Prof. Dr. Osman Metin Öztürk, ASCMER Başkanı
Geriye dönülüp 2011’de Suriye’de ortaya çıkan iç savaşın bugüne kadar olan seyri bir film şeridi gibi gözden geçirildiğinde, arkasındaki asıl amacın Kürtleri denize çıkışı olan müstakil bir devlete kavuşturmak olduğu görülebiliyor. İdlib, bu amaca ulaşılması bağlamında kritik önemi haiz, Suriye’nin kuzey batısında, Türkiye’nin Hatay iline komşu Suriye’ye ait bir yerleşim yeridir. Dikkat edilirse, Suriye krizi bugün adeta İdlib konusuna indirgenmiş bir görünüm arz etmektedir. Ne ABD’nin Suriye’deki Kürtler ile açıkça bağlantılı varlığı, ne Suriye Kürtlerinin Rusya ile olan ilişkileri, ne Suriye Kürtlerinin kantonal yönetimleri ve konfederal anayasa talepleri, ne Irak’ın, İran’ın ve Türkiye’nin Kürt kökenli “ayrılıkçı” insanlarının gözünün-kulağının genelde Suriye’de özelde İdlib’de olduğu konuşuluyor. Varsa-yoksa İdlib…
Suriye krizinde artık münhasıran İdlib konuşuluyor. Demek ki, İdlib konusu önemli. Demek ki, İdlib konusunda giderek artan gerginlik boşuna değil.
Türkiye, İdlib konusunda sadece Şam Yönetimi ile karşı karşıya değil; Şam yönetimi ile birlikte hareket eden Rusya ile de artık sıkça karşı karşıya geliyor. Bu süreçte, 03 Şubat 2020 günü, Şam Yönetimine dâhil askeri birliklerin açtığı topçu ateşi ile İdlib’de altı Türk askeri hayatını kaybediyor, yararlılar var.
Başlangıçta da ifade edildiği üzere, İdlib, Suriye’nin ülkesinin bir parçası. Buradan, Şam yönetiminin, ülkesel bütünlüğünü yeniden sağlamak ve siyasal egemenliğini İdlib’e yansıtmak için, Rusya’nın da desteğini alarak İdlib’e yöneldiği çıkıyor. Uluslararası hukuk, bu bağlamda, Şam Yönetimini himaye etmektedir. Çünkü BM nezdinde Şam yönetimi hala Suriye’nin meşru ve tek temsilcisidir. BM Şartı da, üye devletlerin toprak bütünlüklerini ve siyasal bağımsızlıklarını, bunlara saygıyı, öngörmektedir. Yani Şam yönetimi, “fiilen” bozulmuş toprak bütünlüğünü ve siyasal bağımsızlığını yeniden tesis etmek için İdlib’e yönelmiştir.
Türkiye’nin İdlib yaklaşımı ise, mevcut milli ve coğrafi (toprak) bütünlüğünü koruma saikiyle yapılmış, “önleyici savunma” olarak mütalaa edilebilecek bir yaklaşımdır.
Yani Ankara da, Şam da, İdlib konusunda “ülkesel bütünlüklerini” koruma peşindedirler. Ancak Şam’ın yaklaşımı uluslararası hukuk açısından daha çok himayeye mazhar bir durumdur. Çünkü Şam için “fiili” bir bölünmüşlük söz konusudur, Şam bunu ortadan kaldırma peşindedir. Ankara için ise, hem böyle “fiili” bir durum yoktur, hem de İdlib Türkiye’nin ülkesinin bir parçası değildir. Türkiye’nin İdlib yaklaşımı, Suriye’nin durumuna “düşme” endişesinden kaynaklanan ve uluslararası hukuk bağlamında “önleyici savunma” olarak görülebilecek bir yaklaşımdır.
Onun içindir ki, Türkiye’nin, İdlib konusunda, Moskova’nın ve/veya Washington’un yardımına ihtiyaç duymasından yahut Rusya ile ABD’yi biri birine karşı kullanmasından çok, Şam ile görüşmeye ihtiyacı vardır. Buna bağlı olarak da, Ankara’nın İdlib’e ilerleyen Şam’a yönelttiği eleştirileri gözden geçirmesi gereği de ortaya çıkmaktadır. Gelinen noktada, Türkiye’nin, İdlib konusunda, Moskova’nın ve/veya Washington’un yardımına ihtiyaç duyması yahut Rusya ile ABD’yi biri birine karşı kullanması, isabetli/rasyonel bir yaklaşım olarak görülmemektedir; bu, Türkiye için çok riskli ve tehlikeli bulunmaktadır.
İdlib, “Kürt Koridoru”nun Doğu Akdeniz’e açılması bağlamında önemlidir. Türkiye İdlib konusunda başarılı olamaz, İdlib konusu Türkiye’nin istemediği bir mecraya kayarsa, kuvvetle muhtemel bu kez de Türkiye’nin önüne Hatay konusu gelecektir. Çünkü İdlib üzerinden Doğu Akdeniz’e açılınamamaktadır, İdlib’in önünde Hatay vardır, Hatay “Kürt Koridoru”nun Doğu Akdeniz’e açılmasına engeldir. Hatay’ın Türkiye’ye katılışı ve Şam’ın bunu bugüne kadar kabul etmemiş olması “istismar” edilerek, Türkiye bu kez de Hatay konusu ile meşgul edilecektir. Moskova’nın ve Washington’un Kürt yaklaşımı bilindiği ve her iki başkentin de Kürtlere müzahir olduğu açıkça görülebildiği için, Türkiye’nin İdlib konusunda Moskova’nın ve/veya Washington’un yardımını araması doğru/isabetli olmayacak; hele İdlib konusunda Rusya ile ABD’yi biri birine karşı kullanmaya yönelmesi çok daha ciddi bir yanlış olacaktır.
Belirtilen hususlar nedeniyle, Türkiye için en öncelikli olanı ve doğrusu, Türkiye’nin İdlib’de kendi öz gücüne dayanmasıdır. İdlib’e bakarken, buranın, hem Hatay’ın, hem de Türkiye’nin güneydoğusunun, korunması ve elde tutulması açısından kritik önemi haiz olduğunu görmek gerekir. Türkiye’nin mevcut beka sorunu ile doğrudan bu suretle ilişkilendirilebilecek bir mahiyet arz eden İdlib konusunun, bir şekilde Rusya ve/veya ABD ile ilişkilendirilmesi, hele Rusya’dan ya da ABD’den “medet umulması”, bu mahiyet ile örtüşmeyecektir, çelişecektir, beka sorununu ayrıca ağırlaştırabilecektir.
İkinci olarak, Ankara, İdlib konusunu Şam ile görüşmeyi tezekkür etmelidir. Şam’ın İdlib’i kontrolü, Kürt koridorunun önüne set çekiyorsa, dolayısıyla ülkesel bütünlüğünü sağlamada mesafe alması anlamına geliyorsa, Rusya’nın İdlib konusunda Şam’a verdiği destek, sonrasında Şam’a sıkıntı olarak yansıyacaktır. Yani Rusya’nın desteği, siyasal egemenliğini İdlib’e yansıtması ve ülkesel bütünlüğünü sağlaması bakımından, Şam için fazla güvenilir bir destek olarak görülmemektedir. Ankara, Şam’ın dikkatini buna çekebilir.
Üçüncü olarak, Şam açısından bakıldığında, eğer ABD ile aralarında “örtülü/derin” bir ilişki yoksa, İran’ın Şam’a verdiği destek, Kürt koridorunu engelleme ve Şam’ın ülkesel bütünlüğünü sağlama ve siyasal egemenliğini İdlib’e yansıtma açılarından, Şam için daha kabul edilebilir bulunmaktadır. Çünkü İran, Kürt kökenli nüfusa sahip bir diğer bölge ülkesidir. Şimdilerde pek görülmese ve konuşulmasa da, Suriye’deki gelişmelerin İran’a yansıma potansiyeli asla zayıf değildir. Üstelik İran’ın bugün içinde bulunduğu koşulların, bu potansiyeli güçlendirdiği değerlendirilmektedir.
Dördüncü olarak, İdlib, Irak’ın ülke bütünlüğünü koruması açısından da önemli bir konudur. Çünkü Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY), “bağımsızlık referandumu” sonrasında, Bağdat’a adeta “pamuk ipliği ile bağlı” bir duruma gelmiştir. İdlib’de inisiyatifin Rusya’nın ve/veya ABD’nin eline geçmesi, Hatay konusunun öne çıkması, Türkiye’nin bu kez Hatay ile “meşgul edilmesi”, IKBY’inin Bağdat’tan kopmasına elverişli bir ortama yol açacaktır. Irak’ta son yaşananlar ve bugün Irak’ın içinde bulunduğu tablo, konu bağlamında son derece anlamlı bulunmaktadır.
Beşinci olarak, belirtilen hususlar üzerinden varılmak istenen nokta, Türkiye’nin, İdlib konusunu, sadece Şam ile değil, Tahran ve Bağdat ile de görüşmesi gerektiğidir. Çünkü İdlib, sadece Türkiye’nin değil, İran’ın da, Irak’ın da, Suriye’nin de ülkesel bütünlüklerini korumaları bağlamında kritik önemi haiz bir konudur. En azından ben böyle görüyorum.
Altıncı olarak, Ankara, İdlib konusunda adım atarken, buna paralel olarak, özellikle uluslararası toplum nezdinde Türkiye “doğru konuşuyor”, “doğru iş yapıyor”, “samimi” algısını doğuracak bir kamu diplomasisi de yürütmelidir. Ayrıca İdlib konusu Türkiye için bu kadar önemli iken, Türkiye’nin, hem ilgisini ve gücünü ufalamaması, hem de bunu İdlib’in Türkiye için arz ettiği önemin “dolaylı” yoldan dışa vurumu olarak kullanması uygun olacaktır. Bir diğer husus da, Çin’in, BM’nin, NATO’nun, AB’nin “samimi” olarak bilgilendirilmesi, aynı şekilde Türk Büyükelçilerin nezdinde görev yaptıkları ülkelerde/örgütlerde aynı samimi aydınlatmayı yapmasıdır. Bunlar, önce İdlib konusunda, sonra da beka sorununda Türkiye’yi rahatlatma potansiyeli olan hususlardır.
Yedinci ve son olarak, yukarıda ifade edildiği üzere, eğer İdlib, Suriye krizinin gerisindeki amaca ulaşmada “kritik eşik” ise; eğer Türkiye bu eşiğin aşılmasında son engel ise; Ankara, İdlib’de ve İdlib ile bağlantılı konularda oyuna gelmemeye çok dikkat etmeli, bunun için de özellikle istihbarat yapılanmasını alarm durumuna geçirmelidir diye düşünüyorum. Çünkü İdlib konusunda “aldatılmanın” bedeli çok ağır olur, ülke olarak altından kalkamayız, telafisi olmaz, olursa da bedeli çok ağır olur.
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 03 Şubat 2020.