Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
ABD’nin Asya ile yakından ilgilenmesi gerektiğine işaret eden ve bu bağlamda Başkan Trump’ı eleştiren bir makale ile karşılaşınca, ilk aklıma gelen Ortadoğu ve Türkiye oldu. Acaba ABD’nin münhasıran Asya’ya angaje olması ışığında, Ortadoğu, Suriye krizi ve Türkiye ile ilgili son gelişmeler ne gibi çağrışımlara yol açıyor, buna bakmaya çalıştım.
2010-2013 yılları arasında ABD’nin Singapur Büyükelçisi olarak görev yapmış David Adelman; “The US needs to get back into Asia and be a stable counter to China’s influence” başlıklı makalesinde[i]; Çin’in Güneydoğu Asya’daki küçük komşuları üzerinde baskısı artarken, ABD’nin yapması gerekenlere işaret ediyor. Diyor ki; ABD, Asya’daki varlığını derinleştirmeli, bağlarını genişletmeli (ve güçlendirmeli), Çin’in etkisini dengelemeli ve yani Asya’ya geri dönmelidir. ABD’de ilginin yaklaşan 2020 Başkanlık seçimine kaydığına işaret edilmek suretiyle, bir anlamda Asya’nın ihmal edildiği ifade edilmek isteniyor ve ABD’nin Asya’daki güvenirliğinin her zamankinden daha önemli olduğuna dikkat çekiliyor.
Makalede, ABD’nin önceki Başkanı Obama’nın ABD’yi bir Asya-Pasifik ülkesi olarak ilan ettiği ve buna bağlı olarak ABD’nin Deniz ve Hava Kuvvetleri yapılanmasında değişikliklere gidildiği hatırlatılıyor; ABD’nin Asya pazarına ve Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) girişimine vurgu yapılıyor. Bu bağlamda da deniliyor ki; Donald Trump, Ocak 2017’de Başkanlık koltuğuna oturduğunda bunlar durdu.
Arakasından Başkan Trump’a yönelik olarak somut eleştirilerde bulunuluyor. Başkan Trump’ın bakış açısının, San Francisco Barış Antlaşması’nın Amerikalı müzakerecilerinin bakış açısını çağrıştırdığı ifade ediliyor. Başkan Trump’ın; (i) çok taraflı işbirliğinden kaçındığı, (ii) alternatif bir plan yapmadan -seçim kampanyasında verdiği söze uyarak- ABD’yi TPP’den çektiği, (iii) Asya’daki dostlarını ve diğer Asya ülkelerini dikkate almadan Çin ile “yüksek riskli” bir ticaret savaşına giriştiği, (iv) K.Kore hakkında “aşk” ve “öfke” arasında gidip gelirken Pentagon’a ve Dışişleri Bakanlığı’na sürpriz yaparak G.Kore ile uzun süredir devam eden ortak askeri tatbikatları tek taraflı olarak iptal ettiği belirtiliyor.
Keza Başkan Trump’ın; Kasım 2017’de Filipinler/Manila’daki Doğu Asya Zirvesi’ne son anda katılması; Kasım 2018’de, Singapur’da yapılan ASEAN Zirvesi ile, Papua Yeni Gine’de yapılan APEC Zirvesine katılmaması; ABD’nin iki buçuk yıldır Singapur’a büyükelçi atamaması, Senatoda onay bekleyen bir büyükelçi adayının dahi bulunmaması da eleştiriliyor.
Makalede, bunlar ışığında şu tespitte bulunulmuş: Trump Yönetimi, tavsiye arma ve akıllıca sesleri dinleme konusunda yetersiz kalmaktadır. Önerisi de; Trump Yönetiminin, bilge sesleri yeniden dinlemeye başlamasıdır. Yazara göre; 21. Yüzyılda, ABD’nin angaje olmasına (angajmanına) ihtiyaç duyan Asya dışında bir coğrafya yok.
David Adelman’ın yukarıda özetle verilen görüşlerine bütünüyle katılmak güçtür. Bunun en temel nedeni, uluslararası ilişkilerin, “bütüncül” karakteridir. Genel Sistem Kuramına göre, münhasıran Asya’ya angaje olmasının ABD açısından doğuracağı zafiyetler olacaktır. Bunlara değinilmemiştir. Konu bağlamında, “Asya’nın (Çin’in) Asya dışı bağlantıları” önemlidir. ABD, bütün Dünyaya yayılmış her anlamda ciddi bir denizaşırı varlığa sahiptir ve ABD’nin münhasıran Asya’ya angaje olması bunları etkileyecektir. Farklı coğrafyaların farklı swot analiz sonuçları vardır ve uluslararası ilişkiler bakımından, bir analizden çıkan zayıflığın, diğer bir analizden çıkan güç ile dengelenmesi mümkündür. Bütün Dünyada yükselmiş bir ABD karşıtlığı, yıpranmış bir ABD ve bunların içinde saklı ABD’ye yönelik ciddi olan riskler vardır. Bunlar gibi daha başka birçok faktörden söz edilebilir. Şu veya bu etkileri nedeniyle, bunların hepsinin, ABD’nin münhasıran Asya’ya angaje olduğu bir tabloda tezekkür edilmesine ihtiyaç vardır.
Bugün itibarıyla, Asya dışında, ABD’nin varlığına ihtiyaç duyulan ya da ABD varlığına kapılarını açacak bir coğrafyanın olmadığı yolundaki, makalede yer alan görüş önemlidir ve buna iştirak edilmektedir.
ABD’nin münhasıran Asya’ya angaje olması demek, gücünün önemli bir kısmını Asya’ya kaydırması demektir. ABD’nin gücü çok büyük de olsa, nihayetinde bellidir ve Asya’ya bu şekilde güç kaydırması, Ortadoğu açısından, ABD’nin varlığında ve ilgisinde gerileme anlamına gelecektir. Bileşik kaplar gibi; bir taraftaki yoğunlaşma (öne çıkma), diğer taraftaki gerileme (azalma) ile oluyor. ABD eski gücünden uzak göründüğü için, Ortadoğu’daki bu gerilmeyi caydırıcılığı üzerinden telafi etmesi de güçtür. Önce bunu görmek gerekir. Sonra da şunu: Eğer ABD artık Dünyanın en büyük enerji üreticilerinden biri ve enerji zenginliğine pazar arıyor ise, eğer ekonomisinin düzelmesi ciddi kaynağı gerektiriyor ise, ABD’nin Asya nedeniyle Ortadoğu’da bu tür bir gerilemeyi göze alması beklenmeyecektir. Denilebilir ki, enerji bağlamında, Asya da, en az Ortadoğu kadar, ABD için önemlidir. Olabilir. Ancak İki coğrafyanın koşulları ve bu koşulların ABD üzerindeki etkileri farklılık arz eder. ABD’nin Asya’daki işi her açıdan oldukça zordur ve bu zorluk da, daha fazla gücü (yani ekonomik kaynağı) gerektirmektedir. Ortadoğu, ABD’nin yıllardır iç içe olduğu bir coğrafyadır, dolayısıyla ABD’nin buradaki hareket serbestisi daha yüksektir. Bu nedenle Ortadoğu; enerji üzerinden, ABD’ye Asya’da ihtiyaç duyduğu daha büyük gücü sağlama, dolayısıyla Asya’daki zorluğu aşma potansiyelini sunmaktadır. Kaldı ki, bu noktada, Asya’nın enerjide Ortadoğu’ya olan bağımlılığını da görmek gerekir. Yani ABD’nin Ortadoğu’da istediğini yapabilmesinin, ABD için iki somut sonucu olacaktır. Birincisi, enerji zenginliğini “istediği gibi” değerlendirmek suretiyle ciddi bir ekonomik güce kavuşacaktır. İkincisi de, enerjiyi bir “silah” gibi Asya’ya karşı kullanmada çok büyük bir avantaj elde etmiş olacaktır. Bu iki husus, ABD’nin münhasıran Asya’ya angaje olması bağlamında, ABD açısından çok değerli değil midir?
Doğru. Asya, Çin nedeniyle, ABD’nin angajmanına ihtiyaç duyan bir coğrafya görünümü arz etmektedir. ABD’nin Çin ile rekabet etmesi ve bu rekabette Çin’i çevreleme politikası izlemesi nedeniyle, Asya’nın ABD’nin angajmanına ihtiyaç duyar gözükmesi, ABD için bir fırsat, ayrıca bir avantaj olarak görülebilir. Ancak bunun, bugün ve kısa vadede, ABD’nin bugün görünenden daha ileri bir pozisyonda Asya’ya angaje olmasına yol açmasını beklememek gerekir. Çünkü ABD’nin mevcut (güç) durumu, bugün için, Asya’da daha fazlasını yapmaya elverişli gözükmemektedir.
ABD, bir taraftan Asya’daki mevcut durumunu sürdürmek isteyecektir, diğer taraftan bununla eş zamanlı olarak enerjide geldiği noktayı Ortadoğu üzerinden somut güce/kaynağa dönüştürme çabası içinde olacaktır diye değerlendirilmektedir. Bunun konu bağlamında anlamı, ABD’nin Ortadoğu’daki varlığında ve Ortadoğu’ya olan ilgisinde, bugün itibarıyla, bir gerilemenin olmasının beklenmemesi gerektiği, bunun doğru olmayacağıdır. Bunun için, Başkan Trump’ın, Ocak 2017’den bu yana izlediği politikada öne çıkan şu iki hususun hatırlanması yeterli olacaktır. Birincisi, Trump Yönetimi, ABD üzerindeki “yükü” bölgesel ortakları ile daha çok paylaşmaya, yani bölgesel ortakları üzerindeki yükü artırmaya yönelmiştir. İkincisi de, ABD’nin, denizaşırı (bölgesel) çıkarlarını korumda, doğrudan kendi askeri gücünü kullanma yerine, dolaylı (ya da proxy) unsurları kullanmayı daha çok tercih etmiş gözükmesidir.
Bütün bunlardan; ABD’nin, şimdilik Asya’ya ileri angaje olmasının beklenmeyeceği, Ortadoğu’yu ihmal etmemenin ötesinde Ortadoğu’ya daha çok eğileceği ve Ortadoğu’daki varlığını daha çok dolaylı/proxy unsurlar üzerinden göstermek isteyeceği çıkmaktadır. Bu da, bize, bugün itibarıyla ve kısa vadede, Ortadoğu’nun genelinde, Suriye krizinde ve Türkiye konusunda cereyan eden/edecek gelişmelerin hepsinde, bir şekilde ve yukarıda belirtilen mülahazalar ışığında arka planda hep ABD’nin olduğunu/olacağını söylemektedir. Bu noktada; sözde uluslararası terörizmle mücadele eden ABD’nin, gerçekte uluslararası terörizmi Ortadoğu’da kendisinin çıkarları ve hedefleri doğrultusunda kullandığını hatırlamak uygun olacaktır.
Çin konusu, gerçekçi olarak ve orta/uzun vadeli bakıldığında, Rusya ile ABD’yi biri birine iten bir konudur. Başlangıçtan beri böyle görüyorum. Çin, güçlendikçe, bu husus, çok daha belirgin hale gelecektir. Bu mülahaza nedeniyle; Rusya ile ABD arasında bugün bir gerginlik yaşanıyor gözükmesine rağmen, Moskova ile Washington’un, büyük bir senaryo dâhilinde, Çin karşısında örtülü olarak birilikte hareket ediyor olabileceği (bir ihtimal olarak) akla gelmektedir. ABD’nin uyguladığı yaptırımlara, Avrupa’nın doğusunda ve kuzeyinde yaşanan gerginliğe, Ukrayna konusundaki anlaşmazlığa rağmen; Putin ile Trump’ın güncel küresel gelişmeleri (Venezuela, K.Kore, Çin ile nükleer anlaşma) telefonda konuşuyor olabilmeleri; bu telefon görüşmesi uluslararası ilişkilerin tabiatından görülse bile, bu ihtimal bağlamında anlamlı bulunmaktadır.
Böyle bakınca, Suriye krizine çok ileri derecede angaje olmuş ve dış politikada ciddi bir yalnızlığın içine düşmüş bulunan Türkiye’nin Washington ile Moskova arasında “gidip-gelen” görüntüsü akla geliyor… Eğer Rusya ile ABD’nin Çin karşısında örtülü bir işbirliği içinde olduğu ve enerji konusu ile Ortadoğu’nun da bu işbirliğinin kapsamına dâhil olduğu kabul edilir ise, Türkiye’nin dış politikada karşı karşıya bulunduğu sorunlarda ve yaşadığı beka sorununda, Moskova ile Washington arasında gidip gelmesi çok büyük bir hata, hatta sorumsuzluk sayılacaktır. Bu bağlamda, Irak Kürtlerinin Kerkük’e hangi gözle baktığına işaret eden son günlerdeki haberler son derece dikkat çekicidir. Irak Kürtleri, 1991’deki “güvenli bölge” (Çekiç Güç) uygulamasından bugünkü noktaya gelmişlerdir. Bugün aynı şey, yani “güvenli bölge” uygulaması, Suriye Kürtleri için gündemdir. Türkiye’nin, bu kez de, Suriye Kürtleri için, ABD ile “güvenli bölge” uygulamasına gideceği ifade ediliyor. Türkiye’nin Irak Kürtlerine ilişkin deneyimi ve karşı karşıya bulunduğu beka sorunu ortada duruyor iken, Suriye’nin kuzeyinde (Kürt kantonal yönetimlerinin bulunduğu bölgede) ABD ile “güvenli bölge” uygulamasına gitmesi, bana anlaşılır ve doğru gelmemektedir. Türkiye, Rusya’nın Suriye’de güvenli bölge uygulaması konusunda ABD’ye müzahir görüntü vermesini de sorgulamalıdır.
Medya üzerinden görülen, Türkiye’nin, Suriye konusunda, hala yanlışa devam etmekte olduğudur. Bu devamın, mevcut beka sorununun daha da ağırlaşmasına hizmet edeceği çok açıktır. Kuzey Irak (Irak Kürtleri) örneği ortadadır. Türkiye milli ve coğrafi bütünlüğe yönelik yakın ve ciddi tehdidin Suriye’nin kuzeyinden kaynaklandığı da ortadadır. Bunlar ortada iken, Ankara’nın Suriye’nin kuzeyinde ABD ile güvenli bölge uygulamasına gitmesinin Türkiye için ne anlama geleceği ve Türkiye için bedelinin ne olabileceği çok iyi tezekkür edilmelidir.
Türkiye’nin uluslararası ilişkilerindeki bugünkü görüntüsünü, Dünya Milletler Ailesinin eşit üyeleri arasında olması gereken ilişkiden ve BM Şartında ifadesini bulmuş konseptten uzaklaşmış bir görüntüdür. Böyle görüyorum ve bu görüntü, bende, “yanaşma” ya da “maraba” siyasetini çağrıştırmaktadır. Türkiye, tarihine bakarak ve özgücünü hatırlayarak, uluslararası ilişkilerinde kendisine yakışmayan bu “yanaşma” ya da “maraba” siyasetinden bir an evvel vazgeçmelidir. Çünkü bu görüntü, yakışmamanın çok ilerisinde, geçen her gün biraz daha ülkenin varlığı ve geleceği ile doğrudan ve yakından ilgili bir mahiyet arz etmektedir.
Son sözü, David Adelman gibi söyleyeyim: Lütfen sesimizi duyun!… Lütfen dış politikadaki bu gidişin sonunun uçurum olduğunu artık görün!…Duymuyor ve görmüyorsanız, bari ve lütfen “uygun” izahatta bulunun!… Bulunun ki, görüp de kapıldığımız endişeden kurtulalım ve bu endişenin etkisinde bu tür yazıları yazmayalım!…
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 04 Mayıs 2019.
[i] https://www.scmp.com/comment/insight-opinion/article/3008466/us-needs-get-back-asia-and-be-stable-counter-chinas, 04.5.2019