Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Sayın Mahir Ünal, NTV’de gündeme ilişkin soruları yanıtlarken, ABD’nin Türkiye’ye yönelik son yaptırım kararını değerlendirmiş ve bu bağlamda şu cümleyi kullanmış: “Kasımdaki seçimler, bunun, bir iç siyaset malzemesi haline geldiğini gösteriyor.“[i] Bu ifade, çağrışımlara; çağrışımlar da, işbu yazıya yol açmıştır.
ABD’de 06 Kasım 2018’de Kongre ara seçimi yapılacağı bilindiği için, Sayın Ünal’ın belirtilen cümlesi, ilk bakışta, bu bağlamda görülebilir. Yani Trump Yönetimi, önümüzdeki Kasım ayında yapılacak Kongre ara seçimini dikkate alarak, Amerikalı seçmenlere Cumhuriyetçiler lehine mesaj vermek ve ara seçimden zaferle çıkmak için, Türkiye’ye yaptırım kararı almış olabilir. Mümkün mü? Olabilir. Ancak Sayın Ünal’ın söz konusu cümlesinin Türkiye ile ilgili olabileceği ihtimali de akla gelebilmektedir ki; bu ihtimale, yazının ilerleyen bölümünde değinilecektir.
Sorular şunlar: Trump Yönetimi’nin Türkiye’ye yaptırım kararının, Kongre ara seçimleri bağlamında görülmesi ne kadar doğru olur? Bu karar, Türkiye açısından, daha farklı ve önemli görülemez mi? Niye?
İlk bakışta, Türkiye’nin Kasım’daki Kongre ara seçimi için değerli olması ile Başkan Trump’ın göreve geldiğinden bu yana izlediği Türkiye yaklaşımı örtüşmüyor gözükebilir. Nedeni, eğer Türkiye Amerikan iç politikasında o kadar değerli-dikkat çekici- olsaydı; Başkan Trump, Ocak 2017’de göreve geldikten sonra, Türkiye’yi dikkate almayan, Türkiye’ye değer vermeyen bir yaklaşım içinde olmazdı. Trump Yönetiminin, YPG’yi ABD’nin bölgedeki kara unsuru olarak görüp eğittiği ve ağır silahlarla donattığı bilinen bir husustur. Türkiye, Amerikalı seçmenlerin gözünde önemli/değerli olsaydı; Trump Yönetimi, Türkiye’nin “müttefiki” ve “stratejik ortağı” olduğunu hatırlar, Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğünü hedef almış YPG’ye “aleni” destek vermezdi.
Siz hiç, Amerikalı seçmenlerin, onları bırakalım Türk kökenli Amerikalı seçmenlerin (iş adamlarının, politikacıların, akademisyenlerin, öğrencilerin) Trump Yönetiminin Türkiye yaklaşımını protesto eden bir eylemini ya da girişimini konu edinen bir haberi duydunuz mu? Bunlardan, Türkiye’nin Amerikan kamuoyu (Amerikalı seçmenler) nezdinde önemli olmadığı çıkmaz mı?
Peki, o zaman, ABD’nin Türkiye’ye yaptırım kararını nasıl açıklamak uygun olabilir?
Aklıma, son dönemde öne çıkmış Cumhuriyetçi ABD Başkanları, onların yaptıkları ve Cumhuriyetçi Başkan Donald Trump’ın bu Başkanlar yanında oldukça “sönük” bulunuşu, dışlanması geliyor. Sovyetleri çöküşe götüren süreçte ABD Başkanı olan ve ABD’nin gücünü zirveye taşıyan “Yıldız Savaşları Projesi” ya da “Stratejik Savunma Girişimi-Strategic Defence Initiatives-SDI” ile bilinen Başkan Ronald Reagan Cumhuriyetçi Partidendir. Sovyetlerin çöktüğü (dağıldığı) ve ABD’nin uluslararası politikada tek süper güç olarak kaldığı dönemde, ABD’de Başkanlık koltuğunda yine bir Cumhuriyetçi vardır: George H.W. Bush, yani “baba Bush”. Ve 1979’daki İran İslam Devriminden sonra Ortadoğu’da çok ciddi mevzi kaybeden ABD’nin, “meşhur” Körfez Harekâtları üzerinden Ortadoğu’ya dönüşü de, yine Cumhuriyetçi “baba Bush” döneminde olmuştur. Irak’ı işgal etmesi ve “Büyük Ortadoğu Projesi-BOP” ile “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi-GOKAP” üzerinden görüldüğü gibi, ABD’nin, Dünyayı tek başına istediği gibi yönetebileceğini düşündüğü yıllarda da yine Başkanlık koltuğunda bir Cumhuriyetçi vardır: George W. Bush, yani “oğul Bush”.
ABD, bu Cumhuriyetçi Başkanlar döneminde gücünün zirvesinde olmuştur. Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin savunma ve güvenlik dışında kalan, önemli bir görevi daha vardır. O görev de, ABD’ye ufuk açmak, Amerikan ekonomisine fırsatlar sunmak ve denizaşırı Amerikan ekonomik varlığını güvenceye kavuşturmaktır. Bu yüzden, ABD’nin, belirtilen Cumhuriyetçi Başkanlar dönemdeki denizaşırı askeri müdahaleleri, Amerikan vatandaşlarının refah seviyelerini de beslemiş, yükseltmiştir. Yani ABD, belirtilen Cumhuriyetçi Başkanlar döneminde, politik, ekonomik ve askeri açılardan oldukça güçlü bir dönemi yaşamıştır.
Başkan Trump, aradaki Demokrat Başkanlar çıkarılırsa, kendisinden önceki Cumhuriyetçi Başkanların bunlar olduğu, Cumhuriyetçi bir Başkan olarak Başkanlık koltuğuna oturmuştur. Başkan Trump’ın siyasal açıdan psikolojisine bakarken bunları görmek ve görülenlerin Başkan Trump üzerinde psikolojik bir baskıya yol açmış olabileceğini varsaymak gerekir. Bu görüşü beslediği için, bu noktada, hayatta olan önceki Cumhuriyetçi Başkanların, kendi partilerinden şimdiki Başkan Trump’a yönelik “olumsuz”, hatta “incitici” bakış açıları da hatırlanmalıdır. Ayrıca Başkan Trump’ın siyasal psikolojisine ve üzerindeki psikolojiye bakarken, kendisinin seçim kampanyası sırasında sürekli kullandığı ve Başkanlık koltuğuna oturduktan sonra da zaman tekrarladığı “yeniden, yine büyük Amerika” söylemi de dikkate alınmalıdır.
Bu belirtilenlerden, Başkan Trump’ın, kendisini, önceki Cumhuriyetçi Başkanlar seviyesine çıkaracak bir “hamleye” ihtiyaç duyduğu, bunun peşinde olduğu çıkarılamaz mı? Ben, Başkan Trump’ın Türkiye’ye yaptırım kararının, bu bağlamda ortaya çıkmış bir “başlangıç” işareti ya da adımı olabileceğini düşünüyorum; yaptırım kararını böyle yorumlayabiliyorum. Başkan Trump, belirtilen ihtiyacını karşılamak için, düğmeye basmış, krizi başlatmıştır. Kasım’daki Kongre ara seçimleri, bir “ara hedeftir”, bütüncül bakıldığında da bir “bahanedir.”
Başkan Trump, İran’ı karşısına almış iken, niçin İran’ı bıraksın da Türkiye’yi karşısına alsın diye düşünenler olabilir. Bunun mümkün olabileceğini, yani ABD’nin İran’ı değil de Türkiye’yi karşısına alabileceğini, çeşitli nedenleri ile birlikte, önceki yazılarımda belirtmiştim. Burada, çok özetle ifade edeyim: İran ile Türkiye karşılaştırıldığında, ABD açısından, hem bugünkü İran Türkiye’den daha güçlüdür, hem de Türkiye’yi karşısına almanın ABD için getirisi İran’dan çok daha fazladır. Özellikle Kürtler, İsrail, Suudi Arabistan, enerji, Rusya ve Avrupa (AB) ile güncel durum hatırlandığında, ABD’nin İran’ı değil de gerçekte Türkiye’yi karşısına alma hazırlığı içinde olduğu, akla daha yatkın gelmektedir. S-400 gerginliği, F-35 savaş uçağının verilmemesi, Peşmergeye ve YPG’ye yapılan “ciddi” silah yardımı, Türkiye’nin hemen güneyindeki küçük ama yaygın ABD askeri üslenmeleri, bu düşünceyi besleyen diğer hususlardandır.
Menbiç konusunda Türkiye ile ABD arasındaki uyuşmaya bakarak bu düşünceye karşı çıkanlar olabilir. Ancak bildiğim kadarıyla, bu uyuşma, Türkiye’ye (Türk askerine) Menbiç’in içinde görev yapma imkânı vermemektedir. Türkiye’nin ABD ile koordinasyon içinde yerine getirdiği devriye görevi, Menbiç’in dışı ve yön olarak da özellikle Batı kesimi içindir. YPG unsurlarının Menbiç’e 30 km.den fazla yaklaşmaması konusunda mutabık kalındığı ifade ediliyor ama, Türk askeri Menbiç’in içinde devriye görevi icra edemediği için bu doğrulanamamaktadır. Kaldı ki, Türkiye’nin talebinin Menbiç ile de sınırlı olmadığı da bilinmektedir. Türkiye, Menbiç’ten başlayıp, Fırat’ın doğusunda, Suriye-Irak sınırına kadar olan Suriye’nin bütün kuzey kesimini YPG’den temizlemeyi amaçladığını birçok kez açıklamıştır. Türkiye’nin YPG’den temizlensin dediği bu bölgede, ABD, YPG ile birlikte çalışmaya, onları eğitmeye ve silahlandırmaya devam etmektedir. Yani Menbiç’teki “uyuşma”, Türk-Amerikan ilişkileri konusunda iyimser olmaya yetmekten “çok uzak” gözükmektedir.
İran ise; Hürmüz Boğazı’nı geçişlere (Basra Körfezi’ne girişe-çıkışa) kapatma tehdidinden sonra, İran destekli Yemen’deki Husilerin iki Suudi petrol tankerine yaptığı füze saldırıları üzerinden de Kızıldeniz’e girişi-çıkışı kontrol eden Babül Mendep Boğazı’ndan geçişleri durdurabileceği mesajını vermiştir. Şimdilerde ise, Basra Körfezi’nde büyük çaplı bir tatbikatı yapma hazırlığı içindedir. ABD, bu İran’ı kolay kolay karşısına alabilir mi? İran henüz bu kadar güçlü değil ve ABD’deki güç/nüfuz erimesi henüz bugünkü kadar değil iken, 2015 öncesinde, İran’ı karşısına alamamış ABD’nin bugün bunu yapabileceğini düşünmek bana fazla geçekçi gelmemektedir, çok zor.
İran, yaptıkları üzerinden, kendisini karşısına almış ABD’yi İran’a yönelik bir askeri müdahaleden caydırmıştır. Peki ya Türkiye?
Türkiye, kendisini açıkça karşısına almış ABD’ye ne yapıyor, bugüne kadar ABD için caydırıcı olabilecek hangi adımı atmıştır? ABD, Türkiye’nin milli ve coğrafi bütünlüğünü hedef alan tehdidin ve karşı karşıya bulunduğu “beka sorununun” arkasına değil mi? ABD’nin Türkiye’ye bu yaptığı, uluslararası hukuka açıkça aykırı değil mi? “Müttefiklik” ilişkisi ve “stratejik ortak” söylemi hatırlandığında, ABD’nin Türkiye’ye yaptığı siyaseten yanlış olmuyor mu? Bunları, burada şimdi ben söylemiyorum; Türkiye adına konuşmaya yetkili, resmi ağızlar söylüyor. Yetkililer bunları söylüyor ama, bunları yapan ABD konusunda “caydırıcı” olabilecek, sözün ötesine geçmeyen somut bir adım atılmış mı? Bildiğim kadarıyla hayır.
Ortada, ABD’nin hedefin olduğu ya da olabileceği konuşulan iki aktör var. Biri, ABD’nin tehditlerine tehditle karşılık veren ve tehditlerinde de ciddi olduğunu eylemleri olarak ortaya koyan İran; diğeri de ABD’nin yaptıkları konusunda sözün ötesine geçememiş Türkiye. Acaba, hangi ülkeyi hedef olarak almak ABD’nin kolayına gelir, İran’ı mı, Türkiye’yi mi? Başkan Trump, hangi ülkeyi tercih edebilir?
Yukarıda belirtilenler, daha önce de belirtildiği gibi, Trump’ın Türkiye’ye yaptırım kararının, bir “başlangıç” işareti ya da adımı olabileceği, Türkiye’nin gerçekte ABD ile çok ciddi bir krizi yaşamanın “eşiğinde” bulunduğu algısına yol açmaktadır. Başkan Trump, Ortadoğu’da önündeki Türkiye engelini ortadan kaldırmak, bu suretle Türkiye üzerinden önceki Cumhuriyetçi Başkanlar gibi “itibar” kazanmak ve ABD’ye eski “itibarını” kazandırmak peşindedir.
Maalesef, ABD’nin Türkiye’ye yaptırım kararı, Ankara tarafından bu denli ciddiye alınmamaktadır. İktidar/iktidar partisi adına yapılan açıklamalarda, ABD’nin yaptırım kararı, “tehditkâr dil” olarak nitelendiriliyor. ABD’ye “tehditkar dil” kullanma ya da bu dili kullanmaktan vazgeç çağrısında bulunmaya, asıl tehdidi/tehlikeyi görmemek, farkında olmamak anlamı yüklenemez mi? Kamuoyuna yansıyan, doğrudan ya da dolaylı olarak başkaca bir tepki yok ise, pekala yüklenebilir.
Benim, dışarıdan emekli bir akademisyen olarak bu gördüklerimi, işi-görevi sadece bunları görmek olan kurumlara ve uzman personele sahip devletin ve 16 yıllık iktidarın ciddi bir parti örgütlenmesine işaret ettiği iktidar partisinin görmemesi mümkün müdür? Devletin bu konular ile görevli kurumları ve uzmanları, ülke kaynaklarının doğru ve isabetli kullanmak, ülkeyi istenmeyen sürprizlerden korumak, bu suretle ülke kaynaklarının israf edilmesini önlemek için, uluslararası ilişkilere dair gelişmelere “şüpheci” bir yaklaşım eğilmeleri beklenmez mi? Benim görebildiklerimin devletin kurumları ve uzmanları tarafından görülmeyeceği bana mümkün görünmediği için, buna bağlı olarak da, aklıma, ABD’nin Türkiye’ye yaptırım kararının Washington’un (Ankara ile koordineli edilmiş) İran’a yönelik senaryosunun bir parçası ya da ürünü olabileceği ihtimali geliyor.
“ABD karşıtlığı”, Ortadoğu’nun genelinde olduğu gibi, artık Türkiye’de de iç politika etkili olup “siyaseten” işe yaramaktadır. Bu, artık her seçimde Türkiye’de görülebilmektedir. Deniliyor ki; Türkiye’de “artık adet böyledir”: “Yalanı rahat atarlar, inananı kolayca bulurlar.”[ii] Bu sözden ve Ankara’nın ABD’ye ilişkin genel yaklaşımından, “perdenin önünde” ABD’ye bağırıp çağrılmasına bakma, “perde gerisi” bundan çok farklı olabilir, anlamı çıkarılamaz mı? Ben, birikimim ve akademik çalışma alanım nedeniyle, uluslararası ilişkilere dair bu tür çıkarsamaları sıkça yapmışımdır, burada da bunu yapabilmekteyim. Eğer ABD’nin Türkiye’ye yaptırım kararının “okunması” iktidarın/iktidar partisinin medyaya yansıyan açıklamalarında ifadesini bulduğu gibi “hafif” ya da “yüzeysel” ise; “perdenin önünden” farklı, bir “perde gerisi” olabileceği çıkarsamasında pekâlâ bulunulabilir.
Bu çıkarsamamı ayrıca besleyen iki önemli husus daha var.
Birinci husus, iç politika ile ilgilidir. Bilindiği üzere, Türkiye’de mahalli idareler seçiminin önümüzdeki sonbahara çekilmesi (erkene alınması) konuşulmaktadır. Ve artık Türkiye’deki hemen her seçimde ABD’nin Türkiye’de tepkiye yol açan tasarrufları öne çıkarılarak seçim sürecinde iktidar partisi tarafından kullanılmaktadır. Türk seçmeninde ABD’nin Türkiye’deki iktidarı hedef almış olduğu algısının yaratılması, hep iktidara olan desteği artırmış, iktidarın işine gelmiştir. ABD’nin Türkiye’ye yaptırım kararı sonrasında, ana muhalefet partisinden, önde gelen muhalefet partilerinden ve büyük sivil toplum kuruluşlarından iktidara gelen destek açıklamaları bu durumun bir örneğidir. Buradan şu çıkarılabiliyor. Türkiye’de, mahalli idareler seçimi öne çekilip önümüzdeki sonbaharda yapılabilir ve ABD’nin Türkiye’ye yaptırım kararı da iktidarın bu seçimden büyük bir başarı ile çıkmasına aracılık edebilir.
İkinci husus ise, dış politika, bölgedeki durum ile ilgilidir. ABD, Obama döneminden bu yana Türkiye’yi karşısına almasına ve bu Trump döneminde iyice belirginleşmiş olmasına rağmen, 16 yıldır ülkeyi tek başına yöneten mevcut iktidarın gönlünden ABD bir türlü çıkmamış gözüküyor. ABD’nin Türkiye’ye yaptırım kararına ilişkin olarak iktidardan/iktidar partisinden gelen açıklamalar, hala buna işaret ediyor diye değerlendiriyorum. Hiç şüphesiz her iktidarın kendine özgü bir “yoğurt yiyişi” vardır. Bu, bir “ölçüye” kadar, dış politika için de geçerlidir. Türkiye’nin dış politikadaki dip yapmış yalnızlığı ve Türkiye’ye duyulan güvensizlik bir ölçüdür, geriye gidiş kabul edilir ve dolayısıyla Türkiye için hak ve menfaat kaybı anlamına gelir. Bunu şunun için söyledim: İktidar, Türkiye “beka sorunu” ile karşı karşıya ve bunun arkasında ABD varken bile, ABD ile çalışmak isteyebilir. Aynı şekilde “beka sorunu” ile karşı karşıya olmasına rağmen İran’ı karşısına almayı da tercih edebilir. Kapalı kapılar arkasında, sahnenin gerisinde, bazı pazarlıklar olabilir ama, demokrasilerde iktidarın, niye bu tür tercihlerde bulunduğunu “uygun şekilde” halk ile paylaşması gerekir. Bu, iktidarın tercihinin arkasına halk desteğinin konulması açısından da gereklidir. Türkiye’de bunun yapıldığını maalesef düşünmüyorum.
Washington’un, Suriye konusunda, Türkiye’yi ortada bıraktığı; bunu yapmakla kalmayıp örtülü/açık karşısına aldığı bir gerçektir. Bunu herkes görebilmektedir. ABD’nin bu yaklaşımı, Ankara’yı, Suriye konusunda, Rusya ve İran ile birlikte çalışmaya itmiştir. Ve bu “birliktelik” sayesindedir ki, Türkiye, “beka sorununu” kontrol edebilir bir noktada tutabilmiştir. Böyle değerlendiriyorum ve bunun, Ankara’yı, Moskova’ya ve Tahran’a “borçlu” kıldığını düşünüyorum. Hal böyle iken, gönlünden bir türlü ABD’yi çıkaramamış Ankara’nın, ABD’nin İran’a yönelik politikasının ya da senaryosunun bir parçası olabileceğini, oldukça zayıf bir ihtimal olsa bile, hala düşünebiliyorum, tamamıyla zihnimden dışlayamıyorum. Böyle bir tabloda, bir an için, Ankara’nın Washington ile hala örtülü ilişki içinde olduğu varsayılsa, bu, Türkiye için bir “felaket” olmaz mı?
Buradan hareketle şöyle düşünemez miyiz? ABD’nin Türkiye’ye yönelik yaptırım kararı, işte tam da bu noktada devreye giriyor ve Ankara ile Washington arasındaki İran’a yönelik muhtemel bağlantının üzerindeki “örtüyü” daha da kalınlaştırarak, Türkiye’yi bir felaketten koruyor!…
Türkiye açısından, ABD’nin Türkiye’ye yaptırım kararının “devamının” gelmesi ve “Metal Fırtınası” isimli kitapta işlenen senaryoda olduğu gibi ABD’nin Suriye sınırından Türkiye’ye girip Türkiye’yi (tıpkı Irak’ı işgalinde olduğu gibi) işgal etmesi de bir felaket; Ankara’nın İran’a yönelik bir ABD müdahalesinin bir parçası olması da bir felaket!… Geldiğimiz noktaya bakın: Türkiye için, felaketler içinden felaket beğeniyoruz!…
ABD’nin Türkiye’ye yaptırım kararı ile ilgili yukarıda değinilen çağrışımlar, yorumlar ya da anlam yüklemeleri; 16 yıldır Türkiye’yi tek başına yöneten mevcut iktidarın dış politikaya (uluslararası ilişkilere) dair artık herkesçe, “yalnızlık” ve “güvensizlik” olarak bilinen yaklaşımının etkisinde, akademik çalışma alanı bu konular olan ve askeri bürokraside uluslararası hukuk uzmanı/müşaviri olarak bir geçmişe sahip bulunan yazarın deneyimlerinin, birikimlerinin ve sezgilerinin ürünüdür.
Türkiye’yi 16 yıldır tek başına yöneten iktidarın dış politikaya ilişkin tercihlerinden ya da uluslararası ilişkilerinden hala emin olunamamakla beraber, yukarıda değinilen, biri ABD’nin Türkiye’yi hedef aldığı, diğeri Türkiye’nin İran konusunda ABD ile birlikte hareket edebileceği şeklindeki iki farklı seçenekten birincisinin daha ağır bastığını ifade etmem gerekir.
Son olarak, ABD’nin Türkiye’yi karşısına aldığı bir durumda, Türkiye’nin ABD karşısında İran’ın ve Rusya’nın desteğine ne kadar mazhar olabileceğini oldukça tartışmalı bulduğumu da belirtmeliyim.
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 03 Ağustos 2018.
[i] https://tr.sputniknews.com/turkiye/201808021034570537-mahir-unal-turkiye-abd-yaptirim-cevabi/, 03 Ağustos 2018.
[ii] Ahmet Hakan, Köşe Yazısı, Hürriyet Gazetesi, 03 Ağustos 2018, s. 4.