Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
Pekin Yönetiminin, Xinjiang’ın (Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin) gelişmemiş küçük yerleşim yerlerinde e-ticaret inşasına yoğunlaşacağı; bölgedeki 120 aşırı yoksul nahiye veya kasabada, 120 e-ticaret hizmet noktası oluşturulacağı; bu suretle, bölgenin “yoksul” insanlarının, internet üzerinden, hem alış-veriş yapacakları, hem de faturalarını ödeyecekleri ifade edilmiştir.[i]
Haber ilk okunduğunda, muhatabına anlaşılır gelmeyebilir. Bir yerde yoksulluk varsa, orada e-ticaret merkezine ihtiyaç duyulur mu diye düşünülebilir. Ancak Çin’e biraz eğilince, bunun ekonomik, politik ve güvenlik açılarından oldukça anlamlı bir tasarruf olduğu görülebiliyor.
Bilindiği üzere, bugün Çin’in ABD karşısında yeni bir kutup olarak görülmesinin arkasında dış ticaretindeki “patlama” vardır. Çin, dış ticaret üzerinden süper ekonomik bir güç olarak küresel politikada öne çıkmış, şimdilerde ise bu ekonomik yükselişini siyasal ve askeri alana taşıyarak tamamlama çabası içindedir.
Çin’in bugünkü görüntüsüne bakarken, arkasındaki Afrika örneğini iyi görmek gerekir. Çin, koşullu krediler üzerinden, gerçekte hiç alım gücü olmayan Afrika’nın en yoksul ülkelerinde alım gücü ve tüketim alışkanlığı doğurmuş, onları üreticisinin Çin olduğu malların ve hizmetlerin alıcısı pozisyonuna çekmiştir. Çin ekonomisinin bugün geldiği noktanın arkasında, rejiminin niteliğinden çok, belki de temelde bu suretle müthiş canlandırılmış dış ticaret (dışa satım) vardır.
Ancak bu tablo, Çin’e ekonomik açıdan güç verse ve bu güç siyasal ve askeri açılardan da anlam kazanmaya başlamış olsa da, sürdürülebilirlik ve güvenilirlik açılarından Çin için riskleri içerir. Çünkü dış ticaretteki muhtemel bir aksaklığın ve/veya gerilemenin bu tablonun bütününü olumsuz etkilemesi ihtimali vardır. Pekin Yönetimi, biraz bu riskin farkında olarak, biraz da büyük nüfusu içindeki yoksul kesimin ekonomik büyümeden pay almasına imkân vermek amacıyla, son dönemde ülke ekonomisine daha çok eğilmiş, özellikle içeride “talep” yaratmaya yönelmiştir. Bu, kalabalık ve çoğu yoksul Çin nüfusunun, hem tüketim alışkanlığını değiştirmek, hem de tüketici özelliğini belirginleştirmek demektir.
Peki, bu ne anlama gelmektedir? Her şeyden önce, Çin ekonomisi, münhasıran dış ticarete bağlı olmaktan çıkacak, daha istikralı ve güvenilir bir yapı ve işleyişe kavuşmuş olacaktır. Doğal olarak, bu, siyasal ve güvenlik açılarından da, istikrarlı ve güvenilir bir yapıya, işleyişe ve ilerleyişe imkân verecektir.
Halkın geleneksel tüketim anlayışından uzaklaşması, yeni bir tüketim anlayışına sahip olması, bu yeni anlayış ile tüketici kimliğinin öne çıkması, belki en önemlisi bu suretle çevresine (dışa) açılması, hiç şüphesiz Çin’in demografik güç unsuruna nitelik kazandıracaktır. Devasa nüfusu hatırlandığında, bu, Çin’in ulusal gücüne güç katılması demektir. Bu noktada, kalabalık nüfusunun tüketim alışkanlıklarındaki değişimin yol açacağı ekonomik trafiğin, sadece ulusal değil, uluslararası boyutunu da görmek gerekir. Bu suretle “Çin iç pazarı” uluslararası ölçekte daha belirginleşecek ve bu da, sadece ekonomik açıdan değil, dış politikasında da Çin’e avantaj sağlayacaktır.
Özetle belirtilen bu hususlar ışığında, herhalde Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin gelişmemiş küçük yerleşim yerlerinde 120 kadar e-ticaret merkezinin inşa edilmesinin geleceği ya da geldiği anlam biraz belirginleşmiştir. Özellikle iki husus öne çıkıyor. Birincisi yoksul bölge insanını, vergi ile “tanıştırmak”, onların vergi mükellefi olarak sorumluluklarını yerine getirmelerine imkân sağlamak, belki de vergi ödememede kullanabilecekleri muhtemel bahaneleri onların elinden almak… İkincisi de, yoksul halkın geleneksel tüketim alışkanlığını değiştirmek, onlarda yeni tüketim alışkanlıkları doğurmak…
Böyle bakınca, e-ticaret merkezlerinin kurulmasını öngören projenin içinde, kuvvetle muhtemel, koşullu “e-krediler” de olacaktır.
Kredi alırken vergi, kredinin konusu olan malları ve/veya hizmetleri alırken vergi… İşleyen mal ve hizmet üretim çarkı, daha çok istihdam, artan vergi geliri, güvenilir gelir, çevreye açılmış toplum, yönetime katılımda zenginlik, ortak akılda saklı olan potansiyeli değerlendirme, ekonomik büyümeden az da olsa pay alma, refah seviyesinde olumlu kıpırdamalar…
Bunlar, Çin’in küresel politikada yeni bir “kutup” olarak geliyorum dediği anlamına gelen hususlar…
Peki, gelen Çin’in, mevcut ABD’den, Rusya’dan, AB’den farkı ne? Çin’in onlardan ayrıldığı yan/yanlar neler?
Sanırım Çin Komünist Partisi (ÇKP)’nin son kongresi bu bağlamda önemliydi. Ve Pekin Yönetiminin şimdilerde yurt dışında gerçekleştirdiği, ÇKP’nin geçtiğimiz Ekim (2017) ayında yapılmış 19. Genel Kongresi’nin anlamını ve önemini anlatma etkinlikleri bu öneme işaret etmektedir. Pekin; Çin’e özgü yeni değerleri, Çin’in yükselişindeki “sırrı”, yani güncel Çin’i anlatıyor…
Dünya kaosun “karanlığına” doğru yol alıyor ve bu, bireye kadar inen bir karamsarlığa yol açıyor. Hal böyle iken, kendine özgü siyaset yapma anlayışı ve uygulaması ile, Pekin Yönetiminin, içerideki ve dışarıdaki muhataplarına, gelecek ümidi aşılıyor gibi göründüğü düşünülebilir mi?
Buna bağlı olarak, şunu da bir düşünün: Türkiye’de Çin ne kadar konuşuluyor? Ya da Çin, niye fazla konuşulmuyor? Türkiye’ye çok uzak, Atlantik ötesindeki ABD dilimizden hiç eksik olmaz iken; uzaklık olarak ABD’ye göre bize daha yakın, iyi veya kötü aramızda tarihten gelen bağlar olan Çin’i niçin neredeyse hiç konuşmuyoruz?
“Mevcutlar”, Dünyayı “kaosun karanlığına” sürüklüyor. Ankara da, Türkiye’yi onların peşinden (onlar ile bağlantılı olarak) bu karanlığa götürüyor. Ben böyle bir manzara görüyorum. Benim gördüğümü Türkiye’yi yönetenler ve/veya Türkiye’nin yönetimine talip olanlar niye görmüyor, bunu da anlayamıyorum.
Kağıt üzerinde ve sözde Türkiye’de “çoğulcu” bir siyasal yaşam var!… Acaba bugün görünen gerçekten öyle mi? Uzun süredir küresel politikayı şekillendiren “mevcutlar” ile o kadar içli-dışlı olunmuş ki, adı-ideolojisi-söylemi ne olursa olsun, Türk siyasal yaşamındaki mevcut siyasal partilerin çoğunun “gerçekte” biri birlerinden hiç farkı kalmamış gibi. Çoğulcu siyasal yaşam fiilen yok gibi. İster istemez insanın aklına, mevcut süper güçlerin, “adeta” ve “bir şekilde”, bütün siyasal partilerin “kanına girmiş” olabileceği geliyor. Varsa-yoksa onlar… Onlarla yatıp, onlarla kalkıyoruz… Çin’i konuşmadığımız için, örneğin Türkiye’nin kalkınmaya muhtaç bölgeleri için, Çin’in söz konusu projesinden yararlanıp yararlanamayacağımızı da konuşamıyoruz. Bu, Türkiye için, ciddi bir eksilik ya da kayıp değil midir?
Türk siyasetinde “aynılaşmadan” ileri gelen bir tıkanma var.
Yoksa Çin niçin Türkiye’de konuşulmasın?
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 05 Şubat 2018.
[i] http://turkish.cri.cn/1781/2018/02/05/1s188378.htm, 05.02.2018.