Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
I. Kazakistan/Astana’da 23 Ocak 2017 tarihinde gerçekleşeceği ifade edilen Suriye krizi ile ilgili toplantı, hâlihazırda, toplantının yapılıp yapılmayacağı da dâhil, bazı belirsizlikleri içermektedir. Buna rağmen, konu hakkında Astana’da bir toplantının yapılmasının öngörülmesi, hem Suriye krizindeki mecra değişikliğine, hem de Suriye krizinin “az-biraz” da olsa hal yoluna girdiğine işaret etmesi açısından önemli bulunmaktadır.
Ancak Astana toplantısı öncesinde yaşanan, Suriye krizi ile doğrudan ya da dolaylı olarak bağlantılı bazı gelişmeler, ilave farklı çağrışımlara da yol açmaktadır. Bölgesel ve küresel ölçekte anlamlı olan bu çağrışımlar ise, bir yönüyle ve az da olsa fırsatları, diğer yönüyle ve çoğunlukla da bazı belirsizlikleri ve riskleri akla getirmektedir.
II. Suriye krizi konusunda, 2016 yılının bitmesine sayılı günler kala; Rusya’nın, Türkiye ve İran ile Moskova’da bir araya gelebilmiş olması, son derece önemlidir. Çünkü bu gelişme, Suriye krizinde genel ve özel mecra değişikliği anlamına gelmiştir. Suriye krizi genel olarak Moskova’nın etki alanına girmiş, özel olarak da Türkiye’nin bu krize ilişkin yaklaşımı değişmiştir.
Bu gelişmenin hemen arkasından, Rusya Devlet Başkanı Putin, Suriye’deki Rus askeri varlığının azaltılması talimatını vermiştir. Putin’in söz konusu talimatı; Rus yetkililerce de ifade edildiği üzere, bir “geri çekilmeyi” değil, “kuvvet azaltmayı” öngören bir talimattır ve Putin’in Mart 2016’daki benzeri talimatını hatırlatmaktadır. Amaç, hem Rus, hem de Dünya kamuoyunu etkilemektir; yani “taktiksel” adım olma özelliğini yansıtmaktadır. Bugünden belli olan, Rusya’nın tek uçak gemisi Amiral Kuznetsov’un bölgeden ayrılmasıdır. Rusya, Lazkiye’deki ve Tartus’taki deniz ve hava üslerini kullanmaya ve buralardaki askeri personel ile askeri teçhizatını yerinde tutmaya devam etmektedir.
Doğu Akdeniz, hem enerji bağlamında (ki enerjinin sadece ekonomik işlevini değil, politik ve askeri işlevini de görmek gerekir), hem de uzaktan ya da ileriden güvenliğinin sağlanması bağlamında Rusya için çok önemidir. Suriye krizi, ABD’nin Suriye konusunda izlediği politikanın da etkisinde, Rusya’nın Doğu Akdeniz konusundaki hedefine ulaşmasına aracılık etmiştir. Rusya’nın Suriye krizine askeri açıdan angaje olmasından bu yana sergileye geldiği yaklaşım, Doğu Akdeniz’in Rusya için taşıdığı stratejik değere işaret eder. Onun içindir ki, Putin’in “Suriye’de kuvvet azaltma” talimatı, taktiksel bir adım olarak görülmekte; Moskova’nın Suriye’deki varlığında ciddi bir azaltmaya gitmesi eşyanın tabiatına aykırı bulunmaktadır. (i) Rusya ile Kazakistan arasındaki yakın ilişkiler ve (ii) yapıldıkları atmosferlerin (yerlerin) toplantıların seyri üzerindeki etkilerine ilişkin bilimsel veriler hatırlandığında, Suriye konusundaki toplantının Kazakistan/Astana’da yapılacak olması bile, bize göre, yalnız başına Suriye’nin Rusya için ne kadar önemli olduğuna işaret etmektedir.
Rusya, Astana toplantısı ile, İran’ın ve Türkiye’nin Suriye konusundaki farklı yaklaşımlarını yönetme gibi oldukça zor bir işe de soyunmuştur. Böyle bir süreçte, Tahran’ın ve Ankara’nın Rusya’yı biri birlerine karşı kullanmak istemesi, Moskova’nın yaklaşımlarının İran ve Türkiye tarafından “yanlı” bulunması, buna bağlı olarak İran ya da Türkiye’den birinin Rusya’dan uzaklaşıp Rusya karşısında destek arayışına yönelmesi ihtimalleri her zaman için söz konusu olabilecektir, konuşulabilecektir. Rus diplomasisi, İran ile Türkiye arasındaki görüş farklılıklarını yönetme ve bunu yaparken de tarafların çıkar ve hedeflerini gözetme becerisini gösterme gibi oldukça zor bir göreve soyunmuştur. Rusya’nın bu zorluğu yönetmeye talip olması da, yine Suriye’nin (ve Doğu Akdeniz’in) kendisi için ne denli önemli, olduğuna işaret eder. Rusya; bu zorluğu, İran ve Türkiye ile ilgili “maliyet-fayda analizlerinde” ciddi değişim olana ve bu değişime bağlı olarak İran ile Türkiye’den birinin tercih edilmesi göze alınabilir bulunana kadar üstlenecektir.
III. Türkiye için, Astana toplantısı, Suriye politikasındaki değişimin çok somut bir işareti niteliğindedir.
a. Daha önce Suriye konusunda Batı ile birlikte harekete eden ve Suriye krizi için ülkesini Batıya “açan” Türkiye, Batının kendisini giderek yalnız bırakması sonrasında Rusya’ya kaymıştır.
Ancak bu kayış sadece Rusya ile sınırlı olmuş gözükmemektedir. (i) Rusya-İran yakın ilişkileri, (ii) İran’ın Suriye’de izlediği (Türkiye’yi endişeye sevk eden) politika ve (iii) Astana toplantısının “düzenleyici ortaklarından” birisinin de İran olması; Türkiye’nin Suriye politikasındaki değişimin, sadece Rusya ile değil, İran ile de ilgili olduğu çıkarsamasına yol açmaktadır. Bunun, Türkiye-İran ilişkilerini nasıl etkileyeceği; İran’ın mı, yoksa Türkiye’nin mi lehine olacağı “şimdilik” tartışmaya açık bir husustur. Ve bu tartışmanın yönü, biraz da Moskova’ya bağlı olacaktır.
Ancak bugün çok net olarak görülen; “dün” Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın iktidardan uzaklaştırılmasını ve Suriye halkının özgürleştirilmesini Suriye politikasının temel unsurlarından biri olarak öne süren Ankara’nın; “bugün” bundan vazgeçmiş bir görüntü verdiğidir. Ankara’nın Suriye politikasında, Esad olgusu gündemde gerilere itilmiş, Suriye’nin toprak bütünlüğü, etnik/dinsel unsurların hepsini kucaklayacak bir yönetim oluşturma ve Türkiye’nin Suriye’den algıladığı tehdit/endişe olguları öne çıkmıştır. Bu, Ankara’nın, Esad konusunda, Moskova ve Tahran ile aynı çizgide buluşmuş oldukları anlamına gelmektedir. Henüz kesinlik arz etmemekle birlikte, düzenleyici ortaklardan birinin de Türkiye olduğu Astana’daki toplantıya Beşar Esad’ın katılmasının (yani çözüm ortaklarından biri olarak kabul edilmesinin) gündeme gelebilmiş olması dahi; (Esad Astana’daki toplantıya ister katılsın ister katılmasın) Türkiye’nin Beşar Esad’a bakışının ne denli değişmiş olduğuna işaret eder.
b. Türkiye’nin izlemekte olduğu (güncel) Suriye politikasında dikkati çeken ve bugün itibarıyla bu politikayı etkileyen hususlardan bir tanesi Fırat Kalkanı Operasyonudur. Fırat Kalkanı Operasyonu, Türkiye için “hayati” önemi haiz bir ihtiyaçtan doğmuştur. Suriye Kürtlerinin geldiği nokta, Türkiye’nin ülke ve ulus bütünlüğünü hedef alan bir tehdit/risk olma özelliğini arz etmeye başlamış; Ankara da bu endişeyi bertaraf etmek, en azından kontrol etmek için, Fırat Kalkanı Operasyonunu başlatmak zorunda kalmıştır. Fırat Kalkanı Operasyonun bizce bilinen amacı; Türkiye sınırından güneyde El Bab’a kadar inen bir derinliğe sahip olarak Azez-Cerablus hattının kontrol altına alınması; bu suretle, Türkiye’nin Suriye’den algıladığı tehdidin ve buna bağlı endişenin karşılanmasıdır. Belirtilen hususlardan da çıkarılabileceği üzere, Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonundan vazgeçmesi düşünülemeyecektir. Türkiye, bu operasyon ile amaçladığı hedeflere ulaşmak durumundadır. Bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan da dâhil, en yetkili ağızlardan birçok kez ifade edilmiştir.
Fırat Kalkanı Operasyonu nedeniyle, Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’na ihtiyacı vardır. Çünkü ÖSO, bize göre, hem Türk askerinin Suriye’deki varlığına meşruiyet katmaktadır, hem de Türkiye’nin Suriye’den algıladığı tehdidin derecesini aşağıya çekmesine katkı sunmakta ve bunun maliyetini aşağıya çekmektedir. ÖSO “şapkası” altında bir araya gelen çok sayıda muhalif grup söz konusudur ve bunların her birinin, birlikte ve/veya ayrı ayrı hedef ve beklentileri vardır. Türkiye, kendisinin Suriye’den algıladığı tehdidi bertaraf etme amacını, onların bu hedef ve beklentileri ile örtüştürmek durumundadır. Bu “örtüştürme” ya da farklı hedefleri/beklentileri yönetme işi, Türk diplomasisi için ciddi bir güçlüktür. Bu güçlük, geçtiğimiz günlerde, Astana toplantısına hazırlık/katılım bağlamında Türkiye’de bir araya gelen bu grupların sayısında ve tam bir fikir birliğinin sağlanamamış olmasında kendisini bir kere daha göstermiştir.
Türkiye; Suriye’den algılamaya başladığı tehdit ve buna bağlı endişe karşısında, Azez-Cerablus hattında El Bab’a kadar inen derinlikte bir güvenli bölge oluşturmasının önünü açacak ve buna imkân verecek bir arayışa yönelmiştir. Bu, Türkiye’nin, bir taraftan Suriye politikasındaki mecra değişikliğini açıklama, diğer taraftan da Astana toplantısındaki muhtemel yaklaşımını anlama açısından önemlidir. Eğer uluslararası ilişkilerdeki “güç” olgusundan yola çıkılırsa; bir ülkedeki yönetimi değiştirmek ve o ülke halkını özgürleştirmek için yola çıkanların sonuçta kendi ülkelerinin ülke ve ulus bütünlüğü için endişe duydukları bir noktaya gelmeleri, o ülkedeki güç kaybına ve o ülkenin uluslararası ilişkilerinde içine düştüğü yalnızlığa işaret eder. Türkiye’nin Suriye politikasında geldiği durum buna benzemektedir. Türkiye’nin Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş’tan gelen “tek başına gücümüz yetmedi” açıklaması da, bu benzerliğin itirafı ve teyidi niteliğindedir. Astana’daki toplantıya Türkiye adına katılacak olanlar, kuvvetle muhtemel, gelinen bu noktanın farkında olarak hareket edeceklerdir.
c. Türkiye’nin izlemekte olduğu (güncel) Suriye politikasını etkileyen/etkileyecek bir diğer husus, ABD’de Başkanlık koltuğuna oturacak Trump’tır. ABD’de Başkanlık seçimini kazanan Trump’tan ve ekibinden gelen, IŞİD’ın Obama Yönetiminin ürünü olduğu, ABD’nin IŞİD ile mücadeleye ağırlık vermesi gerektiği ve IŞİD ile mücadelede Rusya ile yakın çalışmak istediği yönündeki açıklamalar; Türkiye’nin Suriye politikasını etkileyen ve Ankara’nın Astana toplantısında göz önünde bulunduracağı hususlardır. ABD, önce Suriye konusunda Türkiye’yi yalnız bırakmış ve böylece Rusya’ya itmiş, şimdi de Suriye konusunda Rusya ile birlikte çalışma ihtimalini gündeme taşımıştır. Bu, Türkiye açısından farklı değerlendirmelere konu olabilecek bir gelişmedir. Ve ABD’nin yaklaşımındaki muhtemel değişimin Türkiye’ye yönelik etkisinin, sadece doğrudan değil, dolaylı olarak Rusya üzerinden olabilecekler açısından da dikkate alınması gerekmektedir. Putin’in Suriye’deki askeri varlığı azaltma talimatı, ondan önce Rus diplomatların ABD’de “istenmeyen adam” adam ilan edilmesine misillemede bulunmaması, Trump ve ekibinden gelen açıklamaların karşılıksız olmadığına ve Rusya’nın -Suriye konusu da dâhil- ABD ile çalışmak istediğine işaret etmektedir ki; bunlar, -eğer gerçekleşirse- Suriye konusunda dolaylı olarak Türkiye’yi de etkileyebilecek hususlardır.
Rusya ile ABD arasında olabilecek muhtemel bir yakınlaşma; (i) Moskova ile Ankara arasındaki mevcut yakın ilişki ve (ii) ciddi sorunları yaşamalarına rağmen, Washington ile Ankara arasında devam eden “kurumsal” ilişkiler ile Washington-Ankara yakın ilişkilerinin uzun ve önemli geçmişi nedeniyle, bir soruna yol açmayabilir, Ankara’nın lehine gibi görülebilir. (i) Ancak ABD, Türkiye’nin güney sınırlarına bitişik bir “Kürt koridoru” oluşturulmasına yönelik çabaya destek vermektedir. (ii) ABD’nin bu desteği, Türkiye’nin bu koridor üzerinden algıladığı tehdidi/endişeyi büyütmekte; Türkiye’nin bu tehdidi/endişeyi karşılamak için geliştirdiği Azez-Cerablus hattına ilişkin yaklaşımı da, söz konusu koridorun oluşumunu engellemektedir. (iii) Türkiye’nin ülkesini kullanan ABD liderliğindeki Koalisyon Güçleri hava unsurları, Suriye’de Türkiye’ye destek vermemektedirler. (iv) ABD’nin belirtilen bu yaklaşımı, Türkiye’yi Rusya’ya itmiştir. Sıralanan bu hususların hepsi birlikte, Trump ile birlikte ortaya çıkacak Rusya-ABD yakınlaşmasının, Suriye konusunda Türkiye’nin aleyhine olabilme ihtimalini çağrıştırmaktadır. Türkiye’nin, ABD’nin desteğini kaybetmesinden sonra, Rusya’nın da desteğini kaybetmesi, sadece Fırat Kalkanı Operasyonunda “başa” dönme ihtimalini değil, bunun ilerisinde Türkiye’nin ülke ve ulus bütünlüğünü koruma endişesini çok daha üst seviyede duyma ihtimalini de akla getirmektedir. Çünkü Moskova’nın Kürt hareketi ile olan ve tarihten gelen bağları da bilinmektedir.
Onun içindir ki; (i) Suriye konusunda bir boşluğa yol açmış ve bu boşluk Rusya tarafından doldurulmuş olmasına, (ii) Astana toplantısına katılımı konusunda çelişkili açıklamalar gelmesine, (iii) bu yazının kaleme alındığı tarih itibarıyla toplantıya katılımı netlik kazanmamış olmasına ve (iv) toplantı henüz gerçekleşmemiş olmasına rağmen; Astana toplantısı ve dolayısıyla Suriye konusu üzerindeki ABD gölgesinin hissedilebildiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
IV. Trump ve ekibi, daha görevi devralmamışken, Obama Yönetimini Suriye’yi Rusya’ya bırakmakla suçlamıştır. Trump ve ekibinin yönetimi ellerine aldıklarında, nasıl bir “arşivle” karşılaşacakları henüz bilinmemekle beraber; ABD’nin Orta Doğu’yu Rusya’ya bırakmasının, bilinçli bir politikanın ürünü olabileceği ve bu politika ile, Rusya’nın Orta Doğu ile meşgul edilerek, enerji konusunda ve Dünyanın başka bölgelerinde (özellikle Doğu ve Güneydoğu Asya’da) ABD’nin hareket serbestisini kısıtlamasını önlemeyi düşünmüş olabilecekleri akla gelebilmektedir. Böyle bakınca, Obama Yönetiminin Suriye konusunda “açığa” düşmüş olduğunu; Trump Yönetiminin de “yakınlaşma” söylemi üzerinden gerçekte aynı politikayı yürütmeyi düşünmüş olabileceği akla gelmektedir. Eğer Trump ve ekibi seçim kampanyası sırasında Obama Yönetiminin Suriye politikasını eleştirmiş iseler, aynı konuda aynı politikayı sürdürmeleri politik açıdan yanlış olacaktır.
Trump ve ekibinden gelen Rusya ve Türkiye ile ilgili açıklamalar; ABD’nin Rusya ve Türkiye ile yakınlaşmak ve çalışmak istediği yönünde olsa da; bu açıklamalara bakarken yukarıdaki mülahazayı da hatırlamak uygun olacaktır. Nitekim Trump Yönetiminde ABD Dışişleri Bakanı olarak yer alması beklenen, Mobil-Exxon’un CEO’su Rex Tillerson’ın, aynı zamanda Rusya-Türkiye ilişkilerinin kalıcı olmadığı yolundaki açıklaması, bu bağlamda bize dikkat çekici gelmiştir. Çünkü Rex Tillerson’ın bu açıklamasını iki şekilde almak mümkündür. Birincisi, Trump Yönetiminin Ankara ile olan ilişkileri onarması, Washington-Ankara ilişkilerinin yeniden “yakın” bir görüntü vermesi ve buna bağlı olarak da Moskova-Ankara ilişkilerinin mevcut heyecanını kaybetmesidir. İkincisi de, (i) Mobil-Exxon’un Rosneft ile olan anlaşmalara dayalı yakın ilişkisinden, (ii) Rex Tillerson’ın enerji sektöründen gelen bir isim olmasından ve (iii) Kürt koridorunun aynı zamanda bu koridor üzerinden işleyecek bir enerji koridoru olarak görülmesinden hareketle, Washington’un Moskova üzerinde çalışarak, Ankara’yı Moskova’dan uzaklaştırmasıdır. Birinci durum ile ilgili olarak akla şunlar gelmektedir. Eğer öyle olur ise; (i) Ankara, “güvenilmezliğini” bir kere daha da ortaya koymuş olacaktır. (ii) Rusya, “düşürülen savaş uçağını” ve “öldürülen Büyükelçisini” hatırlayabilecektir. (iii) Kürt hareketi, ABD’den sonra Rusya’nın da açık desteği ile, özellikle Türkiye’yi hedef alan bir mecrada bölgede daha önce olmadığı kadar güçlü bir şekilde öne çıkabilecektir. (iv) Bunların hepsi, Türkiye’yi çok ciddi tehditlere maruz bırakabilecektir ki; bu da, Türkiye’nin Pakistan’a benzetilmekten çıkıp Afganistan’a ya da Suriye’ye dönüşmesi ihtimalini çağrıştıracaktır. İkinci durumun, birinciden çok daha vahim bir tabloya yol açacağını söylemeye, gerek bile görülmemektedir. Onun içindir ki, Ankara’nın, Trump Yönetiminden gelen açıklamalara temkinli ve ihtiyatlı yaklaşmaya şiddetle ihtiyacı olduğu düşünülmektedir.
V. Bu çalışmanın konusu itibarıyla IŞİD, İran’ın bölgede öne çıkıp bölgesel dengeleri lehine değiştirmeye çalıştığı ve bunun özellikle Irak, Suriye ve Arap Yarımadasında görülmeye başladığı bir sırada ortaya çıkmış, Sünni İslam kimliği belirgin bir örgüttür. İran yayılmacılığının baş göstermesi ile IŞİD’ın ortaya çıkışı arasındaki eş zamanlılık dikkat çekicidir. Bu eş zamanlılık, IŞİD’ı ABD, Suudi Arabistan ve Türkiye ile ilişkilendiren iddialara anlam katmaktadır. Trump’ın IŞİD’ın Obama Yönetiminin ürünü olduğunu ileri sürmesi, ABD açısından bu anlamı ayrıca güçlendirmektedir.
Rusya, cihatçı grupları ya da militan İslami aşırıcıları kendisi için en büyük tehdit olarak gören bir ülkedir. Kamuoyuna yansıyan açıklamalarından, Trump’ın bakış açısının da Rusya’dan pek farklı olmadığı ya da olmayacağı çıkarılabilmektedir. Yani önümüzdeki dönemde, Rusya ile ABD’nin IŞİD’a karşı bir araya gelme ihtimalleri oldukça güçlü gözükmektedir. Bu bir araya gelişe, teorik olarak, Çin ve enerji unsurlarını katmak da mümkündür.
Rusya’nın ABD ile yakınlaşması ve IŞİD konusunda birlikte hareket etmesi, Türkiye açısından son derece önemli olacaktır. Niçin önemli olacağı konusunda hemen akla gelen hususlardan bir tanesi, Türkiye’nin, kendisini IŞİD ile ilişkilendiren yeni iddialar ile karşı karşıya kalması ya da hakkındaki söz konusu ilişkilendirmeye dair geçmişe ait yeni belgelerin/görüntülerin ortaya çıkmasıdır. Bir diğer husus da, Rusya ile ABD’nin IŞİD ile mücadele etmesinin İran’ın önünün açılması anlamına gelmesi; İran’ın Irak’ta, Suriye’de ve Arap Yarımadasında pozisyonunu güçlendirmesidir. Eş zamanlı olarak hem IŞİD ile ilişkilendirilerek üzerinde bir dış baskı oluşturulması, hem de bölgedeki güç dengesinin İran lehine daha çok değişmesi, Türkiye için ciddi risk ve tehdit anlamına gelecektir. Astana’da yapılacak toplantının hemen öncesinde, 15-16 Ocak 2017 tarihlerinde, Riyad’da yapılan, on dört ülkenin Genelkurmay Başkanlarının katıldığı “IŞİD ile Mücadele İttifakı Toplantısı”, bu bağlamda son derece önemlidir. Medya üzerinden muttali olunduğu kadarıyla, ABD’den katılımın olduğu, Lübnan’dan katılımın İran’ın katılımı anlamına geldiği ve Irak’ın katılmadığı bu toplantıya, Suriye’de IŞİD hedeflerini vuran Rusya’dan katılım olmaması, keza Mısır’ın katılmamış olması dikkati çekmiştir. Türkiye’den Genelkurmay Başkanının katıldığı ve katılımcı ülkelerin genel olarak Sünni nüfusa sahip ülkeler olduğu toplantının; (gerçekleşip gerçekleşmeyeceği de dâhil) Astana toplantısına, nasıl yansıyacağı önümüzdeki günlerde belli olacaktır.
Ancak görünen o ki; Suriye krizindeki mecra değişikliği, sadece krizin kontrolünün Moskova’ya kaymış olması ile sınırlı değildir. Suriye krizi, Sünni İslam ülkelerinin aleyhine, İran’ın lehine bir mecraya da kaymıştır, kaymaktadır. Washington-Tahran yakınlığı, ABD için bunu ciddi bir sorun olmaktan çıkarırken; Rusya için durum farklıdır. ABD’nin İslami direnişçiler ile olan ve geçmişten gelen bağları, Rus diplomasisi için, yönetilmesi ve aşılması gereken bir başka güçlüğü ortaya çıkarmaktadır. Bu çalışmanın başından itibaren Çin’e hiç değinilmemiş olması, gerçekte küresel politikadaki güç boşluğuna ve algı olarak ABD karşısında yeni bir kutup olarak görülen Çin’in bu yeri doldurmada zayıf kaldığına işaret etmektedir ki; Çin’in bugünkü durumu, Rusya’nın ABD ile yakınlaşmasını frenleyici bir etkiye yol açacaktır diye düşünülmektedir. Çünkü Çin’in Rusya için bir tehdit ve endişe kaynağı olarak görülme düzeyi henüz düşüktür. Bununla beraber, Rusya ve ABD, Çin’i kontrol etmede anlaşabilirler ve bu anlaşmanın görünür gelecek itibarıyla da Çin’i kontrol etmede yeterli olabileceğine inanır iseler, durum değişebilir.
VI. Astana toplantısına bakarken dikkate alınması gereken önemli bir diğer aktör de İsrail’dir. Suriye konusunun İsrail için ne denli önemli bir konu olduğu, herkesin bildiği bir husustur. İsminin fazla geçmemesi, bu gerçeği değiştirmemektedir.
Eğer İsrail’in, (i) Kürt hareketi ile olan bağlantısı, (ii) İran’dan duyduğu ciddi rahatsızlık, (iii) Trump Yönetiminin gelişine sevinmekle birlikte Rusya ile yakınlaşma isteğinden -şimdiden- duyduğu endişe, (iv) Suudi Arabistan ve Mısır ile olan yakın ilişkileri dikkate alındığında; Suriye krizinin mecra değiştirerek, IŞİD ile mücadeleye indirgenmesi Tel Aviv’in işine gelmeyecektir. Çünkü Sünni İslam kimliğine sahip IŞİD, İsrail için, Şii İslam kimliğine sahip olan İran’ın karşısında bir engeldir. Netanyahu Hükümeti Obama Yönetimini eleştirse de, Trump’ın IŞİD’ın Obama Yönetiminin ürünü olduğunu söylemesi, Tel Aviv Yönetiminin Obama’ya haksızlık yaptığı algısına yol açmaktadır. Böyle bakınca, Trump Yönetiminin, IŞİD ile mücadeleye ağırlık vereceğini açıklaması ile ABD’nin İsrail’deki Büyükelçiliğinin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınacağı yönündeki açılama arasında bir bağ kurulabilmektedir. Trump Yönetimi, IŞİD’ın hedef alınmasından ve Suriye krizinin IŞİD ile mücadeleye indirgenmesinden İsrail’in duyduğu “örtülü” rahatsızlığı dengeleme peşinde diye düşünülebilir.
ABD’nin İsrail’deki Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması, elbette ki İsrail için önemlidir. Ancak İsrail için, İran bundan daha önemli bir konudur ve İsrail’in İran tehdidinin dengelenmesine ihtiyacı vardır. Trump Yönetimi İran’ın önünü açarken; ABD Büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması, İsrail için fazla anlamlı olabilir mi? Bu, Trump Yönetimi hakkında, İsrail’de bir hayal kırıklığı olarak karşılanacak, hatta Filistin sorununu Kudüs üzerinden İslam temelli olarak yeniden ateşleyerek öne çıkaracağı için İsrail’i yeniden güç durumda bırakabilecek, İsrail’in karşısındaki cepheyi genişletip güçlendirebilecektir. Çünkü İran tehdidinin devam etmesi, İsrail’i Suudi Arabistan ile yakınlaşmayı itmektedir. Ve Suudi Arabistan Mısır ile çok yakın ilişki içindedir. ABD Büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması özellikle Mısır’ı sıkıntıya sokacak ve bu sıkıntı İsrail-Mısır ilişkilerini, dolayısıyla İsrail-Suudi Arabistan ilişkilerini bozabilecektir. Bunun anlamı, İsrail’in yeniden bölgede kendisini yalnız hissedebileceğidir.
Böyle bir tabloda, İsrail’in, Suriye krizinin IŞİD ile mücadeleye indirgenmesine seyirci kalabileceği ve Astana toplantısına ilgisiz kalabileceği düşünülebilir mi? Aynı şey, Riyad’da yapılan “IŞİD ile Mücadele İttifakı Toplantısı” için de geçerlidir diye değerlendirilmektedir.
VII. Sonuç olarak şunları söylemek mümkündür.
(i) Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonundaki ilerleyişinin biraz “ağırlaşmış” olması, yukarıda arz edilen tablo ışığında görülmesi gereken bir durumdur. Bu durumun değişmesi, (gerçekleşip gerçekleşmeyeceği de dâhil) Astan toplantısına bağlı gözükmektedir.
(ii) Yukarıda belirtilen ihtimallere rağmen; Moskova ile Ankara arasındaki ilişkiler, çok büyük beklenmedik bir gelişme yaşanmadığı sürece, yakınlaşma yönünde artarak gelişecektir. Moskova ile Ankara arasında geçtiğimiz günlerde imzalanan Suriye’de uçuş güvenliğine dair düzenleme, bunun bir işareti olarak görülmektedir. ABD’nin Rusya ile yakınlaşmasının, sınırlı ve “şekli” bazı adımların ilerisinde bir anlam taşımayacağı değerlendirilmektedir.
(iii) 2003 yılından beri, 15 yıla yakın bir süredir, ülkeyi tek başına yöneten Ankara Yönetimi; Suriye konusunda yaşanan onca şeyden ve yapılan hatalardan sonra, artık yoğurdu üfleyerek yiyecek, günü yaşamak yerine görünür geleceği dikkate alan bir yaklaşım içinde olacak ve Astana toplantısına çok titiz bir çalışma ile yaklaşacaktır diye düşünülmektedir.
(iv) Astana toplantısı, yapılıp yapılmaması da dâhil, gelinen noktada Suriye krizine ilişkin bazı gerçeklerin daha net olarak görülmesine hizmet etmesi açısından bir fırsat olmuştur.
(v) Rusya, ABD’nin Suriye’de neden olduğu boşluğu değerlendirmiş ve bunu kendisi için bir fırsata dönüştürmüştür. Trump Yönetiminin bu saatten sonra yapabileceği, Moskova için söz konusu olan fırsatın değerini aşağıya çekmek ve/veya maliyetini artırmak yönünde olacaktır diye değerlendirilmektedir.
(vi) Enerji, salt ekonomik bir olgu değildir. Enerjinin hem doğrudan, hem de dolaylı ciddi politik ve askeri işlevleri de vardır. ABD, artık Rusya’nın enerjideki en büyük rakibidir. Asya, enerji piyasasının en büyük pazarıdır. Bu tespitler ışığında, Rusya’nın, ABD’nin kendisini kullanarak kıta dışından gelip Asya’da pazar edinmesine olumlu bakmayacaktır diye değerlendirilmektedir.
(vii) Rusya, ABD’nin İran ile olan yakınlığının farkında olarak, bunu Türkiye üzerinden dengelemeyi öngören bir yaklaşım içinde olacaktır.
(viii) Türkiye’nin Astana toplantısının gerçekleşmesi için harcayacağı çaba ve toplantıda sergileyeceği yaklaşım, Rusya konusundaki samimiyetinin güvenilir bir ölçüsü olacaktır diye değerlendirilmektedir.
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 16 Ocak 2017.