Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
Epeyi bir süredir değinmek istediğim bir husus var. O da, Türkiye’deki (tamamına yakını Arap) Suriyeli sığınmacıların dini bayramlarda ve tatil-akraba ziyareti için ülkelerine gidip gelmeleridir. Bu konuya, İP’ten Sayın Ümit Özdağ daha önce değinmişti. Ancak aradan geçen sure içerisinde konuya ilişkin durumda bir değişiklik olmamasından, konu önemli olmasına rağmen, gereken ilginin gösterilmemiş olduğu anlamı çıkmaktadır. Oysa konu ekonomik, politik, askeri/güvenlik açılarından son derece önemlidir. Böyle gördüğüm için, ben de ayrıca biraz detaylandırarak değineyim istedim.
Çok genel olarak, sığınmacı; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti ya da siyasal görüşlerinden dolayı ülkesinde varlığını tehlikede gören ve bu nedenle ülkesinden kaçıp başka ülkeye sığınan kişi demektir. Eğer bir sığınmacı, daha sonra kendi ülkesine serbestçe gidip gelebilme fırsatını yakalamış, bunu yapabiliyor ise; bu, onların sığınmacı statüsünü ve sığınılan (kabul eden) ülkenin sığınmacılara dair yükümlülüklerini ortadan kaldırır. Uluslararası hukuk böyle diyor.
Bilineceği üzere, hâlihazırda Türkiye’de, tamamına yakını Arap kabul edilebilecek dört milyona yakın Suriyeli sığınmacı yaşamaktadır. Suriyeli sığınmacıların bir kısmı, bütün Türkiye’ye dağılmış olarak yaşamakta, bunlar genellikle işçi veya işveren olarak çalışmaktadır. Elimde resmi ve güncel veriler olmamakla beraber, Suriyeli sığınmacıların önemli bir kısmı da halen ihtiyaçları Türkiye tarafından karşılanan (masrafları devlet bütçesinden karşılanan) kamplarda yaşamaktadırlar. Türkiye’ye dağılmış işçi veya işveren olarak çalışan Suriyeli sığınmacılar da, kamplarda hayatlarını sürdüren Suriyeli sığınmacılar da, zaman zaman medyaya yansıyan sorunlar üzerinden Türkiye’nin gündemine gelmektedirler.
Bugün itibarıyla, Suriye krizi, en çok Türkiye’yi yakından ilgilendireceğini düşündüğüm çok kritik değişimleri yaşıyor ya da yaşayacak gözükmektedir. (I) Suriyeli sığınmacıların sayısı, (ii)Türkiye sathına yayılmış olmaları ve (iii) dini bayramlarda ve tatil ya da akraba ziyaretleri için Suriye’ye serbestçe gidip gelebilmeleri, bunların hepsi birlikte mütalaa edildiğinde, savunma ve güvenlik açılarından Türkiye için ciddi bir risk ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğünü hedef alan ve beka sorunu olarak algılanan (ifade edilen) ciddi bir tehdit ile karşı karşıya bulunduğu hatırlandığında, Suriyeli sığınmacılar ile ilişkilendirilebilecek risklerin büyük ciddiyet arz ettiği özellikle şüphesiz görülmektedir. Bu bağlamda akla gelebilecek istihbarat olgusuna da tek taraflı bakmamak gerekir. Türkiye’yi karşılarında görenlerin ya da Türkiye ile ilgili emelleri olanların nazarında, yurt sathına yayılmış ve/veya Suriye’ye bitişik/yakın bölgelerdeki sığınmacı kamplarında bulunan Suriyeli sığınmacıların iyi birer istihbarat kaynağı olabileceğini de görmek gerekir.
Kendisini Sünni İslam Dünyasının ve Arap Dünyasının lideri/hamisi olarak gören Suudi Arabistan’ın İsrail ile olan güncel yakınlığı ve Riyad’ın, Trump Yönetiminden gelen çağrıya uyarak, Suriye’nin kuzeyindeki Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğünü tehdit eden oluşuma (SDG’ye ya da YPG’ye) mali yardımlarda bulunduğu hatırlandığında, konunun ne denli önemli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Daha yeni, Hamas’ın Gazze sorumlusundan gelen, İsrail ile anlaşmaya hazır olduklarına dair, İsrail’in nükleer gücüne vurgu yapan açıklama, bana göre, bu öneme işaret eden bir başka husustur. Çünkü hem Ankara’nın daha dün Hamas’a nasıl kucak açmış olduğu, hem de İsrail’in Kürtler ile olan bağları aklıma gelmektedir.
Bilineceği üzere, sağlam bir savunma ve güvenlik, ancak sağlam bir ekonomi ile mümkün olabilir. Türkiye, bugün itibarıyla ciddi bir ekonomik krizi yaşamaktadır. Nüfusun büyük kesimini oluşturan sabit ve dar gelirlerinin geçimlerini sağlamakta çok zorlanmaya başladıkları bir ekonomik tablo ortaya çıkmıştır. Ekonomideki çarkların işletilmesinde ciddi güçlükler ile karşılaşıldığı çok açıktır. Devletin kaynaklarının halkın ihtiyaçlarını karşılamaya yetmediği, tasarruf tedbirlerinin gündeme geldiği, dış borç arayışının öne çıktığı, güven sorunu nedeniyle dış borç ihtiyacının aracı yabancı danışmanlık kurumları üzerinden aşılmaya çalışıldığı oldukça olumsuz bir ekonomik tablo mevcuttur. Böyle gözüküyor. Böyle bir ekonomik tabloda, Devletin Suriyeli sığınmacılar için harcama yapmayı sürdürmesinin giderek artacak bir tepkiye/soruna yol açması potansiyel olarak görülmektedir.
Asıl önemlisi, dini bayramlarda ve tatil ya da akraba ziyaretleri için Suriye’ye serbestçe gidip gelebilmeleri nedeniyle sığınmacı statüleri tartışmalı hale geldiğinden, Türkiye’nin ülkesindeki Suriyeliler için uluslararası hukuktan kaynaklanan bir himaye/yardım yükümlülüğünden artık söz edilemeyecek olması ve bunun, zincirleme olarak iç hukukta ifadesini bulacak bir durum olmasıdır. Ankara’nın özellikle buna dikkat etmesi gerektiği düşünülmektedir. Çünkü Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüğünün ortadan kalkması, Suriyeli sığınmacılara yapılan yardımları ulusal (iç) hukuk açısından dayanaktan yoksun bırakma ya da en azından bu dayanağı zayıflatma potansiyelini içerdiği değerlendirilmektedir.
Elbette ki, insanlık, dindaşlık, yardım gerekçesi olarak görülebilir. Ancak bu noktada da şu iki hususu görmek gerekir. Birincisi, uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüğün ortadan kalkmasının, iç hukuk bağlamında, Suriyeli sığınmacılara yardıma ilişkin esas ve usullerin gözden geçirilmesini gerektirdiğidir. İkincisi de, Türkiye’de sabit ve dar gelirlerin büyük kısmının açlık sınırının altında bir yaşam sürdürmeye doğru yol aldığı, geçimlerini sağlamakta zorlandığı, işsizliğin arttığı, işyerlerinin kapandığı, ekonomideki çarkların işletilmesinde ciddi güçlükler ile karşılaşıldığı bir ortama, Ankara’nın Suriyeli sığınmacılara ilişkin yaklaşımını aynen sürdürmesinin doğru olmayacağı, bunun toplumda soruna yol açabileceğidir.
Konu, önemlidir. Umarım gereken ilgiyi görür.
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 05 Ekim 2018