Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
Sayın Ahmet Davutoğlu’nun, yeni kurulan Gelecek Partisi’nin Genel Başkanı olarak, kamuoyuna yaptığı, partinin tanıtımı niteliğindeki ilk konuşmasını HaberTürk’ten, kesilince Tele 1’den, verildiği kadarıyla, canlı olarak izledim.
Öncelikle, yeni kurulan partinin Türkiye için hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum. Aşağıda sunduğum ilk izlenimlerime ve görüşlerime rağmen, bana yakışan, böyle bir temennide bulunmaktır.
Yeni bir parti kuruluyor. Kuranlar ve niçin/nasıl kurulduğu az çok belli. Gelecek Partisi’nin kuruluşu, şu an itibarıyla, Türk siyasetinin bugünü ve geleceği açısından anlamlı. Fakat NTV, CNN Türk, 24 Tv, TGRT gibi televizyon kanalları, bu konuşmayı canlı olarak vermedi. Bu, Türk siyasetindeki mevcut atmosferi yansıtması açısından dikkat çekiciydi ve yeni partinin nasıl bir siyasal atmosferde kurulmuş olduğuna işaret etmesi açısından önemliydi. Ancak bunun ne hikmetse haber değeri fazla değildi, onun için de televizyonlar bu konuşmayı canlı olarak vermemişlerdi!…
Sayın Ahmet Davutoğlu’nu akademik çalışmaları ve AKP’deki siyaset geçmişi üzerinden, bu partinin kurucuları arasında ismi geçen Sayın Yusuf Ziya Özcan’ı da, rektör olduğum dönemde Türk Yükseköğretiminin başına getirilmesinden sonra resmi olarak az-çok tanıyorum. Türkiye’nin dış politikada geldiği nokta ile, Türk Yükseköğretiminin mevcut görüntüsü ortada ve bunları, ne Sayın Davutoğlu’ndan, ne de Sayın Özcan’dan ayrı düşünebiliyorum.
İzleyebildiğim kadarı ile; Sayın Davutoğlu, konuşmasında güzel hususlara değindi; konuşmasında, AKP iktidarına yönelik “ustalıklı” ağır eleştiriler vardı. Ancak kurduğu yeni parti için çelişkilere ve samimiyetsizliğe işaret eden hususlar da vardı. Tabiatıyla, bunlar mevcut AKP’yi çağrıştırıyordu. Haliyle buna bağlı ikincil çağrışım da, aynı “siyasal kök”ten gelme oluyor.
Sayın Davutoğlu; bir taraftan, demokrasinin 70 yıllık (!) tarihinden, geçmişten ilham almadan söz etti, göründüğümüz gibi olacağız ya da olduğumuz gibi görüneceğiz dedi. Fakat söylediği bazı hususlar bununla çelişkili oldu, samimiyetsizliğe işaret etti. Çünkü diğer taraftan da, Cumhuriyet’in 100. yılına yürümeden, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulan Cumhuriyet’ten ve demokrasiden söz etti. Hem bunları söyleyip hem de “demokrasinin 70 yıllık tarihi” ifadesi ile Türk demokrasisinin Demokrat Parti ile çok partili siyasal hayata geçilmesinden itibaren başlatılması çelişkili olmuştur. Bu, bende 17 yıldır aralıksız ve tek başına iktidarda oluşlarından tanıdığım AKP’yi ve Sayın Erdoğan’ı çağrıştırmıştır. Bu çağrışımlar, haliyle daha başlangıçta, bende Gelecek Partisi ile ilgili olarak bir samimiyet sorgulanmasına neden olmuştur.
Sayın Davutoğlu’nun konuşmasında; adalet, hakkaniyet, liyakat, ehliyet ve özgürlükçü laiklik kavramlarına yaptığı vurgu, lider kültünü reddettikerini ifade etmesi dikkat çekiciydi. Hukukun, güç biriktirme alanı değil, gücü denetleme aracı olduğuna işaret etmesi çok önemliydi, çok isabetliydi. Sayın Davutoğlu, güçler ayrılığına ve denetlenemeyen güç olmayacağına, yasama organının baskı altında olmayacağına, Meclis’in siyasal etkinliğinin artırılacağına, yönetimde etkinliğin ve hesap verilebilirliğin aranacağına yaptığı vurgular da, keza hem dikkat çekiciydi, hem de isabetliydi. Aynı zamanda, AKP iktidarına yönelik “ustalıklı” ağır eleştirilerdi.
Sayın Davutoğlu, konuşmasında, bu vurgularından sonra Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin değiştirileceğine de işaret etti ki, bunu, doğrudan Sayın Erdoğan’ı hedef alan ciddi bir eleştiri olarak görüyorum. Ancak bu noktada hemen kendisinin, AKP üyesi olarak, 2017’deki referandumda bu sisteme evet denilmesi için kampanya yürütmüş bir isim olduğu aklıma geldi Burada da yine “samimiyet” olgusu kendisini hissettirdi.
Aklıma Sayın Erdoğan’ın, rahmetli Erbakan’dan ayrılıp, Ağustos 2001’de AKP’yi kurdukları sırada ve AKP olarak Kasım 2002’de katıldıkları ilk seçimde söyledikleri geldi. Şimdi de, Sayın Davutoğlu, Sayın Erdoğan’dan ayrılıp Gelecek Partisi’ni kuruyor ve bugün söyledikleri Sayın Erdoğan’ın o tarihlerde söylediklerini çağrıştırıyor.
Ülkenin, Sayın Erdoğan ve AKP ile, 17 yılda gelmiş olduğu nokta ortada. 17 yıldaki söylemleri ve icraatları üzerinden, Sayın Erdoğan da, iktidar partisi AKP de, artık içeride de dışarıda da iyi biliniyor. Bu bağlamda, bir Saadet Partisi’ne (ve Yeniden Refah Partisi’ne), bir AKP’ye bakıyorum… Savunulan değerlere bağlılıktaki “samimiyet”, o kadar sulanmış, o kadar çok mevzi kaybedilmiş ki… Bunu görüyorum. Bunu görünce, “siyasal kök” aynı olunca ve yukarıda değinilen çağrışımlar ortaya çıkınca, umarım Gelecek Partisi ile ülke bugünleri arar duruma düşmez temennisinde bulunma ihtiyacı duyuyorum.
Şeyh Edebali’nin damadı Osman Gazi’ye söylediği, “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” sözünü bilmeyen yoktur. Bilmeyen var idi ise, 17 yıllık AKP iktidarında Sayın Erdoğan’dan çok duyulduğu için, şimdi artık onlar da biliyorlardır. Hatırımda yanlış kalmadı ise, bu söz, Sayın Davutoğlu’nun bu ilk konuşmasında da geçti.
Sayın Davutoğlu, bu söz ile birlikte, doğaya saygıyı, insana saygı olarak gördüklerini de ifade etti. İster istemez bu noktada insanın aklına yine AKP geliyor. Doğaya saygı, insana saygının bir gereği ise; AKP iktidarının insanın içinde yaşadığı çevreye/doğaya reva gördüğü mevcut muameleyi nasıl anlamak gerekir? Sayın Erdoğan, sıkça, insanı yaşat ki devlet yaşasın diyor ama, ne insanın yaşamasına imkan veren çevrenin/doğanın katledildiğine dair haberler medyadan eksik oluyor, ne de bunun devletin yaşamasına halel getirici boyutunun farkında olunduğunun işaretleri görülüyor. İslam’da iman işareti kabul edilen vatan sevgisinin içinde çevrenin/doğanın korunmasının yer aldığı da görülmüyor. Askerin gittiği her yere ağaç dikmesinin altındaki hikmet ise, hiç sorgulanmıyor. “Siyasal kök” aynı olunca ve konuşmanın çağrışımları yukarıda belirtildiği şekilde olunca, burada da yine insanın aklına aynı şey geliyor: Sayın Davutoğlu’nun çevre/doğa konusunda söylediklerine inanalım mı?
Sayın Davutoğlu’nun konuşmasını, baştan sona izleyemedim. Çünkü televizyonlar vermedi. Konuşmasında, izleyebildiğim kadarı ile, milli değerlere yaptığı belirgin bir vurgu da yoktu. Sayın Erdoğan’ın ve AKP’nin başlangıçta ve ilk iktidar yıllarında duyduğum ve gördüğüm, “mozaik” söylemi ve milli değerlere uzak/soğuk yaklaşımını Sayın Davutoğlu’nun ilk konuşmasında da algıladım.
Sonuç olarak, ilk izlenimim, Gelecek Partisi’nin geleceğinin olmadığı yönündedir. Ancak partinin ülke sathında teşkilatlanma durumu ve kurucuların yurt dışı bağlantıları nedir, bunları bilmiyorum. Sayın Erdoğan, AKP’deki mevcut iniş sürecini durdurmada (ve tersine çevirmede) ne kadar başarılı olabilir, bunu tahmin edemiyorum. Sayın Fatih Altaylı’nın programına konuk olduktan sonra artık bana fazla anlamlı gelmese de, aynı “siyasal kök”ten Sayın Ali Babacan’ın kuracağı partinin kuruluşunu bekleyip Gelecek Partisi’ni nasıl etkileyeceğine bakmak icap eder. Ayrıca Gelecek Partisi’nin, mevcut siyasal partiler arasındaki ilişkileri ve dengeleri nasıl etkileyeceği de önemli. Keza siyasal partiler arasındaki mevcut ittifakların, yeni kurulan/kurulacak partilerin etkisinde, yeniden şekillenmesi ihtimali de belirmiştir. Gelecek Partisi’nin geleceğinin, bu ve benzeri hususlarda saklı olduğunu düşünüyorum.
Sonuç olarak; hem tekraren Gelecek Partisi’nin Türkiye için hayırlı ve uğurlu olmasını, hem de Türk siyasetinin doğru konuşmayanlardan ve doğru iş yapmayanlardan bir en evvel kurtulmasını (temizlenmesini) temenni ediyorum.
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 13 Aralık 2019.