Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
I. Asya, son beş-altı yıldır, uluslararası politikada belirgin bir şekilde öne çıkmış bir coğrafya olmuş; küresel güç mücadelesi giderek Asya’ya kaymıştır. Asya, Sovyetlerin dağılması ile baş gösteren küresel düzensizliğin giderek kendisini daha çok belli etmeye başladığı bir coğrafya haline gelmeye başlamıştır. Asya; artık ekonomik, politik ve askeri (savunma/güvenlik) açılardan, küresel ölçekte riskler üreten ve fırsatlar sunan bir coğrafya olma özelliğini kazanmıştır.
Türkiye de, bu coğrafyada, daha çok risk boyutu ile öne çıkan bir ülke görüntüsü vermeye başlamıştır.
II. Yeni başlayan 2017 yılı konusunda bir öngörüde bulunabilmek için, önce Asya’nın 2017 yılı başındaki genel görünümünü ortaya koymak gerekir. Asya’nın batısından başlayarak doğuya doğru gidildiğinde görülenler, genel olarak ve bu çalışmanın konusu itibarıyla, müteakip paragraflarda ifade edildiği gibidir.
Bir kısım toprakları Ural Dağlarının batısında kalan Rusya; Doğu Ukrayna ve Kırım üzerinden Batı ile karşı karşıyadır. Görünüşe göre, bu karşı karşıya gelişin arkasında, NATO’nun doğuya (Asya’ya) doğru artan ilgisi ve Kırım’ın Rusya’ya katılmış olması vardır. 2014 yılından itibaren Batının Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar devam etmiştir. Ancak ABD’nin Rusya’ya ilişkin yaklaşımında gözlemlenen yaptırımları sürdürme ve ağırlaştırma eğilimi, Batının Avrupa kanadı tarafından “aynı şekilde” karşılık görmemiştir. Avrupa ülkelerinin Rusya’ya yönelik yaklaşımları tartışmalıdır; yaptırımların kaldırılmasını ve/veya hafifletilmesini isteyen Avrupa ülkeleri vardır.
Ön Asya’da, önce Büyük Orta Doğu Projesi (BOP)’nin, sonra da Arap Baharının neden olduğu kaos ortamı, bölgesel olmaktan çıkmış, küresel bir mahiyet arz etmeye başlamıştır. Orta Doğu’da bölgesel dengeler ciddi bir değişim süreci içine girmiştir. Arap Yarımadası, neredeyse dört yönden, daha önce olmadığı kadar, sıcak çatışma ile ya da bu potansiyeli içeren riskler ile çevrili hale gelmiştir. İran, nükleer anlaşmanın imzalanması ve yaptırımların kaldırılmasından sonra, hızla güçlenmeye ve bölgesel dengeleri lehine değiştirmeye başlamıştır. Arap Yarımadasını çevreleyen sıcak çatışmalar ya da sıcak çatışma riskleri bir şekilde İran ile bağlantılıdır. İran’ın Irak üzerindeki nüfuzu ve Suriye’deki varlığı ciddi şekilde artmıştır. Bu, şu anlamlara gelmiştir. (i) Türkiye, güneyden de İran’a komşu olmuştur. (ii) Suudi Arabistan, artık “doğrudan” ve “fiilen” İran’ın komşusudur. (iii) Lübnan da hatırlandığında İsrail üzerindeki İran baskısı artmıştır. Ayrıca Körfez Bölgesinin küçük ülkeleri için, İran tehdidi ciddi şekilde ağırlaşmıştır. Tahran’ın bazı söylemleri aksini işaret etse de, İran ile ABD arasında bir yakınlaşma olduğu görülmektedir ki; bunun en somut işareti, İran ile ABD’nin Irak’ta IŞİD’a yönelik operasyonda birlikte hareket etmeleridir. ABD-İran yakınlaşması, ABD’nin Suudi Arabistan ve İsrail ile olan ilişkilerini ciddi şekilde olumsuz etkilemiştir. ABD’nin İran ile yakınlaşması, Türkiye-ABD ilişkilerindeki bozulmanın fazla gündeme gelmeyen nedenlerinden biridir.
İslam Dünyasındaki Sünni-Şii rekabeti yayılmış ve yoğunlaşmış olduğu, Orta Doğu’da çok belirgin hale gelmiştir. IŞİD ve Yemen konuları, bunun çok somut işaretleridir. Türkiye, artık genelde Sünni İslam kimliği ile öne çıkan bir ülke olarak algılanmaya başlamıştır. Cihatçı gruplar ya da militan İslami aşırıcılar, küresel ölçekteki eylemleri üzerinden, bir şekilde biri birleriyle bağlantı içinde oldukları izlenimine yol açar olmuşlardır.
Çin, ABD’nin Afganistan’dan çekilme kararını gözden geçirmesine yol açmış; Afganistan-ABD ilişkileri, daha önce fazla görülmeyen olumlu bir mecraya kaymış; ABD, bir taraftan Kabil Yönetimi ile Taliban’ı biri birine yaklaştırmaya, diğer taraftan da Pakistan’ı buna engel olmakla suçlamaya başlamıştır. Pakistan-ABD ilişkileri, ABD’nin Hindistan ile yakınlaşmasının da etkisinde ciddi bir bozulma sürecine girmiştir. Washington ile Yeni Delhi arasındaki yakınlaşma; bir taraftan Pakistan’ın Suudi Arabistan ve Çin ile daha çok yakınlaşmasına neden olmuş, diğer taraftan da Çin’e Pakistan ve Hindistan üzerinden Sünni İslam Dünyasına daha çok nüfuz etmesine imkân vermiştir.
Özbekistan’da Kurucu Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un hayatını kaybetmesinden sonra yapılan seçimi, Kerimov’un Başbakanı Şevket Mirziyoyev kazanmıştır.
Hindistan’ın ABD ve Rusya ile geliştirdiği ilişkiler dikkat çekici olmuştur. ABD, hem kendisi doğrudan, hem de müttefikleri üzerinden (Japonya, Avustralya, Kanada, Vietnam) Hindistan ile olan ilişkilerini geliştirirken; Rusya da, enerji ve savunma malzemesi alanlarında Hindistan ile ciddi alış-verişte bulunmuştur. Hindistan’ın eş zamanlı olarak yakınlaştığı Rusya ile ABD’nin karşı karşıya bulunan ülkeler olması, bir yönüyle Soğuk Savaş yıllarındaki Bağlantısızlar Hareketini çağrıştırmıştır.
Çin’in ekonomik büyümesi yavaşlarken savunma harcamaları artış göstermiştir. Çin Komünist Partisinin ülke yönetimine ilişkin olarak aldığı son kararlar; bu bağlamda yolsuzluk ve rüşvetle mücadele konusunda yürüttüğü sıkı politika, Mao’nun yeniden öne çıkarılması ve Xi Jinping’in konumunun güçlendirilmesi, birçok açıdan anlamlı olmuştur. Bu suretle, hem ekonomideki yavaşlamanın ve artan savaş harcamalarının içeride neden olabileceği çok yönlü riskler aşağıya çekilmiş, hem de izlenecek dış politikanın arkasına sağlam bir halk desteği konulmuştur. Bu tasarruflar aynı zamanda, Çin’in önümüzdeki dönemde izleyeceği dış politikanın niteliğine de işaret etmiştir. Güney Çin Denizi anlaşmazlığını Çin’in aleyhine olarak Uluslararası Tahkim Mahkemesi’ne taşıyan ve buradan kendisi lehine karar istihsal eden Filipinler, ABD’den uzaklaşıp Çin’e (ve Rusya’ya) yaklaşma işaretleri vermiştir. Çin açısından en dikkat çekici gelişme, ABD’de Trump’ın Başkan seçilmesidir. Trump’ın, seçim kampanyası sırasında, Çin’e yönelik açıklamaları ve Amerikan Donanmasını güçlendirme söylemi ile, Başkan seçilmesinden sonra Tayvan Cumhurbaşkanı ile yaptığı telefon görüşmesi, Pekin-Washington ilişkilerinde gerginliğe yol açmıştır. Çin, Doğu Çin Denizi’ndeki Senkaku/Diaoyu Adaları ile ilgili anlaşmazlıkta Japonya ile; Güney Çin Denizi’ndeki Paracel ve Spratley Adaları ile ilgili anlaşmazlıkta da Malezya, Vietnam, Tayvan, Filipinler ve Brunei ile karşı karşıyadır. Her iki anlaşmazlıkta da, ABD, Çin’in karşısında yer alan ülkeler ile birlikte hareket etmektedir. Güney Çin Denizi anlaşmazlığında Çin’in karşısında yer alan ve ABD’nin bölgedeki önemli müttefiklerinden biri olan Filipinler’de, Haziran 2016’da Rodrigo Duterte’nin Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturması sonrasında yaşanan Filipinler-Çin yakınlaşması, bu anlaşmazlığın seyrini etkileyebilecek bir mahiyet arz etmektedir. Hong Kong’daki bağımsızlık hareketi ile, Tayvan’ın Çin’den bağımsız olarak hareket etmesi ve bunun kabul görmesi, Çin’in öne çıkmış diğer güncel sorunlarıdır.
Güneydoğu Asya’da, Myanmar, ülkenin kuzeybatısında Rohingya Müslümanları, kuzeydoğusunda ise Kaçinler ile ilgili olarak yaşanan sorunlar nedeniyle, dikkati çekmiştir. Bu bölgede dikkati çeken bir başka ülke Endonezya’dır. Kalabalık nüfusunun (yaklaşık 258 milyon) çoğunluğu Müslüman olan Endonezya’da, yaklaşan seçimlerin de etkisinde, ülke ekonomisinde iyi bir yere sahip Çin kökenli (aynı zamanda Hıristiyan) Endonezyalılara yönelik -Cakarta Valisi üzerinden- yükselen bir tepki devam etmektedir. Myanmar’a ve Endonezya’ya ilişkin olarak belirtilenler, Filipinler’in Mindanao Adası’nda militan İslami aşırıcılık şeklinde kendisini gösteren bölücü/ayrılıkçı terör hareket ile birlikte, bölgenin tamamı için ciddi bir risk olarak gözükmektedir.
Kuzey Kore’nin nükleer ve füze denemeleri, bölgesel olmanın ötesinde, küresel ölçekte bir endişeye yol açmıştır. Bu endişe, ABD’nin, Asya’nın bu bölgesine füze savunma sistemi (füze kalkanı) kurma kararı almasına yol açmıştır. Güney Kore’nin bu sisteme dâhil olacağı bugünden belli iken, Japonya henüz konuya ilişkin nihai kararını almamıştır. Çin ve Rusya ise, ABD’nin bölgede füze savunma sistemi kurmasına karşı çıkmıştır. Çin, kurulacak füze savunma sisteminin farklı amaçlarla kullanılabileceğine dikkat çekmiş, bundan duyduğu endişeyi dışa vurmuştur. Çin’in karşı çıkma nedenlerinden biri de, Hava Savunma Bilgi Bölgesi (ADIZ) uygulamasında yol açabileceği sorunlardır.
Rusya, Batının Ukrayna krizi üzerinden kendisini hedef alması ve yaptırım uygulaması nedeniyle, yüzünü Asya’ya daha çok dönmüştür. ABD’nin Rusya’ya ve Çin’e yönelik yaklaşımı, bu iki ülkeyi Asya’da biri birine yaklaştırmıştır. Asya’nın enerji piyasasına yükselen pazar olması, Dünyanın önde gelen enerji üreticisi ve satıcısı ülkelerden biri olması nedeniyle Rusya’yı enerji üzerinden Asya’da öne çıkarmıştır. Rusya, mevcut boru hatlarını Sibirya’ya, en doğuda Vladivostok’a kadar uzatacak proje üzerinde çalışmakta; Asya’nın güneyinde, Myanmar üzerinden Çin’e doğalgaz vermektedir. Rusya, hem Hindistan’a petrol/doğalgaz satışını öngören yeni anlaşmalar yapmış, hem de Hindistan’daki Essar rafinerisini satın almıştır.
Asya, silahlanma çabasının ve enerji konusunun öne çıktığı bir coğrafya olarak da kendisini belli etmiştir.
III. Yukarıda belirtilen tablo çıkış noktası alınarak, acaba 2017 yılı için Asya’ya ilişkin olarak neler söylenebilir? Belirtilen tablo, birikimimiz ve sezgilerimiz, hep birlikte, bize önümüzdeki döneme ilişkin olarak Asya konusunda müteakip paragraflarda belirtilen hususları söylemektedir.
a. Önümüzdeki döneme ilişkin olarak Asya’ya bakarken görülmesi gereken ilk ve en önemli husus, ABD’dir. ABD’de, geçtiğimiz Kasım (2016) ayında Başkan seçilen Donald Trump’ın izleyeceği siyaset Asya’yı doğrudan etkileyecektir. Gerek seçim kampanyası sırasındaki söylemi, gerekse seçimin sonucunun belli olmasından sonra yaptığı açıklamalar ve attığı adımlar, buna işaret etmiştir. Bugün itibarıyla görünen, ABD’nin Asya’da Çin ile daha çok karşı karşıya geleceği, gerginliğin süreklilik arz edeceğidir. ABD’nin artık ciddi bir enerji üreticisi ve satıcısı olması nedeniyle, enerji üzerinden elde edeceği gelir Asya’da ABD’nin işini kolaylaştıracaktır. Tabiatıyla bu, ABD’nin enerji zenginliğini değerlendirebilmesine bağlı olacaktır. Bu noktada ayrıca, Asya’daki tansiyonun yükselmesinin savunma harcamalarını artıracağını, ABD’nin Dünyada en büyük silah satıcısı ülke olduğunu ve ABD’nin silah ticaretini salt ekonomik bir olgu olarak görmediğini, bu ticarete politik ve askeri işlevler yüklemiş olduğunu da hatırlamak gerekir. Asya konusunda ABD’ye bakarken hatırlanması gereken bir diğer husus da; hâlihazırda içinde bulunduğu koşullar nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin, ABD’nin Asya’da sahip olduğu denizaşırı politik, ekonomik ve askeri varlığı, nüfuzu ve bunun ABD’ye sağladığı avantajlardır. ABD’nin Asya ülkelerindeki varlığı ve bu ülkeler ile olan mevcut ilişkileri Rusya ve özellikle Çin ile karşılaştırıldığında, söz konusu avantajın oldukça ciddi ve büyük olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. ABD için sorun, bu durumun idamesindedir ve enerji buna imkân verme potansiyelini içeren bir kaynak olarak gözükmektedir. Böyle bakınca, Haziran 2014’de varili ortalama 115 dolar olan petrolün, Ocak 2016’da 35 doların altına inmesi ve bugün (Ocak 2017’de) bu rakamın 56 dolar seviyesinde olması ve bunun Suudi Arabistan ile ilişkilendirilmesi akla gelmektedir. Eğer Suudi Arabistan, İran ve ABD nedeniyle arz artışına giderek petrol fiyatlarını aşağıya çekebiliyorsa, petrol fiyatlarına istediği işlevi yükleyebiliyorsa; ABD’nin de, enerjide geldiği nokta nedeniyle, sahip olduğu enerji kaynaklarına Asya’yı dikkate alarak istediği işlevi yüklemesi pekâlâ mümkündür. Fakat Rusya’nın enerjiye ilişkin som hamleleri ve kıta içi bir güç olması nedeniyle ABD’nin enerjiye istediği işlevi yükleyebilmesinin hiç de kolay olmayacağı düşünülebilir ki; Trump’ın Rusya ve Putin ile ilgili olumlu söylemi bu bağlamda oldukça anlamlı gelmektedir.
Önümüzdeki döneme ilişkin olarak Asya’ya bakarken, Başkan Trump’ın, genelde Asya konusunda, özelde ise Rusya konusunda izleyeceği siyaset gerçekten önemlidir. Trump’ın Rusya’ya yönelik ABD politikasını gözden geçirmesi, yaptırımları kademeli olarak kaldırması ve Rusya-ABD yakınlaşması, ihtimal dışı bir durum olarak görülmemektedir. Bugün yakın gözükseler de, orta ve uzun vadede Çin’in Rusya için bir tehdit unsuru olduğunun kabul edilmesi ve ABD’nin Çin ile yürüttüğü rekabet, Rusya ile ABD’yi aynı paydada buluşturabilir. Her iki ülke, karşılıklı ve dengeli çıkar temelinde, enerji piyasasını aralarında “paylaşarak”, enerji üzerinden Çin’i yakından kontrol etmeyi öngören “uyumlu” bir politika izlemeyi düşünebilir. Çin’in son dönemde artan uzaya yönelik faaliyetleri, Ukrayna krizi öncesinde uzayı kullanma konusunda genelde ortak bir çalışma sergilemiş Rusya ve ABD için, bu ihtimali ayrıca beslemektedir diye düşünülmektedir. Ayrıca Soğuk Savaş yılarındaki Sovyetler-Çin ayrışması ve Çin-ABD ilişkilerine bakarak ve bunları çıkış noktası alarak, bugün Rusya-ABD yakınlaşmasının pekâlâ olabileceğini ileri sürmek de mümkündür.
b. NATO, ABD’nin kontrolünde olan bir askeri ittifaktır. Bugün bu artık tartışılmamaktadır ve NATO Antlaşması’nın 5. maddesinde öngörülen coğrafi sınırlama ile uyumlu olmadığı ortada olmasına rağmen 11 Eylül hadisesinden sonra Afganistan’a angaje olması, bunun en ciddi işaretidir. Böyle bakınca, arkasında ABD’nin yer aldığı NATO’nun doğuya (Asya’ya) doğru artan ilgisinin herhangi bir sınırının olmayacağını ileri sürmek mümkündür. Buna bağlı olarak da, hem Rusya’nın açıkça ve en üst seviyede, hem de Çin’in örtülü olarak içten içe, ABD’nin bu ilgisinden endişe duymaları anlaşılır gelmektedir. Çünkü NATO’nun doğuya doğru artan ilgisi; Rusya için özellikle enerji bağlamında rahatsız edicidir, Çin için de “Yeni İpek Yolu Projesini” ya da “Bir Yol Bir Kuşak Projesini” boşa çıkarma potansiyelini içeren bir ilgidir. Eğer Trump Döneminde ABD’nin Rusya ve Çin politikalarında bir değişiklik olmaz ve NATO ABD’nin kontrolünde doğuya (Asya’ya) doğru genişleme politikasını sürdürür ise; bunun önümüzdeki dönemde çok yönlü sonuçları söz konusu olabilecektir. (i) Bu, belki de her şeyden çok, ABD’nin, uluslararası terörizm ile mücadeleden sonra, küresel enerji piyasasının kontrolünü el geçirebilmek için de NATO’yu kullanmak istediğine işaret edebilecektir. Hiç şüphesiz görünürdeki gerekçesi farklı olacaktır. Rusya’nın NATO’nun doğuya doğru genişlemesinden duyduğu rahatsızlık biraz da enerji bağlamında görülebildiği için, bu ihtimalin zayıf olmadığı değerlendirilmektedir. (ii) Rusya’nın kontrolündeki Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (KGAÖ), canlılık kazanabilir. (iii) Rusya ile Çin’in birlikte kontrol ettiği Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), askeri işlevleri üzerinden kendisini gösterebilir. Bu bağlamda, İran ile Türkiye’nin ŞİÖ nezdindeki statüleri/durumları, her iki ülkenin ABD ile olan ilişkilerinin seyri ile ters orantılı olarak değişebilir. (iv) ABD’nin yukarıda belirtildiği şekilde enerji bağlamında NATO’yu kullanma girişimi, Avrupa’da NATO’ya güç kazandırabilir ancak, Türkiye’yi NATO ile olan ilişkilerini “resmi” olarak gözden geçirmeye sevk edebilir. NATO’nun Türkiye dışında kalan Avrupalı ülkeleri; bir süredir NATO’dan gelen savunma harcamalarını artırma çağrısını anlamlı olmaktan çıkaracağı, Avrupa’nın müstakil savunma ve güvenlik yapılanması için ayrıca harcama yapılması ihtiyacını aşağıya çekeceği ve Avrupa’nın enerji ihtiyacını güven içinde karşılamasına hizmet edebileceği için, ABD’nin enerji bağlamında NATO’yu doğuya (Asya’ya) doğru sürüklemesine destek verebileceklerdir. Yani NATO’nun Asya’ya (doğuya) yönelik artan ilgisi, Batı için yeni bir bütünleştirici etkiye yol açabilir. Bunun, Batı lehine Asya’ya, Asya’da Rusya’ya ve Çin’e yansıması olabilecektir.
c. Önümüzdeki dönemde Asya’da üç olgunun öne çıkacağı; bunların kaos/karmaşa, enerji ve cihatçı gruplar ya da militan İslami aşırıcılık olacağı değerlendirilmektedir.
Kaos/karmaşa, silah ve askeri harcama demektir. Kaosun/karmaşanın gerektirdiği silah ihtiyacının karşılanabilmesi için paraya ihtiyaç olacaktır ve bu para da enerji kaynakları üzerinden temin edilecektir. Bu, biri birilerini besleyen, Orta Doğu’da bugüne kadar işleye gelmiş kısır döngünün bir benzerinin Asya’nın geneline yayılacağı anlamına gelmektedir. Müslüman nüfusun yaşadığı coğrafyalar, genelde enerji yönünden zengin, önemli geçiş yollarını kontrol eden ve uluslararası nitelikteki anlaşmazlıklarda stratejik önemi haiz coğrafyalardır. Son dönemde, hem İslam içi çatışma (Sünni-Şii rekabeti) iyice belirginleşmiştir, hem de cihatçı grupların ya da militan İslami aşırıcıların eylemleri küresel ölçekte bir tehdit algılamasına yol açmıştır. Bunların hepsinin ortak anlamı, Müslüman coğrafyasının, hem silah (askeri harcama) ihtiyacını doğurma, hem de enerji üzerinden bu ihtiyacı karşılama işlevlerini yerine getirdiğidir, getireceğidir. Önümüzdeki dönemde, Asya’nın, daha çok bu konsept içerisinde kendisini göstereceği değerlendirilmektedir. Arap Yarımadası, Basra Körfezi, Anadolu, Karadeniz, Kafkasya, Keşmir, Fergana Vadisi, Sincan-Uygur Özerk Bölgesi, Afganistan, Myanmar, Malezya, Endonezya, Filipinler, belirtilen bağlamda Asya’da akla gelen yerlerdir.
Asya’nın önümüzdeki dönemi; İslamiyet, İslam Dünyası açısından da son derece önemlidir. Cihatçı gruplar ya da militan İslami aşırıcılık; küresel hegemonya peşinde koşan güçler için, (i) enerji zenginliklerinin kontrolünü ele geçirme, (ii) enerji zenginliklerini boşa çıkarma, (iii) kendi savunma sanayi çarklarını işletme ve (iv) “medeniyetler çatışması”nda İslam’ı “saf dışı” bırakma işlevlerini yerine getirmiş olacaklardır ki; bu, İslam, İslam Dünyası aleyhine bir durum olacak, maksatlı “İslami terörizm” nitelemesini İslam’ın aleyhine olarak daha ileriye taşıyacaktır. Ancak bu belirtilenler tersinden de okunabilir ve okunursa, Asya’daki Müslüman coğrafyası, küresel hegemonya mücadelesinde dengeleri ciddi şekilde etkileme potansiyeline sahiptir. Bu potansiyel, sadece dengeleri etkileme açısından değil, Asya Müslümanlarının politik güç olarak Asya’da öne çıkması açısından da anlamlıdır. Mezhepsel çatışmayı bir kenara bırakabilir, enerji yönünden zengin ve stratejik açıdan kritik önemi haiz coğrafyalarını iyi değerlendirebilir ve kullanabilir iseler, İslam Dünyasının, sadece Asya ölçeğinde değil, küresel ölçekte “hatırı sayılır” bir siyasal güç olarak kendisini belli etmesi pekâlâ mümkündür.
Bu noktada ve bu bağlamda dikkati çeken bir başka husus da, dün Balkanlar’da Müslümanlık Türklük ile özdeşleştirilmiş, Türklüğü çağrıştırır iken, bugün Asya’da Türklüğün Müslümanlık ile özdeşleştirilmiş olması, Müslümanlığı çağrıştırmasıdır. Bu, hem Asya’da Türkiye’nin hareket serbestisini artıran, hem de Asya nezdinde Türkiye’nin önemini artıran bir durumdur. Türkiye’nin -mevcut konjonktürde- Asya’ya yoğunlaşması, bu avantajlarını değerlendirmesine hizmet edebilecektir.
Önümüzdeki dönemde Asya’da İslamiyet’in öne çıkacağı kabul edildiğinde; ABD’nin İran ile, Çin’in Pakistan ve Suudi Arabistan ile, Rusya’nın da Türkiye ile yakınlaşması oldukça anlamlı gelmektedir.
d. Özbekistan’daki Cumhurbaşkanı değişimi, bu ülkenin izlediği ve/veya bu ülke üzerinden izlenen politikada bir değişikliğe yol açmayacaktır. Çünkü Kerimov’un yerini alan Mirziyoyev, uzun bir süre Kerimov’un Başbakanlığını yapmış bir isimdir. Bu, eğer Fergana Vadisinde diğer komşu ülkeler kaynaklı bir istismar söz konusu olmaz ise, Asya’nın bu bölgesinde istikrarı sürdürme ve militan İslami aşırıcılık ile mücadele bağlamında anlamlı olan bir durumdur.
Rusya’nın Hindistan ile yakınlaşması, Asya’da ABD’nin Hindistan ile yakınlaşmasını dengeleyecek ve bu yakınlaşmayı dolaylı olarak kontrol etmesine imkân verecektir. Rusya-Hindistan yakınlaşması, Çin’in Hindistan-ABD yakınlaşmasından duyabileceği endişeyi Rusya üzerinden dengelemesine hizmet edebileceği için, Asya’da Rusya-Çin yakınlaşmasını besleyici bir işlevi de yerine getirebilecektir. Ancak mevcut Rusya-Çin yakınlaşmasının, zemini güçlü ve kalıcı bir yakınlaşma olmaktan çok, ortak çıkar algılamasının etkisinde ortaya çıkmış konjonktürel bir yakınlaşma olduğunu da görmek gerekir. Orta ve uzun vadede Rusya için bir Çin tehdidinden söz edilebileceği değerlendirileceği için, Hindistan ile yakınlaşması da dahil, Rusya’nın, Asya’daki hamlelerinde Çin’i de dikkate aldığını ve Çin ile ilgili endişelerini dengelemek istediğini ileri sürmek mümkündür. Bu, eğer isterse, Başkan Trump’ın mevcut Rusya-ABD ilişkilerinin tersine çevrilmesini (olumlu bir mecraya kaydırılmasını) kolaylaştırabilecek bir husus olarak görülmektedir.
Çin, küresel politikada ABD karşısında yeni bir kutup olarak görülmesine rağmen, ekonomik büyümesine paralel siyasal ve askeri bir açılımı henüz gerçekleştirememiştir. Askeri harcamaları ciddi şekilde artmış olmasına rağmen, ABD’nin toplam askeri harcamalarının çok gerisindedir, dörtte biri kadardır ve Çin’in kısa sürede bu farkı kapatması beklenmemektedir. Ancak gerek Çin Komünist Partisinin son tasarrufları, gerekse taraf olduğu mevcut sorunlarda ifadesini bulan dış politikası, Çin’in müdahaleci ve sert bir politika izleyeceğine işaret etmektedir. Çin’in BM’ye finansal katkısını artırmaya yönelik yaklaşımı bu işareti ayrıca beslemektedir.
Myanmar, önümüzdeki dönem Asya’da ismi daha sık geçecek bir ülke olarak gözükmektedir. Gerek jeopolitiği, gerekse Rohingya Müslümanları ve Kaçinler üzerinden yaşadığı dinsel ve etnik sorun, bu ülkeyi dışarıdan müdahalelere açık hale getirmektedir. Filipinler, Malezya ve Endonezya; Malakka suyolunu kontrol eden jeopolitiklerinin de etkisinde, Orta Doğu ile de bağlantılı olarak, Asya’nın bütününü etkileyecek, militan İslami aşırıcılık faaliyetleri ile anılacak ülkeler olabilir. Bu üç ülkenin, yukarıda değinilen mülahazalar ışığında, örtülü müdahalelere ve istismarlara oldukça açık olduğu düşünülmektedir.
Kuzey Kore’nin, tıpkı İran gibi, uygulanan yaptırımlara rağmen, nükleer güç sahibi bir ülke haline gelmesi; kaotik ortamın da etkisinde, Asya’da nükleer güç sahibi olma çabalarını teşvik edecektir. Kuzey Kore’nin içinde bulunduğu ekonomik zorluklara rağmen, büyük paraları gerektirten nükleer ve füze denemelerini nasıl yaptığı hala soru işaretlerini içermektedir. İlginç ve dikkat çekici olanı, sahip olduğu nükleer güç nedeniyle Kuzey Kore’ye müdahale etme ihtimali giderek zayıflarken, Kuzey Kore’nin nükleer ve füze denemelerinin hem ABD’yi bölgeye çekmesi, hem de bölgede silahlanma yarışını tetiklemesidir. Bu, Kuzey Kore’nin örtülü yollarla ABD ve/veya Japonya tarafından finanse edilmiş olabileceğini akla getirmektedir. Güney Kore’de ve Çin’de İkinci Dünya Savaşı öncesindeki Japon işgal yıllarının acı hatıraları öne çıkıp bu ülkeler Japonya ile karşı karşıya gelirken, Kuzey Kore’de bu konunun gündeme gelmemesi dikkat çekicidir ki; bu, şimdilik “ittifak” nitelemesinden uzak olmakla birlikte, Asya’nın görünür geleceğindeki “birlikteliklere” işaret etmesi açısından anlamlı bulunmaktadır.
IV. Sonuç yerine, bazı hususların altını özellikle çizmek uygun olacaktır. Yukarıda belirtilen ışığında, önümüzdeki dönemde Asya’da ortaya çıkacak gelişmelerin Rusya, Çin ve ABD ile bağlantılı olacağı düşünülmektedir. Rusya-Çin birlikteliği, konjonktürel bir nitelik arz etmektedir. ABD, anakarasına çekilmekten çok, Asya’ya yönelecektir. Ancak hem kıta dışı bir güç olması, hem kıta içinde Rusya ve Çin gibi büyük güçler bulunması nedeniyle, Asya’daki mücadelesi ABD için oldukça maliyetli olacaktır.
Hindistan, ABD’nin bu dezavantajlarını dengeleyebilecek bir ülke olarak gözükmemektedir. Ülkesinin etnik ve dinsel yapısı, güncel uluslararası ilişkileri, taraf olduğu sorunlar ve Bağlantısızlar Hareketinden gelen dış politika anlayış ve uygulaması gibi hususlar, Hindistan’ın ABD’nin Asya ile ilgili beklentilerine ciddi şekilde cevap verebilecek bir ülke olmadığı değerlendirmesine neden olmaktadır. Hindistan, işine geldiği, çıkarları ile örtüştüğü oranda, ABD’nin beklentilerine cevap verebilecektir ki; bu da ABD için hiçbir zaman yeterli olmayacaktır. Hindistan, ABD’nin beklentilerine cevap verme oranı ile karşılaşacağı sorunlar arasında paralel bir ilişki olacağının farkında olarak hareket edecektir.
Asya için yukarıda belirtilenler, Asya’nın küresel ekonomideki, ticaretteki ve ulaşımdaki büyük yeri ile birlikte mütalaa edildiğinde; önümüzdeki dönemde, mevcut küresel ekonomik ve finansal krizin, aşılma değil, ağırlaşma ihtimallinin güçlü olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Ancak bu ağırlaşmanın, bazıları için fırsat ve güçlenme anlamına geleceğini de belirtmek gerekir. Bu bazılarının kim olacağı, Rusya ile ABD arasındaki ilişkilerin seyrine bağlı olacaktır diye değerlendirilmektedir.
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 05 Ocak 2017.