Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
Yunanistan’ın, NATO üyesi olarak ülkesini zaten ABD’ye açmış iken, son dönemde bu işi daha da ileriye taşımasını, ABD’ye Girit’te ve Batı Trakya’da daha ileri konuşlanma imkânı tanımasını, burada biraz farklı ele almaya çalışacağım.
Elbette ki, Yunanistan’ın bu yaptıkları, Yunan emeli ve ABD’nin güncel Türkiye yaklaşımı ile birlikte mütalaa edildiğinde, Türkiye açısından ciddi endişeye yol açıyor. Bunda bir tereddüt yok. Ve bunu, daha önce linkedin üzerinden birkaç kez ele almış ve yorumlamıştım.
ABD, Yunanistan’daki ileri yığınaklanmasının Rusya’ya yönelik olduğunu söylüyor, Türkiye’ye yönelik olduğuna dair bir açıklaması bildiğim kadarıyla yok. Böyle bir açıklama olamaz da… ABD’den Girit’te ve Batı Trakya’da artan askeri varlığının Türkiye’ye yönelik olduğunu söylemesi beklenebilir mi? Mümkün değil. Çünkü uluslararası ilişkilerin yerleşik işleyişi de, BM sistemi de, tarafları bağlayan mevcut ve yürürlükteki uluslararası düzenlemeler de, bunu himaye etmez, buna manidir ve uluslararası toplum da, Dünya kamuoyu da bunların farkındadır. Ukrayna’da devam eden bir sıcak çatışma var ve ABD, bu çatışmada, gerçekte Rusya’nın karşısında olan asıl aktördür. Bu ortada/açık olduğu için, ABD, Yunanistan’daki askeri yığınaklanmasının Rusya’ya yönelik olduğunu söyleyebiliyor. Ancak bütün bunlardan, ABD’nin Yunanistan’da artan askeri varlığının Türkiye ile bir alakasının olmadığı da çıkarılamaz.
ABD’nin Dedeağaç-Kavala limanlarını da içeren Batı Trakya’da artan askeri varlığı, Batı Trakya’ya bitişik, Karadeniz’e açılan Bulgaristan ile birlikte de mütalaa edilmelidir. Bu noktada, NATO’nun ABD’nin etkisine açık bir ittifak olduğunu, Yunanistan’ın ve Bulgaristan’ın NATO’ya üye olduklarını hatırlamak uygun olacaktır. Hatırlanması gerek başka hususlar da var. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Almanlar, Sovyetleri Karadeniz’de baskı/abluka altında tutmak için, “Barbarossa Harekâtı”na konu, küçük “U” tipi 6 adet denizaltıyı nehir ve kara yolunu kullanarak Karadeniz’e taşımışlardı. Bu, Fatih’in gemileri karadan Haliç’e indirmesinin o günkü koşullarda bir versiyonu olarak görülebilecek bir uygulamaydı. Ve bugün de, hâlihazırda öyle bir görüntü olmasa da, dün Almanların Sovyetlere yaptığının bir benzerini bugün Amerikalıların Batı Trakya/Yunanistan ve Bulgaristan üzerinden Ruslara yapma peşinde olabileceği akla geliyor. Tabiatıyla bugün, ABD’nin gemi/denizaltı transferi değil de, silahlı-silahsız insansız hava araçları da dâhil her türlü silahı, teçhizatı ve mühimmatı transfer etmesi olarak düşünülebilecektir. Yani ABD’nin Yunanistan’da artan askeri varlığının hedefinde Rusya’nın olduğu görülebiliyor. Bu noktada, hatırlanması gereken bir diğer husus da, Montrö Sözleşmesi’nin getirdiği kısıtlamaların, sadece Türk Boğazları’ndan geçen/geçecek gemiler için geçerli olacağını düşünmenin, isabetli, gerçekçi ve iyi niyetli bir yaklaşım olmayacağıdır. Çünkü Montrö Sözleşmesi’ndeki esaslardan biri de, bir bütün olarak, Karadeniz’in ve Karadeniz’de kıyısı olan ülkelerin güvenliğidir.
ABD’nin Yunanistan’da artan askeri varlığını, sadece Türkiye ve Rusya ile ilişkilendirmek de eksik bir yaklaşım olacaktır. Karadeniz’in güncel jeopolitiği, ABD’nin Girit’te ve Batı Trakya’da artan askeri varlığını sadece Türkiye ve Rusya ile ilişkilendirmeye manidir. Çin’i görmek, uluslararası politikadaki Avrasyacı yaklaşımı hatırlamak gerekir. Bir an için, ABD’nin Girit/Batı Trakya-Bulgaristan hattı üzerinden Ege’de ve Karadeniz’de daha etkin bir konuma eriştiğini düşünülürse; bu, Çin’in Avrupa’ya erişimini zora sokacaktır. Çin’in Bir Yol Bir Kuşak Projesi de, güç olarak bugün geldiği nokta dışsatıma dayalı Çin ekonomisi de, bundan ciddi zarar görebilecek, bu da Çin’in ABD karşısında rekabet gücünün azalması anlamına gelecektir.
ABD’nin Girit/Batı Trakya-Bulgaristan hattı üzerinden Ege’de ve Karadeniz’de daha etkin bir konuma erişmesi, enerji ulaşım yolları açısından da görülmesi gereken bir durumdur. Karadeniz’i kullanan boru hatları ve tankerler ile Karadeniz’in kuzeyindeki ve güneyindeki boru hatları etkilenebilecek, enerji tedarikinde endişeye yol açan durumlar ortaya çıkabilecektir ki; bütün bunları da, artık Dünyanın en büyük enerji üreticilerinden/satıcılarından olan ABD açısından görmek gerekir. Anlamı: işin içinde ABD’nin enerji pazarındaki payını büyütmek istemesi de vardır.
Hâlihazırda ABD’nin eski gücünden uzak olduğu, AB’nin ABD’nin peşinden sürüklenmekten kurtulmaya çalıştığı, Çin’in ciddi bir süper güç olma yolunda ilerlediği, bir küresel tablo vardır, çok kutupluluk konuşuluyor. Böyle bir küresel tabloda Moskova merkezli Avrasyacılığın Rusya’yı öne çıkarma potansiyeli zayıf değildir. Daha eşitlikçi, daha özgür, daha “kimlikli” bir yapıda ilişki tesis edilmesine imkân vereceği, Çin ve ABD karşısında sağlayacağı destek/güç ve ekonomik, politik ve askeri açılardan sağlayacağı imkân, kolaylık ve avantajlar gibi hususlar ışığında, AB’nin Avrasyacı bu yapıya müzahir olması beklenebilir. Tabiatıyla bu ABD’nin Avrupa’dan uzaklaşması, güç kaybetmesi ve Çin karşısında rekabet gücünün zayıflaması anlamlarına gelecektir. Onun içindir ki, Ukrayna’daki sıcak çatışmaya da, ABD’nin Bulgaristan’ı kullanma düşüncesini de yansıtan Yunanistan’daki askeri varlığını artırmasına da, Washington’un Karadeniz üzerinden Avrasya coğrafyasını bölme, Avrasyacı yapının oluşumunu engelleme çabası olarak görmek mümkündür.
Yunanistan, dün Körfez Krizi sırasında rahmetli Özal’ın yapmaya çalıştığı, bugünlerde Sayın Erdoğan’ın yapmaya çalıştığı ama muhataplarına bir türlü güven veremediği için başaramadığı şeyi yapıyor: süper güçlerin hedeflerini/çıkarlarını, belli karşılıklar, ödünler ya da tavizler vererek, Yunanistan’ın ve iktidardaki Yeni Demokrasi Partisi’nin hedefleri/çıkarları ile uyumlulaştırıp kullanmak…
Yunanistan ülkesini ABD’ye açarak, bir taraftan ABD’den daha önce temin edemediği askeri yardımı-desteği alıyor, diğer taraftan ABD’nin açık desteğine sahip olduğu mesajını veriyor ama, ABD’nin kendisini ne gibi gailelerle karşı karşıya bırakabileceğinin farkında değil gözüküyor. Atina, “ABD’li bu tabloyu” medyada geçtiği şekillerde Türkiye’ye karşı kullanıyor ve iktidardaki Yeni Demokrasi Partisi de bunun iktidarını güçlendirdiğini-güçlendireceğini düşünüyor. Tabiatıyla, bu tablo, Türkiye’ye de tam tersi yönde yansıyor, AKP iktidarını ve AKP iktidarı üzerinden Türkiye’yi gücü tükenmiş, gücü bir işe yetmez, beceriksiz gösteriyor. Yunanistan’ın Türkiye yaklaşımı, “AKP/Erdoğan defteri”ni kapamış gözüken ABD’nin, ayrıca bu defteri kapamasını da kolaylaştırıyor. Çünkü Yunanistan’ın Türkiye yaklaşımı, Türkiye’de iktidar değişimini besleyici bir etkiye yol açıyor. Anlaşılabileceği üzere, ABD, bu suretle, hem Yunanistan’ın, hem de Türkiye’nin iç işlerine karışmış oluyor. Peki, gören, tepki koyan var mı? “Bırak, kendi göbeğimizi kendimiz keseriz” diyen var mı? Yok. “İktidarlar böyle geliyor, böyle gidiyor” diye kanıksanmış… Ama yanlış, “böyle gelmiş, böyle gitmemeli”…
Son bir husus: ABD’nin ve ABD himayesindeki Yunanistan’ın güncel Türkiye yaklaşımları, bağlı ve eş zamanlı diğer konular ile birlikte, Türkiye’ye yönelik ciddi bir tehdide/tehlikeye yol açmış iken, Ankara, “Batı Trakya Türk Cumhuriyeti” kartını bir tezekkür etmelidir diye düşünüyorum. Bu konunun Batı Trakya’da uç vermesi, Türkiye’de uzmanların tartışmalarına konu olması, ABD’ye ve Yunanistan’a mesaj olur diye düşünüyorum. Batı Trakya Türk halkının Lozan’dan kaynaklanan haklarının Atina tarafından görmezden gelindiği herkesçe biliniyorken, bu, anlaşılır bulunabilir. Keza, ABD’nin Batı Trakya’daki son askeri konuşlanmasında yörenin Türk ve Müslüman halkını inciten ve onlara yönelik bir gözdağı olarak algılanan küçük çaplı askeri tatbikatlar da var. Batı Trakya’nın Türk ve Müslüman olan halkı, Eylül 1913’te kurulmuş; bağımsızlığı ve özgürlüğü simgeleyen “beyaz”, Müslümanlığı simgeleyen “yeşil”, çekilen acıları ve çileyi simgeleyen “siyah” renklerinde oluşan, üç renkli bayrağı, yeniden hatırlayabilir, kaldırabilir. Niye olmasın? Yunanistan’a ve ABD’ye karşı, bu konun tezekkür edilmesinde yarar görürüm.
“Batı Trakya Türk Cumhuriyeti” konusu, Türkiye’nin merkezinde yer alabileceği (etken konumda olabileceği) bir kriz senaryosu örneği olarak, “Dış Politikada Kriz Yönetimi” kitabımda (2004, Odak Yayınları, Ankara, 260 sayfa), 198-207. sayfaları arasında ele alınmıştır. Arzu edenler oraya bakabilir.
21 Eylül 2022
Ankara