Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
Türk Ordusu, Suriye’nin Türkiye’ye komşu bölgesindeki Afrin’in kent merkezine girdi, kontrolü ele geçirdi. Nedeni, Afrin’in, Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğünü hedef alan tehdidin yoğunlaştığı bir yer olması ve Şam Yönetiminin, içinde bulunduğu durum nedeniyle, kendi ülkesinden kaynaklanan Türkiye’ye yönelik bu tehdidi bertaraf edememesi. Türkiye, uluslararası hukukun kendisine tanıdığı hakkı kullanarak, kendisine yönelik söz konusu tehdidi ortadan kaldırmak için Afrin’de.
Konunun özü bu olmakla beraber, Türk Ordusunun Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte hareket etmesi, bu öze hukuksal açıdan halel getirmektedir. Çünkü şu soru ortaya çıkıyor: ÖSO’nun, Türkiye’ye yönelik tehdit ile ne alakası var? Tehdit, Türkiye’ye; ÖSO’ya değil. Bunu göz önünde bulundurmakta yarar var. Benzer bir diğer husus da, Türk Ordusunun Suriye’de kontrolüne aldığı yerlere Türk bayrağı çekmesi. Bilineceği üzere, uluslararası hukuk ve politika açısından, bayrak, aidiyet alameti farikasıdır; yani ait olduğu devletin hâkimiyetine, egemenlik alanına işaret eder. Ankara’dan yapılan açıklamalar, Türk Ordusunun Suriye’yi işgal gibi bir amacının olmadığı, kendisine yönelik tehdidi bertaraf etmek için Suriye’de bulunduğu, Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı duyduğu ve bunu savunduğu şeklinde olduğu için, kontrol altına alınan yerlere Türk bayrağı çekilmesinin isabetli olmadığı değerlendirilmektedir. Bu, istismara açık bir konudur ve Ankara’yı işgalci/yayılmacı göstermek suretiyle yeni gailelere yol açma potansiyelini içermektedir.
Gelelim asıl konuya… Türk Ordusunun ÖSO ile birlikte Afrin merkezini ele geçirmesi, kimin için, ne anlama geliyor? Ve bu olay, Suriye’deki çatışma ortamının seyrini etkiler mi? Nasıl? Uluslararası medyada bunlar konuşuluyor.[i]
Afrin merkezine girilmesi, Türkiye açısından, Kürt koridorunun oluşumunu, dolayısıyla bu koridor üzerinde müstakil bir Kürt devletinin ortaya çıkmasını engelleme (ortadan kaldırma değil) bağlamında anlamlı ve önemlidir. Ayrıca Türk Ordusu, kumpaslara, komplolara ve yetişmiş/nitelikli profesyonel kadrolardaki ciddi kayıplara rağmen, hala güçlü olduğunu, dolayısıyla caydırıcılığını koruduğunu ortaya koymuştur. Ancak konuya Türkiye açısından bakarken, sadece Afrin merkezine girilmesini çıkış noktası almak hata olacaktır. Önemli olan, bundan sonra olabilecekler, Türkiye’nin karşılaşabilecekleridir. Türkiye, yeni sıkıntılar ile karşılaşabilir, üzerindeki baskı artabilir. Ankara’nın bunları savuşturması, atlatması önemlidir. Unutmamak gerekir ki; ne Türkiye’nin güneyinden algıladığı milli ve coğrafi bütünlüğünü hedef alan tehdit ortadan kalkmıştır, ne de ABD (ve diğerleri) Kürtlerin hamiliğinden vazgeçmişlerdir. Türkiye için tehdit/tehlike devam ediyor. Afrin merkezinin ele geçirilmesi ile iş bitmiyor. Menbiç ve Fırat’ın doğusundan başlayıp Suriye-Irak sınırına kadar uzanan Suriye’nin kuzey bölgesinin tehditten temizlenmesi vardır. Irak’ın kuzeyi de orada duruyor. Hal böyle olunca, sembolik bir başarı olmasının ötesinde ve ilerisinde, Afrin merkezine girilmesine Türkiye için bir anlam yüklemesi yapmak, doğru ve gerçekçi olmayacaktır.
Kürtler açısından bakıldığında; Afrin konusunda ABD’den (AB’den) gelen açıklamalar nedeniyle, eğer Ankara ile Washington ve Brüksel arasında örtülü bir anlaşma yok ise, ciddi bir hüsrandır. Özellikle Suriye Kürtleri açısından hüsrandır. Bu hüsranın, Erbil’in (Irak Kürtlerinin) işine gelen yanları vardır, olacaktır. Erbil’in, Afrin merkezine girilmesi nedeniyle, Nevruz kutlamalarını iptal ettiğini açıklaması bunun ilk işaretleri olarak görülebilir. Türk Ordusunun ÖSO ile birlikte Afrin merkezine girmesi, Erbil’i Kürt hareketinin bütününü temsile yaklaştırdığı, bunun önünü açtığı söylenebilir. Bunun, Ankara-Erbil ilişkilerini nasıl etkileyeceği önemlidir ve üzerinden çalışılmasına ihtiyaç vardır. ABD’nin Kürtlere olan yüz yıllık ilgisi ve bu süre içerisinde Kürtler için yaptıkları (yatırım) hatırlandığında, Afrin merkezine girilmesinin başlangıçta Kürtler (özellikle Suriye Kürtleri) için bir hüsran gibi gözükse de, Kürtlerin, hamileri ABD’den aldıkları güçle hüsran psikolojisini kısa sürede üzerlerinden atacakları değerlendirilmektedir. Nitekim Afrin merkezinin düşmesinden sonra YPG’den, sivil ölümlerinin artmasını önlemek için bilinçli olarak çekildikleri açıklaması gelmiştir ki; bu, çok ciddiye alınması gereken bir açıklamadır. Çünkü uygulamaya konulmuş ABD destekli psikolojik operasyona işaret eder. Ancak hüsran psikolojisinin tepkisel yansımaları da var. Ana unsuru YPG’nin teşkil ettiği Suriye Demokratik Güçleri (SDG), IŞİD’a yönelik operasyonları durdurmuştur ki; bunu, Afrin merkezine girişi önlemediği ya da Türkiye ile anlaşarak bunun önünü açtığı için ABD’ye verilmiş bir tepki olarak görmek uygun olacaktır.
Türk Ordusunun ÖSO ile birlikte Afrin merkezine girmesine Şam Yönetimi açısından bakıldığında, ilk akla gelen, Suriye’de, Kürtlerin de içinde yer alacağı bir “birleşik devlet” modeline geçilmesinin öne çıkabileceğidir. Suriye’nin uygun bir “birleşik devlet” modeline geçmesi, gelinen nokta nedeniyle, bütün taraflar için kabul edilebilir görülmekte, dolayısıyla bunun barışın ve istikrarın önünü açabileceği düşünülmektedir. Ayrıca Şam-Ankara ilişkilerinde bir canlanma da baş gösterebilir ki; bu, münhasıran Moskova’ya ve Tahran’a, biraz da Ankara’nın ÖSO ile olan ilişkilerine bağlı olacaktır. Fakat eğer Afrin merkezine girilmesinin arkasında ABD (AB) var ve bu, Ankara-Washington yakınlaşması anlamına geliyor ise; Şam’ın, arkasında Moskova’nın ve Tahran’ın desteğini de alarak Ankara’nın karşısına çıkma, yani Türkiye ile Suriye’nin sıcak bir çatışmaya girme ihtimali de akla gelmektedir.
Rusya ve İran açısından bakıldığında, Afrin merkezinin Türkiye tarafından ele geçirilmesi, iki farklı açıdan görülebilir. Birincisi, Moskova’nın ve Tahran’ın, Türkiye’yi yanlarında tutabilmek için Afrin operasyonunda Türkiye’ye örtülü/açık müzahir oldukları düşünülebilir ki; bu, hem bölgesel ve küresel politikanın geleceği açısından anlamlı bir durum olacaktır, hem de bölgenin ve Türkiye’nin istikrara kavuşması açısından anlam taşıyacaktır. İkincisi de, Türkiye’nin, Moskova’ya ve Tahran’a rağmen, ABD/AB ile örtülü işbirliğine giderek Afrin merkezini ele geçirmiş olabilir ki; bu ihtimal de, birinci ihtimalin tam aksine, hem Türkiye, hem de bölge için istikrarsızlığı ve kaosu çağrıştırmaktadır. Bu ikinci durum, Türkiye için tam bir felaket olacaktır. Çünkü Türkiye’nin ABD (AB) ile örtülü işbirliğine gitmesi, Suriye’nin kuzeyinden algıladığı ciddi ve yakın tehdidi ortadan kaldırmamaktadır. Üstelik Türkiye, beka sorunu olarak algıladığı söz konusu tehdidin arkasındaki asıl güç olan (tehdidin yaratıcısı) ABD (AB) ile işbirliğine gitmiş olacaktır. Yani tehlike ortadan kalmıyor. Daha uygun konjonktür beklenecektir. Diğer taraftan Rusya ile İran’ın ABD karşısındaki güncel durumları/duruşları dikkate alındığında, Türkiye’nin örtülü bile olsa (hiçbir şey gizli kalmıyor) ABD ile işbirliğine gitmesi, Moskova’nın ve Tahran’ın birlikte Türkiye’yi karşılarına almalarına yol açacaktır. Özellikle Rusya açısından, Türkiye’nin yaptığı affedilemez bir pozisyon değişikliği olarak görülecektir. Rusya, savaş uçağının düşürüldüğünü, Türkiye’nin Kırım konusundaki duruşunu hatırlayacaktır. ABD’nin Türkiye üzerinden Karadeniz’deki nüfuzunu artırabilecek olması da, devam eden Ukrayna krizinde dengeleri Rusya’nın aleyhine değiştirebilecektir. Rusya kadar “keskin” olmasa da, İran’ın da Türkiye’yi karşısına almakta zorlanmayacağını ileri sürmek mümkündür. İşte Türkiye için felaket olan budur; ortada kalmak… Çin, böyle bir Ankara’nın can simidi olur mu? Sanmıyorum.
Afrin merkezine girilmesine ABD açısından bakıldığında, öncelikle ABD’de devam eden Suriye konusundaki “kafa karışıklığını” görmek gerekir. ABD tarafında, askerler ile sivillerin Suriye’ye bakışları farklı olduğu gibi, Başkan Trump’ın da Suriye konusunda net bir fikre sahip olmadığı anlaşılmaktadır. Trump’ın; Suriye konusunda ihtiyatlı hareket ettiği, münhasıran IŞİD ile mücadeleye odaklandığı, bu mücadelede elde edilen başarı ile övündüğü, Suriye’nin kuzeyindeki ABD askeri varlığının İran nedeniyle burada tutulmasına onay verdiği, Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’ne danışmanlık ve yardımcılık şeklinde “ikincil” bir destek verilmesinden yana olduğu ileri sürülmektedir. Amerikalı siviller, askerlerden farklı olarak, ABD’nin Suriye angajmanının IŞİD ile sınırlı olmaması gerektiği görüşündedirler. Bunlar, ABD’nin Ortadoğu’da güçlenmesinden yanadırlar. Bunun, ABD’nin bölgesel hedeflerine ulaşmasına ve bölgedeki İsrail ve Ürdün gibi müttefiklerini desteklemelerine hizmet edeceğini savunmaktadırlar. Bu tabloda, Türkiye’nin Afrin merkezine girmesine bakıldığında, Amerikalı sivillerin bundan rahatsız olmalarını beklemek gerekir. Çünkü hem ABD’nin SDG’ye yaptığı silah-teçhizat yardımı, hem de Washington’dan gelen Afrin konusundaki açıklamalar ortadadır. Ortada olan bu hususlardan, Türkiye’nin, ABD’ye rağmen, Afrin merkezini ele geçirdiği çıkmaktadır.
Ancak hem uluslararası ilişkilerin doğası, hem de Türkiye aleyhine yaptıklarına rağmen Ankara’nın gönlünden ABD’nin bir türlü çıkmadığı algısının edinilebilmesi, Türkiye’nin Afrin merkezine girişinin, ABD’ye rağmen değil, ABD ile anlaşılarak gerçekleştirilmiş olabileceğini akla getirmektedir. Türk Ordusunun ve ÖSO’nun Afrin merkezine girişinde, şu satırlarının yazıldığı an itibarıyla ciddi bir çatışma yaşanmamıştır. Oysa bir taraftan Ankara’dan “Afrin’e girdik-giriyoruz” açıklamaları geliyordu, diğer taraftan da Afrin’de yerel Kürtlerin kenti savunmak için sürekli tahkimat yaptıkları, ABD’nin de Suriye’nin diğer bölgelerinden Kürt savaşçıları Afrin’e sevk ettiği/edeceği konuşuluyordu. Türk Ordusu ve ÖSO, Afrin merkezine girerken, bunların çağrıştırdığı bir direnişle karşılaşmadan kente girmiştir ki; bu da yine, Türkiye’nin Afrin merkezine girişinin ABD ile anlaşılarak gerçekleştirilmiş olabileceğini akla getirmektedir. Keza, Afrin merkezine girilmesinden sonra SDG’nin İŞID operasyonlarını durdurması ve bunun ABD’ye bir tepki olarak algılanması da bunu akla getirmektedir. Denilebilir ki, Washington’un açıkça Türkiye’yi, Ankara’nın da açıkça ABD’yi karşısına aldığı onca gelişmeden sonra bu mümkün olabilir mi? Olabilir. Sonuçta uluslararası ilişkilerde asıl olan çıkar.
ABD bağlamında konuya bu şekilde bakarken şunları da görmek gerekir. Ankara’nın, sınırlarına bitişik, Suriye’nin kuzeyinden algıladığı, milli ve coğrafi bütünlüğünü hedef alan tehdit, yakın ve ciddi bir tehdittir. Türkiye’nin beka sorunu ile karşı karşıya olduğu bir gerçektir. Bu koşullarda, Kürt koridorunun önünün kesilmesi, Türkiye’nin “şimdilik” biraz olsun rahat nefes almasına hizmet edecektir. Ancak Türkiye için bir de, İran sorunu vardır. İran, artık Irak ve Suriye üzerinden de Türkiye’ye komşudur ve Türkiye, İran’ın bölgedeki nüfuzunun güçlenmesinden de rahatsızdır. Bu noktada dönüp ABD’ye bakıldığında, ABD’nin, hem Rusya ile, hem de İran ile karşı karşıya olduğu görülür. Türkiye’nin jeopolitiği, Rusya ve İran karşısında, ABD (İsrail ve Suudi Arabistan) için son derece önemlidir. ABD’nin, Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasından rahatsızlık duyduğu ve Türkiye’yi Rusya’dan uzaklaştırmak istediği de bilinmektedir. Hal böyle olunca, Afrin merkezine girişin önünün açılmasına, Ankara-Washington ilişkilerini iyileştirme, yakınlaşmayı sağlama işlevi yüklenmiş olamaz mı? Bu takdirde, akla bir başka soru geliyor: Ankara, Moskova ve Tahran ile yaşanan onca yakın ilişkiden sonra, bunun muhtemel sonuçlarına katlanarak, bunu yapabilir mi diye sorulabilir. 15-16 yıldır Türkiye’yi yöneten iktidarın bugüne kadar özde değişmemiş gözüken dış politika anlayış ve uygulamasına bakılır ise, buradan, bunun mümkün olabileceği çıkarılabilir diye değerlendirilmektedir.
Eğer Türk Ordusunun ve ÖSO’nun Afrin merkezine girişinin arkasında Ankara-Washington anlaşması (örtülü işbirliği) var ise; bu, önümüzdeki dönemde bölgede ve küresel politikada kaos olarak kendisini gösterecektir. Nitekim bunun ilk işaretleri de gelmeye başlamıştır. Türk Ordusunun Afrin merkezine birlikte girdiği ÖSO’nun, Şam’ın kuzeydoğusundaki Al Qalamon’da, Suriye Hava Kuvvetlerine ait Su-22 savaş uçağını düşürdüğünü açıklamıştır. Bakalım, eğer doğru ise, bu olayın Türkiye’ye ne gibi yansımaları olacak ve/veya arkasından ne/neler çıkacak; benzeri yeni olaylar ortaya çıkacak mı?
Son bir husus, Türk Ordusunun ÖSO ile birlikte Afrin merkezine girişinin, Rusya’da Devlet Başkanı seçiminin olduğu güne denk gelmesi biraz manidar gelmektedir. Acaba bu eş zamanlılık, hem Ankara- Washington yakınlaşmasının ve işbirliğinin bir işareti olduğu, hem de bu iki başkentin Rusya’daki seçimleri bir fırsat olarak telaki ettikleri düşünülebilir mi?
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 19 Mart 2018
[i] Bir örnek: “What does Turkey’s seizure of Afrin mean for Syria war?”,
https://www.timesofisrael.com/what-does-turkeys-seizure-of-afrin-mean-for-syria-war/, 19.3.2018.