır. Mevcudiyeti milliyemize düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı bir Türk şairinin dediği gibi: ‘Türküm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi’ diyelim. Düşmanlarımıza bu hakikatı ifade ettiğimiz gün, kanaatimize, mefkûremize, istikbalimize yan bakan her ferdi düşman telakki ettiğimiz gün, milli benliğe uzanacak her eli şiddetle kırdığımız, milletin önüne dikilecek her haili derhal devirdiğimiz gün, halası hakikiye vasıl olacağız. Ve sizler gibi münevver, azimli, imanlı gençler sayesinde bu halasa vasıl olacağımıza emin olabiliriz.” (Kaynak: Atatürkçülük, Birinci Kitap, Ankara, 1983, s.59-60) Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk’ün atasıdır ve bu söyledikleri Türk Dünyasının bütünü için geçerlidir. O itibarla, “3 Mayıs” benim için, hem “Türkçüler Günü”dür, hem de “Dünya Türklerinin günü”dür; “3 Mayıs”ı böyle görüyorum. Dünya Türklerinin Günü, “3 Mayıs Türkçüler Günü”, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yukarıdaki ifadeleriyle, kutlu olsun. İnanıyorum ki; Türk Dünyası ve tarihsel, sosyolojik ve hukuksal bir bakış açısına dayalı -ırkçılıktan uzak- Türkçülük, aklın ve bilimin yol göstericiliğinde, ortak tarih, ortak kültür, ortak dil, ortak fikir ve ortak iş üzerinden, ortak çıkar zemininde, uluslararası politikada siyasal gerçeklik kazanacak ve şanlı tarihine yaraşır bir yer bulacaktır. Ve geç de olsa, içerideki bilinen/bilinmeyen, görülen/görülemeyen tüm engellemelere rağmen, Türkiye, bu yolda mesafe alacak ve üzerine düşeni yerine getirecek; bu suretle, hem kendisinin, hem de Türk Dünyasının uluslararası politikada hak ettiği saygın yere kavuşmasını sağlayacaktır. Bu vesileyle, dünden bugüne büyük Türk Milletinin istiklali ve istikbali uğruna baş koymuş olanları, bu yolda hayatlarını hiçe saymış olanları, bu yolda her türlü cefaya göğüs germiş olanları, kendilerini büyük Türk Milletinin bir ferdi olarak hissedenleri/görenleri, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve diğer bağımsız Türk Devletlerinin vatandaşı olmakla iftihar edenleri, henüz devlet olma bahtiyarlığına erişememiş olmakla beraber büyük Türk Milletinden olmanın gurur ve şuurunu taşıyıp bu şuurla hareket edenleri, mesaisini samimi olarak ülkesinin ve insanlarının daha mutlu, daha huzurlu ve daha müreffeh yaşamasına hasreden bütün Türkleri, milli ve manevi değerlerini biri birine karıştırmayan Türkleri, manevi değerlerinin yanında milli değerlerini unutmayan-ihmal etmeyen Türkleri, “3 Mayıs Türkçüler Günü”nde, Dünya Türklerinin Günü’nde, sevgiyle ve saygıyla anıyorum; bunlardan ebediyete intikal etmiş olanları şükranla ve rahmetle yâd ediyorum. Bu özel gün münasebetiyle, hâlihazırda özgürlüğünden ve temel insan haklarından yoksun ve insanca bir yaşamdan uzak olarak yaşayan, Dünya Türklerinin, tez zamanda özgürlüklerine, insanca bir yaşama ve bayraklarının semalarında özgürce dalgalandığı kendi vatanlarına kavuşmalarını diliyorum. Bu duygu ve düşünceler ile, bir kez daha, Dünya Türklerinin Günü “3 Mayıs Türkçüler Günü”nünüz kutlu olsun. Ne mutlu Türk’üm diyene. Yüce Allah, büyük Türk Milletini korusun ve yüceltsin, Türk’e düşman olanlara fırsat vermesin; Allah’ın laneti, Türk’e düşman olanların üzerine olsun… Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Ankara, 3 Mayıs 2023
|
E-mail: bilgi@ascmer.org Tel: +90 532 414 48 98
|
|