SURİYE KRİZİ MECRA DEĞİŞTİRİYOR

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk

Geçtiğimiz günlerde Viyana’da; önce 23 Ekim 2015 tarihinde ABD, Rusya, Türkiye ve Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlarının katılımıyla dörtlü olarak yapılan, arkasından 30 Ekim 2015 tarihinde aralarında Çin temsilcisinin de yer aldığı 17 ülkenin dışişleri bakanlarının katılımıyla gerçekleşen iki toplantı, Suriye krizinde mecra değişikliği, bu değişikliğin önemli olduğu ve bölge -özellikle Türkiye- için karamsar bir tablonun ortaya çıktığı işaretlerini vermiştir.

Suriye, bulunduğu bölgede önemli bir ülkedir. Bu önemin arkasındaki en önemli faktör, son 8-10 yıldır çeşitli vesilelerle ifade edildiği üzere, Suriye’nin değerlenen jeopolitiğidir. Kriz öncesinde, iki defa üzerinde karşılıklı olarak mutabık kalınmış olmasına rağmen, -en son 2009’da- Suriye’nin AB ile Ortaklık Anlaşması’nı imzalamaktan vazgeçmiş olması, Suriye’nin, güncel jeopolitiğine dayalı önemine işaret eder. O yıllarda, Şam Yönetimi; AB’nin ve ABD’nin doğrudan/dolaylı yakınlaşma girişimlerine ülkenin artan jeopolitik değerinin farkında olarak yaklaşmış; bu yaklaşım, o süreçte, AB ve ABD karşısında Suriye’nin pazarlık gücünü beslemiştir. Mart 2011’de patlak veren krizi, Batının bu girişimlerinden sonra gelmiştir. Bu gelişmelere bakarak; Batının, Beşar Esad üzerinden dolaylı olarak Suriye ile ilgili amacına ulaşmak ve “Esad iktidarına” son verip Suriye’nin “bir şekilde” yeniden dizayn edilmesi suretiyle amacına ulaşmak şeklinde iki farklı seçenek ürettiğini ve bu seçeneklerden ikincisini seçtiğini düşünmek mümkündür. Keza birinci seçeneğin, “Esad iktidarına” bağımlılığı beraberinde getireceği ve bunun da, “Esad iktidarının” ömrünü uzatacağı düşünülerek tercih edilmemiş olabileceği de akla gelmektedir. Ancak bugün krizde gelinen noktaya bakıldığında, yapılan tercihte, bir yönüyle sonu düşünülmeden “kolayın”(!) çekiciliğinin etkisinde kalındığı, diğer yönüyle de Batının bilinen “aç gözlülüğünün” payının olduğu algısı edinilmektedir.

Suriye, Türkiye ile birlikte, Kuzeydoğu Akdeniz’i kontrol eden bir konuma sahiptir ve Kuzeydoğu Akdeniz enerji açısından önemli bir coğrafyadır. Bu bağlamda,

a. Hazar Bölgesi ve Orta Doğu Bölgesi petrolünün ve doğal gazının, boru hatları ile Suriye (ve Türkiye) üzerinden Kuzeydoğu Akdeniz’e ulaştığı, halihazırda kullanılan boru hatlarının yanında kullanılmayan boru hatlarının da bulunduğu,

b. Hazar Bölgesinden ve Orta Doğu’dan gelen petrolün ve doğal gazın, boru hatları Suriye limanları (ve Türkiye’nin İskenderun Körfezi) üzerinden uluslararası piyasalara sunulduğu,

c. Suriye’nin Akdeniz’deki limanlarının (ve Türkiye’nin İskenderun Körfezi’nin), uluslararası enerji piyasası açısından önemli yerler haline geldiği,

dikkate alındığında, Suriye’nin jeopolitik değerinin özellikle enerjiye dayalı olarak artmış olduğunu söylemek gerekir. Son yıllarda Doğu Akdeniz’de keşfedilen büyük doğal gaz rezervleri, bu artışı ayrıca beslemiştir.

Suriye’nin jeopolitiğine bakarken, uluslararası politikada ortaya çıkan Doğu’ya yönelişi ve Suriye’nin Batının (özellikle Avrupa’nın) Doğuya yöneliş yolu üzerinde bulunduğunu da görmek gerekir. Suriye limanları, Irak ve İran üzerinden Hazar Bölgesi ile Orta Asya’nın (batı ile Doğu arasındaki) ithalat ve ihracat güzergâhı üzerinde önemli bir yere sahiptir. Bugünlerde çokça konuşulan “Kürt Koridoru” ve fazla konuşulmasa da “İran Koridoru” bile, yalnız başına Suriye’nin güncel jeopolitiğinin ne kadar önemli hale geldiğine işaret eder.

Yukarıda belirtilenler dışında, Suriye’ye oldukça farklı gözlerle bakılması da mümkündür. Bu bağlamda ilk akla gelen, ABD’nin enerji piyasasında “satıcı” rolü bir numaralı aktör konumuna gelmesidir. Eğer Hazar Bölgesi ve Orta Doğu enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara erişiminin sorunlu olması ya da istikrar ve güven risklerini içermesi ABD’nin enerjide pazar payının artmasına hizmet edecek ise, Suriye krizinin bu amaca aracılık edeceği, hatta buradan devamla Suriye krizinin kısa sürede bitmesinin beklenmeyeceği ileri sürülebilir. Akla gelen bir başka husus da, Türkiye’yi hedef alan politikalar için, Suriye’nin çekici olduğudur. Suriye, Türkiye’yi hedef alması muhtemel askeri harekâtlar için, “üs” olarak kullanılmaya oldukça elverişlidir. İlave olarak, Suriye, oldukça geniş bir cephede hedef alınmasına imkân vermek suretiyle, hem Türkiye’nin gücünün bölünmesine, hem de ülkesel derinliğinin anlamını yitirmesine neden olabilecek bir ülke olma özelliğini taşır.

Viyana’da konuşulan Suriye, güncel jeopolitik değerine yukarıda işaret edilen Suriye’dir.

Viyana’daki ikinci toplantıda, Suudi Arabistan ve İran Dışişleri Bakanlarının ilk defa aynı masada bir araya gelmiş olmaları elbette ki, anlamlıdır. Ancak, bunun, Suriye krizinin çözümü konusunda olumlu bir işaret olarak alınması doğru olmayacaktır. Aynı şekilde ilk toplantıda dört olan katılımcı sayısının ikinci toplantıda 17’ye çıkmış olması da, çözüm bağlamında anlamlı bulunmayan bir husustur. Belirtilen ikinci husus, tam aksine, çözümü zora sokan bir gelişmedir. Bir araya gelenlerin her birinin kendilerine özgü beklentileri ve hedefleri olduğu (olacağı) kabul edilir ise, sayının artması, beklentilerin ve hedeflerin örtüştürülmesini (yani çözümü) zora sokacaktır. Ayrıca, sorumluluk izafe edilebileceklerin sayısının artmasının, “yansıtma” yapmayı kolaylaştıracağını ve güçlü olanların atacağı “maksatlı” adımların “kamufle” edilmesine aracılık edebileceğini de görmek gerekir.

Viyana’daki ikinci toplantı sonrasında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el-Cubeyr, Suriye krizinin çözümünün iki konuya bağlı olduğunu söylemiştir. Bunlardan birincisi Beşar Esad’ın iktidardan ayrılması, ikincisi de Suriye’deki yabancı güçlerin çekilmesidir. Bu iki husus, Suriye krizinin nereden nereye geldiğini göstermesi açısından çok önemlidir. Esad’ın iktidardan uzaklaştırılması için yapılanlar, işe yaramaması bir yana, yabancı güçlerin Suriye’deki çatışmalara dâhil olmasına ve yabancı güçlerin Suriye’deki varlığının bir soruna dönüşmesine neden olmuştur. Gelinen nokta budur.

Suriye’de yabancı güç olarak ABD liderliğindeki Koalisyon Güçleri (Fransa, İngiltere, Avustralya, Belçika, Danimarka, Norveç, Kanada, Almanya), Rusya, İran ve Lübnan Hizbullah’ı vardır. Ancak Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı’nın, yabancı güçlerin çekilmesi ile, ağırlıklı olarak İran’ın Suriye’den çekilmesini kast ettiği değerlendirilmektedir. (Rusya hariç, diğer ülkelerin güçlerinin Suriye’deki varlığının uluslararası hukuk bağlamında dayanağının ne olduğu bilinmemektedir.) Uluslararası hukuk açısından dayanağının ne olduğu bilinmemekle beraber, İran’ın Suriye’deki varlığı, IŞİD ile mücadele amacına yöneliktir. Ve ev sahibi ülke Suriye de dahil, Suriye’de güç bulunduran ülkelerden, İran’ın Suriye’de IŞİD ile mücadele etmesine tepki gelmemiştir.

IŞİD Suriye’de yok edilmemiş iken İran’ın Suriye’den çekilmesini istemek, olmayacak bir şey gibi gelmektedir. Kaldı ki, böyle bir çekilme sonrasında, İran’ın Irak’tan çekilmesi de gündeme gelebilecektir. IŞİD’ın varlığına rağmen İran’ın çekilmesini istemek, hem İran’ın çekilmemek için IŞİD’ı kullanmasına neden olacaktır, hem de İran’ın karşısında yer almak anlamına gelecektir. Bölgedeki Sünni-Şii rekabetinde gerginlik her gün biraz daha tırmanmaktadır. IŞİD, Sünni kimliği ve bir yönü ile, bu rekabetin ve İran (Şii) yayılmacılığına verilen tepkinin bir ürünüdür. Bu koşullarda, IŞİD varken, İran’ın Suriye’den çekilmesini istemek, “meydanı” Sünni IŞİD’a bırakmak anlamına gelecektir ki, İran bunu düşmanca bir yaklaşım olarak kabul edecek ve dikkate almayacaktır. Ayrıca Suriye, İran için ekonomik, politik ve askeri açılardan önemli olan “İran Koridoru”nun bir parçasıdır ve bu nedenle, İran, bu koridoru hayata geçirmek için Suriye’den çıkmayı ret edecektir. Son dönemde İran ile İsrail’in gizlice anlaştıkları ve biri birlerini “bölgede serbest bıraktıkları” yönünde bir iddia mevcuttur ve bu iddia, eğer doğru ise, İran’ın Suriye’den çıkma ihtimalini dışlayıcı bir etkiye yol açacaktır diye düşünülmektedir. Suriye’nin İran için arz ettiği önemi, ayrıca ve özellikle Türkiye, Lübnan ve bölge Kürtlerini kontrol altında tutma bağlamında da görmek gerekir. Suriye’de varlık bulundurmanın bugüne kadar katlanılmış çok yönlü maliyeti de, İran’ın çekilmesine mani olacak bir faktördür. Onun içindir ki, Tahran’ın Suriye’den ve Irak’tan çekilmesini beklemede isabet olmadığı değerlendirilmektedir.

Yukarıda belirtilen güncel jeopolitiği ve bir üst paragrafta belirtilen İran’ın özel durumu nedeniyle, ne Batının, ne de İran’ın Suriye’den çekilmesi beklenir. Batı ve İran, IŞİD ile savaşsa da, IŞİD aynı zamanda onlar için Suriye’de bulunma gerekçesidir ve bu durum, IŞİD ile mücadelenin uzunca bir süre devam edeceği anlamına gelir. IŞİD “vurulmaya” devam edilecektir ancak, IŞİD’ın “ölmesine” izin verilmeyecektir. Çünkü IŞİD’ın varlığı, onların Suriye’de bulunma gerekçesidir.

İran’ın Suriye’den çekilmeyecek olması, önemlidir. Önemli bulunmasının arkasında bazı faktörler yer alır.

a. İran, ABD ile yakınlaşmaktadır. Ancak bu yakınlaşma, görünenin aksine, yeni değildir. 1991’de Irak’ın Kuveyt’ten çıkarılmasından sonra, güneydeki Irak Şiilerini Saddam’a karşı korumak için çizilen “32. Paralel” uygulaması ile başlar, 2003’te Irak’ın işgali ile devam eder ve bugüne gelir. ABD’nin bir süredir bölgede yeni müttefikler edinmeye çalıştığı görülmektedir. Bunu, “müttefik” değişikliği olarak almak ve muhtemel sonuçları üzerinde çalışmak icap eder.

b. 1979 İran Anayasası, İran Hükümetine Devrim’in ihracı ve ezilenlere sahip çıkma sorumluluğu yüklemiştir ki, bu, İran Hükümetinin sorumluluğunun ülke dışına taştığı anlamına gelir. İran Hükümeti, 1979’dan bugüne, ambargoya ve yaptırımlara rağmen, imkânları ölçüsünde, ülke dışına taşan sorumluluklarını yerine getirme çabası içinde olmuştur. Geçtiğimiz Temmuz (2015) ayında imzalanan ve Ekim (2015) ayında da yürürlüğe giren, P5+1 ülkeleri ile İran arasındaki anlaşmanın İran’ın nükleer varlığına meşruiyet kazandırması ve Batının İran’a uygulanmakta olduğu ambargonun kaldırılmasını öngörmesi, İran Hükümetinin ülke dışına taşan sorumluluğunu yerine getirmesini kolaylaştıracaktır. Kuvvetle muhtemel, Dünya, önümüzdeki dönemde, daha yayılmacı, adeta Şah dönemini çağrıştırır bir İran görecektir.

Bunlar, Irak ve Suriye üzerinden İran’a komşu olan Türkiye, Ürdün ve Suudi Arabistan için özellikle anlamlı olan hususlardır. Yukarıda belirtilenler elbette ki, yakın zamana kadar İran’ın “küçük şeytan” diye nitelendirdiği İsrail için de anlamlıdır. Ancak İsrail ile İran’ın gizlice anlaştığı yolundaki iddiaların varlığı ve İsrail-Filistin anlaşmazlığında yükselen tansiyona İran’dan bir ses gelmemesinin bu iddiayı teyit eden bir algılamaya yol açması, İsrail’in burada diğer üç ülke ile birlikte zikredilmemesine neden olmuştur.

Bu çalışmada değinilen hususlarda hareket edildiğinde; bugün, Suriye krizinin diplomatik yoldan çözülmesi için Şubat 2012’de BM’nin ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi olarak göreve başlayan, BM’nin önceki Genel Sekreteri Kofi Annan’ın hazırladığı plan ve yaptığı görüşmeler sonrasında, Haziran 2012’de Cenevre’de açıkladığı “Sonuç Bildirisi”nde yer alan “tam yetkili geçiş hükümetinin” kurulmasına dönülmesi gerçekçi bir yaklaşım olmaktan uzak gözükmektedir. Çünkü aradan kısa bir süre geçmiş gözükse de, koşullardaki değişim hızlı olmuştur ve Suriye krizinin 2012’deki görünümü, -yukarıda değinilenlerden çıkarılacağı üzere- 01 Kasım 2015 tarihli görünümünden oldukça farklıdır. Haziran 2012’ye dönüşün, bir “oyalama” taktiği olabileceği ve yabancı güçlerin Suriye’de kalışlarına imkan ve fırsat yaratma amacını gütmüş olabileceği akla gelmektedir.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı’nın Viyana’daki ikinci toplantı sonrasında yaptığı açıklamalar, biraz Çin’in dış politika anlayışını ve uygulamasını çağrıştırmaktadır. Suriye krizinin, Esad’ın gidişiyle -siyasal yoldan- çözülmesi ve Suriye’deki yabancı güçlerin çekilmesi, Çin’in de destek vereceği bir siyasal çözüm yaklaşımdır. Bu yaklaşım benzerliği, bir yönüyle Suudi Arabistan-Çin ilişkilerini, diğer yönüyle de İran-Çin ilişkilerini çağrıştırmaktadır. Bu çağrışım da, acaba Çin, Suudi Arabistan’ın ne kadar yanındadır, İran’ı ne kadar karşısına alır sorularına yol açmaktadır. ABD’nin Rusya ile olan ilişkilerindeki son gelişmeler ve Çin-Rusya cephesinin son durumu, bu sorulara cevap verilmesini güçleştirmektedir.

Belli olan Suriye krizinin mecra değiştirdiği ve bunun önemli olduğudur. BM üzerinden bir süredir Filistin’e yol verilmesi, iddia edilen İran-İsrail gizli anlaşması ve konuşulan 3. İntifadanın öncekiler gibi ciddi çatışmaları içermeyeceğinin düşünülmesi, Suriye’nin Orta Doğu’nun yeni “sıcak” bölgesi olacağı (Filistin sorunun yerini alacağı) algısını  beslemektedir. Bu ayrıca üzerinde durulması gereken bir konudur.

osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 01 Kasım 2015


ABD’YE AİT İNSANSIZ HAVA ARACININ KARADENİZ’DE DÜŞMESİ ÜZERİNE

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz günlerde, Karadeniz’de uluslararası hava sahasında ABD’ye ait bir insansız hava aracı (İHA) düşmüş; ABD İHA’nın Rusya tarafından vurulduğunu iddia etmiş, Rusya ise İHA’nın “ani manevra” sonucu düştüğünü savunmuştu. Ve konu, daha sonra, Karadeniz’e düşen İHA’nın çıkarılmasına gelmişti. İlk başta, bunun nedeni, düşen ABD İHA’sının içerdiği teknoloji ile

ORTADOĞU’DA ÇİN’İN GÖRÜNÜRLÜĞÜ ARTIYOR

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk İran ve Suudi Arabistan yetkilileri Çin’de bir araya gelmiş… Suudi Arabistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Musaid el Aiban ve İran Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Ali Şemhani, 6-10 Mart tarihlerinde Pekin’de bir araya gelmiş… Çin Komünist Partisi (ÇKP) Merkez Komitesi Dış İlişkiler Komisyonu Ofisi Direktörü (yakın zamana kadar Çin’in Dışişleri Bakanı)

TÜRK SİYASETİNDE İYİ PARTİ’NİN SON HAMLESİ VE YAKLAŞAN SEÇİMLER

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Belli ki, İyi Parti (İP)/Sayın Meral Akşener, Türk siyasal hayatında uzun süre hatırlanacak… Tıpkı “mevcut MHP”/Sayın Devlet Bahçeli gibi. “Mevcut MHP”/Sayın Bahçeli, ne oldu-ne bitti hala bilinmiyor, birden bire hem izlediği politika kendisi ile örtüşmeyen, hem de demediğini bırakmadığı AKP/ Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile yakınlaştı, Cumhur İttifakı üzerinden AKP

“NATO ÜYELİĞİ ONAY SÜRECİ KOLAY DEĞİLDİR”

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Yukarıdaki başlık bana ait değil. Başlık, Sayın Konur Alp Koçak’ın, 11 Kasım 2022 tarihli Türkgün Gazetesi’nin 11. sayfasında yer alan köşe yazısının başlığıdır. Sayın Koçak’ın köşe yazısında yer alan bazı hususlar, işbu çalışmayı kaleme alma ihtiyacını doğurmuştur. Sayın Koçak, köşe yazısında, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in geçtiğimiz günlerde Türkiye’yi ziyareti

ABD’NİN GİRİT’TE VE BATI TRAKYA’DA ARTAN ASKERİ VARLIĞI ÜZERİNE…

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Yunanistan’ın, NATO üyesi olarak ülkesini zaten ABD’ye açmış iken, son dönemde bu işi daha da ileriye taşımasını, ABD’ye Girit’te ve Batı Trakya’da daha ileri konuşlanma imkânı tanımasını, burada biraz farklı ele almaya çalışacağım. Elbette ki, Yunanistan’ın bu yaptıkları, Yunan emeli ve ABD’nin güncel Türkiye yaklaşımı ile birlikte mütalaa edildiğinde, Türkiye

E-mail: bilgi@ascmer.org

Tel: +90 532 414 48 98

Dükkan
© 2014 Tüm Hakları Saklıdır. Sitedeki yazılar ve analizler kaynak gösterilmeden kullanılamaz.