Prof. Dr. Osman Metin Öztürk, ASCMER Başkanı
Şarku’l Avsat’a dayandırılan bir habere göre; Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’nin siyasi kanadı Suriye Demokratik Meclisi’nin Yürütme Kurulu Başkanı İlham Ahmed, geçtiğimiz günlerde, Rusya’nın Suriye’deki Humeymim askeri üssünde, Rus heyeti ile görüşmüş.[i] SDG temsilcisi, bu görüşmenin ertesi gün de, Şam’a geçerek, Şam’da Suriye Ulusal Güvenlik (İstihbarat) Bürosu Başkanı Ali Memlûk ile bir araya gelmiş. Haberde, SDG temsilcisinin, Şam ile anlaşma yapıldığı takdirde, SDG güçlerinin (Suriye Kürtlerinin kontrolündeki güçlerin) Suriye’nin “koruma ve savunma sisteminin” bir parçası olacağını ifade ettiği de yer alıyor.
İdlib’de Türkiye ile Suriye rejim güçleri karşı karşıya ve Türk askeri şehir düşerken, Rusya ile bağlantılı bu gelişmeler yaşanıyor.
Bu gelişmeler gösteriyor ki, Rusya, PYD’nin Moskova’da büro açmasının çok ilerisinde Suriye Kürtleri ile temas içindedir. Sadece ABD askerleri değil, Suriye’deki Rus askerleri de YPG ile görüşmektedir. Rusya’nın da, ABD gibi, Suriye’de Kürtleri dikkate alan “federal” ya da “konfederal” bir anayasal sistemden yana olduğu görülmektedir. Bütün bunlar, Rusya’nın ve ABD’nin Suriye Kürtlerine ilişkin yaklaşımlarının “örtüştüğü” anlamına gelmektedir. Irak’ta Kürtler ve Peşmerge bugün hangi noktada/statüde ise, Suriye Kürtleri ve SDG güçleri de Suriye’de ABD’den sonra, Rusya tarafından da aynı noktaya/statüye taşınmak istenmektedir. Bu görülebiliyor. Hatta Rusya ile ABD arasında, -ama öyle, ama böyle- Suriye’nin kuzeyinde “Suriye Kürt Bölgesel Yönetimi”nin ortaya çıkarmaya yönelik “örtülü” bir anlaşma olabileceği bile akla geliyor.
Bu, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinden algıladığı (Irak’ın kuzeyi ile de bağlantılı) yakın ve ciddi tehdide (beka sorununa) daha bir ciddiyet kazandıran bir durumdur.
Böyle bir tabloda, Ankara’nın, İdlib’de askeri gücünü öne çıkarması ve bunu ABD’ye “yanaşma” sinyalleri vererek yapması doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü bu yaklaşımın sonunda, askeri açıdan Türkiye’nin Suriye’de kaçınılmaz olarak Rusya ve ABD ile karşı karşıya gelmesi vardır. Ancak Türkiye’nin askeri gücü, Suriye’de Rusya’yı ve ABD’yi karşısına alabilecek büyüklükte değildir. Türkiye’nin İdlib’de askeri gücünü öne çıkarması, stratejinin bilinen kurallarına aykırıdır. Çünkü İdlib’de Türkiye’nin karşısında sadece Suriye rejimine dâhil güçler yoktur. Suriye krizi gelip İdlib’e adeta sıkışmış gözükmektedir ve buradan hareketle Suriye krizine bir bütün olarak bakıldığında, Türkiye zayıf/güçsüz aktördür. Türkiye’nin zayıf/güçsüz aktör olarak görüldüğü böyle durumlarda askeri gücünü öne çıkarması doğru değildir. Çünkü zayıf aktörün güçlü aktör ile karşı karşıya geldiği bir durumdan genellikle güçlü aktör başarı ile çıkar.
Türkiye için, Suriye yaklaşımını gözden geçirmenin vakti gelmiştir.
Moskva’nın ve Washington’un, genelde bölgeye, özelde Suriye’ye ilişkin yaklaşımları münhasıran “enerji” merkezlidir. Bunun strateji ve kriz yönetimi bağlamında anlamı, “enerji” konusunun Rusya’nın da, ABD’nin de zayıf/hassas yanları olduğudur. Türkiye açısından bakıldığında ise; güncel jeopolitiği, enerji bağlamında Rusya ve ABD karşısında Türkiye’nin güçlü yanıdır. Türkiye, küresel konjonktürü ihmal etmeden, bu güçlü yanını, Moskova’nın ve Washington’un zayıf/hassas yanlarına karşı kullanmayı tezekkür etmelidir. Bu tezekkürde de, (i) Rusya’nın ve ABD’nin bölgeye ve Suriye’ye ilişkin enerji merkezli yaklaşımından rahatsız olabileceği düşünülen Çin, Japonya gibi güçlü ülkeler ile bölge ülkeleri dikkate alınmalı, (ii) bu ülkeler ile örtülü/açık işbirliği imkânları üzerinde durulmalı, (iii) bu suretle Türkiye’nin güçlü yanını kullanmasının “rasyonel/akılcı” şekli/yöntemi belirlenmelidir.
Diyeceksiniz ki; peki, Sayın Erdoğan, mevcut dış politika anlayışından ve uygulamasından vazgeçer mi? Rusya’yı, ABD’yi karşısına alır mı? Hem vazgeçmesi gerekir diye düşünüyorum. Hem de bu söylediğimden Rusya’yı ve ABD’yi “açıkça” karşısına alması anlamı çıkmaz. Durum ortada; Türkiye’nin sırtındaki yük durmadan artıyor ve Türkiye bu yükü artık taşıyamıyor. Bu, artık çok açık görülebiliyor. Sayın Erdoğan da artık görecektir ve yaklaşım değişikliğine gidecektir diye ümit ediyorum.
Uluslararası ilişkilerin tarihi, koşullardaki değişime rağmen, aynı yaklaşımda/politikada ısrar etmenin acı örnekleri ile doludur.
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 11 Şubat 2020.
[i] Cumhuriyet, 11.02.2020, s. 8.