İDDİA: TÜRKİYE ORTADOĞU’DA SUUDİ ARABİSTAN’IN YERİNİ ALMAYA SOYUNMUŞ…

Prof. Dr. Osman metin Öztürk

ABD Başkanı Donald Trump: “Suudi Arabistan olmasaydı İsrail’in başı dertte olurdu” demiş[i]

Haberi görünce, twitter’da ve linkedin’de, habere yer vermiş ancak “yorum yapmayacağım” notunu düşmüştüm… Nedeni, haberin bendeki ilk çağrışımının, “bildiğim”(!) Suudi Arabistan algısı olması idi…

Fakat sonra…

Bir süredir, olaylardan-gelişmelerden hareketle, artık enerji satıcısı olan ABD’nin, Suudi Arabistan’ın enerji pazarına göz diktiği, bu nedenle Suudi Arabistan’ı hedef aldığı, bu yolda Arap Baharını kullanabileceği ve Türkiye’nin de bu konuda ABD ile birlikte hareket edebileceği değerlendirmesini yapıyordum. Bu değerlendirmeyi konu edinen birkaç yazı-yorum da yazmıştım…

Bunları hatırlayınca, aşağıdaki anlam yüklemelerini (değerlendirmeyi) yapma gereği ortaya çıktı.

Her şeyden önce, Başkan Trump’ın, “Suudi Arabistan olmasaydı İsrail’in başı dertte olurdu” derken, gerçekte Riyad’ı, içeride kendi halkı ile ve dışarıda İslam Dünyası ile karşı karşıya getirdiğini, yani “fitne çıkardığını” görmek gerekir. Suudi Arabistan’ın Başkan Trump tarafından ifade (itiraf) edilen İsrail’e ilişkin bu duruşunun, “Riyad Yönetimi, Arap ve İslam Dünyalarına ihanet içinde” algısını doğurması ihtimal dışı görülmemekte ve Ortadoğu’ya hâkim siyasal kültürün, bu ihtimali beslediği düşünülmektedir.

İkinci olarak, Başkan Trump’ın bahse konu açıklamasını, Kaşıkçı olayı ve bu olay ile Suudi Veliaht Prens Salman arasındaki ilişkilendirme bağlamında görmek mümkündür. Bunun için, son dönemde Riyad’ın attığı reform adımlarını hatırlamaya ve İslam’a bakış açısı belli olan Riyad’ın bu reform adımlarını niye attığını sorgulamaya ihtiyaç vardır. Acaba, Veliaht Prens, ABD’nin Arap Baharı üzerinden Suudi Arabistan’ı hedef alabileceği ihtimalini görmüş ve reformlar üzerinden bunu boşa çıkarıcı bir çaba içerisine girmiş, Kaşıkçı olayı da “Veliaht Prens engelini” aşmak için “kurgulanarak sahnelenmiş” bir oyun olabilir mi?

Üçüncü olarak, dikkati çeken bir başka husus, Kaşıkçı olayının Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kullanıldığına, özellikle nasıl ve ne için kullanıldığına dair iddialardır[ii]. Bu iddialar; “…Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetiyle ilgili ayrıntıları ustalıkla sızdırarak Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selam’ın cinayetle ilişkilendirilmesini sağladığı…”; bunu yapmasındaki amacının “…Suudi Arabistan’ı Amerika’nın Ortadoğu’daki en büyük müttefiki olarak saf dışı bırakma…” olduğu şeklindedir. Konuya ilişkin dipnotta verilen orijinal yazıda; (i) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Suudi Arabistan’ı bölgede rakibi olarak gördüğü ve yerini almaya istekli olduğu, ABD’yi Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan ve BAE’nden (ve de Mısır’dan) uzaklaştırmayı amaçladığı, ancak Başkan Trump’ın Veliaht Prens Muhammed bin Selman (MBS)’a ilişkin duruşu nedeniyle Suudi Arabistan konusunda istediğini alamadığı; (ii) istediğini alamamakla birlikte, iki yıl önceki darbe girişiminden (“15 Temmuz olayından”) sonra 100 binden fazla kişinin hapsedilmesi (locking up) üzerinden eleştirilen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Kaşıkçı olayından sonra, uluslararası politikadaki pozisyonunu güçlendirdiği; (iii) Arap (ve İslam) Dünyasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir karşılığının (ifadesinin) olduğu belirtilmektedir. Bu belirtilenler, Suudi Arabistan’ın ABD’nin hedefinde olduğu yolundaki değerlendirmeye halel getirmemektedir. Bilakis, bu belirtilenlerden, hem Türkiye’nin Suudi Arabistan konusunda ABD’ye yanında olacağı mesajını verdiği, hem de ABD’nin Suudi Arabistan ile Türkiye’yi “biri birine karşı kullanma” avantajına kavuştuğu anlamları çıkarılabilmektedir. Bu çıkarsamalara, “Türkiye’nin de, tıpkı Suudi Arabistan gibi, İsrail’in başını dertten kurtarmaya talip olduğu” görüşü pekâlâ eklenebilecektir. Ve bu belirtilenler, son birkaç haftada ABD’den gelen, bazı “sembolik” ve Türk kamuoyunun inandırıcı bulmadığı adımları (örneğin PKK terör örgütünün üst düzey üç yöneticisi için ödül koymayı) açıklamaktadır diye değerlendirilmektedir.

Yukarıda belirtilenler ışığında, Türk Dış Politikasında, “çok vahim” sonuçları olabilecek adımların atılmakta olduğu değerlendirmesine ulaşılmaktadır.

Niye böyle bir değerlendirmeye ulaşıldığına açıklık getirmek için, konu bağlamında akla gelen ya da kendisini belli edem bazı hususları görmek gerekir.

Her şeyden önce, eğer iddia edildiği gibi Türkiye Ortadoğu’da Suudi Arabistan’ın yerini almaya istekli ve bu sonucu sağlayacak açık-örtülü adımları atıyor ise; bunun, Türkiye’yi Batılı değerlerden (demokrasiden, insan haklarından, hukukun üstünlüğü ilkesinden ve çağdaş yönetim anlayışından) uzaklaştıracağını görmek gerekir. Ortadoğu’da örnek olarak görülen/gösterilen Türkiye, hem bu konumunu kaybetme, hem de Ortadoğu’nun “bildik görüntüsünü” yansıtan bir ülke haline gelme riski ile karşı karşıya kalacaktır.

İkinci olarak, iddia edildiği gibi Suudi Arabistan’ın yerini alması, acaba Türkiye’ye ABD’nin Ortadoğu’da en yakın/güçlü müttefiki olma imkânı sağlar mı? “NATO üzerinden müttefik olma” uygulamada bu imkânı sağlamamış gözüküyor iken, Suudi Arabistan’ın yerini almanın Türkiye’ye bu imkânı sağlayabileceğinin düşünülmesi ne kadar gerçekçi olacaktır? İddia edildiği gibi Türkiye Suudi Arabistan’ın yerini alınca, ABD’nin Ortadoğu’da Kürtlere ilişkin yaklaşımı değişecek midir? Yoksa Ankara, ABD’nin Kürtlere ilişkin yaklaşımının arkasında Suudi Arabistan’ın olduğunu ve Suudi Arabistan’ın yerini alırsa bu yaklaşımın değişebileceği gibi, gerçekçi olmayan bir anlayışa mı sahiptir?

Üçüncü olarak, Suudi Arabistan’ın “militan İslami aşırıcılık” ve maksatlı “İslami terörizm” nitelemesine yol açan terör örgütleri ile olan ilişkileri ve yakın zamanda Türkiye’yi bunlarla ilişkilendiren iddialar hatırlandığında, iddia edildiği gibi Suudi Arabistan’ın yerini alacak bir Türkiye için, acaba nasıl bir “fotoğraf” çıkabilecektir? Türkiye, hem “militan İslami aşıcılık” ile, hem de uluslararası terörizm ile, maksatlı olarak ve daha kolay ilişkilendirilebilen bir ülke haline gelebilir mi?  “Medeniyetler çatışması” tezi, “böyle bir Türkiye’yi” ne gibi tehlikeler ile karşı karşıya bırakabilecektir? İddia edildiği ve değinildiği gibi olur ise, Türkiye, muhtemel “modern Haçlı Seferleri”ne maruz kalmanın önünü kendi eliyle açmış olmayacak mıdır?

Dördüncü olarak, iddia edildiği gibi bölgede Suudi Arabistan’ın yerini almaya istekli bir Türkiye’nin, İran’ın durumunu da göz önünde bulundurması gerekmeyecek midir? Eğer iddia edildiği gibi olur ise, Türkiye, bu suretle, Sünni İslam Dünyasının hamiliğine soyunmuş olmayacak mıdır? Böyle bir durumda, hem İran’a doğudan ve bütün güneyden komşu olduğunu, hem de Suudi Arabistan’ın yerine talip olmasının (yani hedef almasının) “mezhepsel rekabet” bağlamında İran’ın işine geleceğini görmek durumunda değil midir? Acaba, iddia edildiği gibi Suudi Arabistan’ın yerini alacak bir Türkiye, Yemen’deki çatışmanın dışında kalabilecek midir, burada İran ile karşı karşıya gelmeyecek midir?

Beşinci olarak, iddia edildiği gibi Suudi Arabistan’ın yerini almaya istekli bir Türkiye, Suudi Arabistan gibi, İsrail’in başını dertten kurtarma işlevine soyunmak zorunda kalmayacak mıdır? İddia edildiği gibi Türkiye Suudi Arabistan’ın yerini alır ve bu işlevi üstlenir ise; İsrail’in, Kürtlere ile olan ilişkilerini ve Doğu Akdeniz’de yeni ortaya çıkan petrol ve doğal gaz kaynaklarına ilişkin Türkiye’nin aleyhine yaklaşımını, Türkiye lehine gözden geçirmesi beklenebilecek midir? Söz konusu iddiaya bağlı olarak İsrail konusunda tıpkı Suudi Arabistan gibi bir işlevi yerine getirecek bir Türkiye, İslam ve Arap Dünyalarında sorgulanmayacak mıdır?

Altıncı olarak, iddia edildiği gibi ABD nezdinde Suudi Arabistan’ın yerini almaya istekli bir Türkiye, Ankara-Moskova ilişkileri konusunda politik, ekonomik ve askeri açılardan bir “deprem” etkisine yol açmayacak mıdır? Türkiye’nin, böyle bir depremin etkilerini telafi edebilecek imkâna ve yeteneğe sahip olduğu düşünülebilir mi? Ya da Türkiye, böyle bir depremin etkilerini telafi etmesine imkân verecek, sağlam ve güvenilir, uluslararası ilişkilere, dostlara, müttefiklere sahiptir diye düşünülebilecek midir?

Yedinci olarak, Batının Avrupa kanadının ABD’den uzaklaştığı ve ABD’nin uluslararası politikada bir “iniş” içinde olduğu sinyallerinin güçlendiği bir sırada, Türkiye’nin ABD nezdinde Suudi Arabistan’ın yerini almaya hevesli olduğunun iddia edilmesi, Türkiye üzerinde oynanmak istenen bir oyunun (Türkiye’nin hedef alındığının) bir işareti olarak da görülemez mi? Türkiye; gücü, imkânı, yeteneği, birikimi ve potansiyeli olan bir ülkedir. Türkiye üzerinde oynanmak istenen oyun ve Türkiye’nin hedef alınması, Türkiye’nin gücüne ve bu güçle Ortadoğu’da oynanmak istenen bazı oyunları bozduğuna bağlanabileceği gibi, Türkiye’nin son 15-16 yılda uluslararası ilişkilerinden nereden nereye geldiği ile de açıklanabilecek bir durum olarak görülemez mi? Eğer Türkiye’nin dış politikada geldiği noktanın bir “öngörüsüzlüğe” işaret ettiği düşünülür ise, (i) söz konusu iddianın “maksatlı” olduğu, (ii) iddianın arkasında fark edilen “öngörüsüzlüğün” yer aldığı ve (iii) iddia sahiplerinin Türk Dış Politikasındaki “öngörü zafiyetinin” devam edeceği varsayımından yola çıktıkları düşünülemez mi? Yine dipnottaki yazıdan, söz konusu iddianın “kişisel hırs” olgusu ile de ilişkilendirildiği çıkmıyor mu? Bence, söz konusu iddia, hem “öngörüsüzlüğün” çıkış noktası alındığını, hem de “kişisel hırs” olgusunun istismar edildiğini dışa vurmaktadır. Dipnottaki yazıya konu söz konusu iddiadan, birikim sahibi bir uzmanı olarak, böyle bir izlenim edinmekteyim.

İddia: Türkiye, ABD nezdinde, Ortadoğu’da Suudi Arabistan’ın yerini almaya soyunmuş!…

Uluslararası kamuoyunda böyle bir algı oluşmuş ya da oluşturulmak isteniyor!…

Bu algı; tarihsel, hukuksal, siyasal, toplumsal, askeri, ekonomik… hangi açıdan bakılırsa bakılsın bugünkü Türkiye’ye yakışan bir algı (ya da tercih) değil. “Güçlü Türkiye” söylemi ve algısı, bununla hiç mi hiç örtüşmüyor…

Ancak ve ne yazık ki, edinilen izlenim; Kaşıkçı olayı ile birlikte, “okun yaydan çıkmış” olduğu, böyle bir mecraya girilmiş olabileceğidir…

Niye? Çünkü ülkeler, Kaşıkçı olayı üzerinden Suudi Arabistan’a olan tepkilerini, diplomatik, siyasal ve ekonomik-ticari açıdan göstermek yerine, “silah satmama kararı” (Almanya, Norveç, İspanya, Danimarka ve Finlandiya) almak veya “silah satmamayı tartışmaya açmak” (İngiltere, Belçika ve Avusturya) suretiyle göstermeyi tercih etmişlerdir. Bu tercih şekli, Yemen’deki durum ile de ilişkilendirilebilir ancak, bana daha çok Suudi Arabistan’a yönelik muhtemel bir “çok uluslu gücün” işaretleri gibi gelmektedir. Suudi Arabistan’ın çok yakın olduğu Pakistan’ın Faysalabat kentinde geçtiğimiz hafta ortaya çıkan Suudi Arabistan karşıtı gösterileri[iii], Suudi Arabistan’a yönelik çok uluslu güce işaret eden bir başka gelişme olarak değerlendirmekteyim.

Kaşıkçı olayına ilişkin yaklaşımı nedeniyle, Türkiye’nin, muhtemel çok uluslu gücün adeta “doğal” katılımcısı olacağını açıkça görülebilmektedir, en azında bu çok kuvvetli bir ihtimal olarak görülmektedir.

ABD açısından bakıldığında, Başkan Trump’ın Veliaht Prens ile ilgili açıklamaları, yani Suudi Arabistan’a sahip çıkıyor gözükmesi, bir şeyi değiştirmemektedir. Suudi Arabistan’ın yerini almaya  “gönüllü” bir alternatif (Türkiye) ortaya çıkmış, Suudi Arabistan’a karşı bir çok uluslu güç ihtimali belirmiş, bunlar ortada iken Başkan Trump Riyad’ın arkasında durmuş!… Washington, Riyad konusunda “şimdilik” amacına ulaşmıştır diye değerlendirilmektedir. Çünkü bu tablo, Washington’un, çok uluslu bir gücü devreye sokmadan, Riyad’a istediğini yaptırmaya elverişli, oldukça ekonomik ve riski daha az bir tablodur. Washington bunu tercih etmez mi? Eder, etmiştir ve Riyad da ABD’ye petrol sevkiyatında kısıntıya gitmek[iv] suretiyle, ABD’nin bu tercihini kabul ettiğinin ilk işaretlerinden birini vermiştir diye düşünülmektedir.

Eğer gelişmeler, bizim bu anlam yüklemelerimiz istikametinde ise; Suudi Arabistan’ın, ABD’nin “telkinleri” ile, Ortadoğu’da (münhasıran İran ve Kürtler konusunda) beklenmedik adımları atması, Ortadoğu’daki kaos ortamının giderek “ağırlaşması” sürpriz olmayacaktır.

İster iddia edildiği gibi Türkiye Suudi Arabistan’ın yerini alsın, ister Riyad Washington’un nüfuzuna kapıları sonuna kadar açmış olsun, Ortadoğu’daki kaos ortamının giderek “ağırlaşması”, Türkiye’ye aynı şekilde ve oranda yansıyacaktır. Bu, bana göre, Türkiye’nin, milli ve coğrafi bütünlüğüne yönelik endişeyi bugünden daha ağır olarak yaşayabileceği anlamına gelmektedir. Acaba Türkiye buna hazır mıdır? Türkiye’nin, “kendi eliyle kendi ayağını bağlayan” ülke görüntüsü verebilecek olmasından endişeliyim. Çünkü Arap Baharının, Suudi Arabistan’a uğrayabileceği gibi, Türkiye’ye uğrayabileceği; tabiatıyla, buna bağlı olarak, böyle bir durumda, Suudi Arabistan’ın da Türkiye’ye yönelebilecek Arap Baharına müzahir olabileceği akla gelmektedir. Bu ihtimali, dışlanabilecek bir ihtimal olarak göremiyorum. Ve zihnimden dışlayamadığım bir başka ihtimal daha var. O da, Kaşıkçı olayının bugünkü mecrasından çok farklı bir mecraya (Türkiye’nin aleyhine bir mecraya) kayma ihtimalidir. Haliyle, bu ikinci ihtimal, birinci ihtimali besleyici bir etkiye yol açabilecektir.

Türkiye, uluslararası ilişkilerinde şimdiye kadar olmadığı, daha “derinlerde” bir yalnızlığı yaşamak durumunda kalabilir…

Endişem bundan.

Yaklaşan yerel seçimler, Türkiye için bu sıkıntıyı artırıyor diye düşünüyorum ve bu endişem artıyor.

Temennim; Türkiye için hangisi hayırlı olacak ise onun olması…

osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 24 Kasım 2018.

[i] “Trump açık açık söyledi. ABD Başkanı Donald Trump, ‘Suudi Arabistan olmasaydı İsrail’in başı dertte olurdu’ dedi…” https://odatv.com/trump-acik-acik-soyledi-22111851.html, 23.11.2018 (“Trump: Israel would be in big trouble without Saudi Arabia”, https://www.timesofisrael.com/trump-israel-would-be-in-big-trouble-without-saudi-arabia/, 23.11.2018.)

[ii]  “New York Times’da Kaşıkçı Cinayeti ve Erdoğan Analizi”, https://www.amerikaninsesi.com/a/new-york-timesda-kasikci-cinayeti-ve-erdogan-analizi/4669449.html, 23.11.2018. (“Erdogan Didn’t Get All He Hoped For in Khashoggi Case, but His Stature Rises”, https://www.nytimes.com/2018/11/21/world/middleeast/erdogan-khashoggi-trump.html, 23.11.2018)

[iii]  “‘He Never Came Back’: The Plight of Pakistani Migrants on Death Row in Saudi Arabia”, https://www.worldpoliticsreview.com/articles/26803/he-never-came-back-the-plight-of-pakistani-migrants-on-death-row-in-saudi-arabia, 23.11.2018.

[iv] “Saudi Arabia is slashing oil shipments to US, a tactic that boosts prices and may rile Trump”, https://www.cnbc.com/2018/11/16/saudi-arabia-cuts-oil-shipments-to-us-in-likely-bid-to-boost-prices.html, 23.11.2018.

 


ABD’YE AİT İNSANSIZ HAVA ARACININ KARADENİZ’DE DÜŞMESİ ÜZERİNE

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz günlerde, Karadeniz’de uluslararası hava sahasında ABD’ye ait bir insansız hava aracı (İHA) düşmüş; ABD İHA’nın Rusya tarafından vurulduğunu iddia etmiş, Rusya ise İHA’nın “ani manevra” sonucu düştüğünü savunmuştu. Ve konu, daha sonra, Karadeniz’e düşen İHA’nın çıkarılmasına gelmişti. İlk başta, bunun nedeni, düşen ABD İHA’sının içerdiği teknoloji ile

ORTADOĞU’DA ÇİN’İN GÖRÜNÜRLÜĞÜ ARTIYOR

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk İran ve Suudi Arabistan yetkilileri Çin’de bir araya gelmiş… Suudi Arabistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Musaid el Aiban ve İran Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Ali Şemhani, 6-10 Mart tarihlerinde Pekin’de bir araya gelmiş… Çin Komünist Partisi (ÇKP) Merkez Komitesi Dış İlişkiler Komisyonu Ofisi Direktörü (yakın zamana kadar Çin’in Dışişleri Bakanı)

TÜRK SİYASETİNDE İYİ PARTİ’NİN SON HAMLESİ VE YAKLAŞAN SEÇİMLER

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Belli ki, İyi Parti (İP)/Sayın Meral Akşener, Türk siyasal hayatında uzun süre hatırlanacak… Tıpkı “mevcut MHP”/Sayın Devlet Bahçeli gibi. “Mevcut MHP”/Sayın Bahçeli, ne oldu-ne bitti hala bilinmiyor, birden bire hem izlediği politika kendisi ile örtüşmeyen, hem de demediğini bırakmadığı AKP/ Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile yakınlaştı, Cumhur İttifakı üzerinden AKP

“NATO ÜYELİĞİ ONAY SÜRECİ KOLAY DEĞİLDİR”

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Yukarıdaki başlık bana ait değil. Başlık, Sayın Konur Alp Koçak’ın, 11 Kasım 2022 tarihli Türkgün Gazetesi’nin 11. sayfasında yer alan köşe yazısının başlığıdır. Sayın Koçak’ın köşe yazısında yer alan bazı hususlar, işbu çalışmayı kaleme alma ihtiyacını doğurmuştur. Sayın Koçak, köşe yazısında, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in geçtiğimiz günlerde Türkiye’yi ziyareti

ABD’NİN GİRİT’TE VE BATI TRAKYA’DA ARTAN ASKERİ VARLIĞI ÜZERİNE…

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk Yunanistan’ın, NATO üyesi olarak ülkesini zaten ABD’ye açmış iken, son dönemde bu işi daha da ileriye taşımasını, ABD’ye Girit’te ve Batı Trakya’da daha ileri konuşlanma imkânı tanımasını, burada biraz farklı ele almaya çalışacağım. Elbette ki, Yunanistan’ın bu yaptıkları, Yunan emeli ve ABD’nin güncel Türkiye yaklaşımı ile birlikte mütalaa edildiğinde, Türkiye

E-mail: bilgi@ascmer.org

Tel: +90 532 414 48 98

Dükkan
© 2014 Tüm Hakları Saklıdır. Sitedeki yazılar ve analizler kaynak gösterilmeden kullanılamaz.