Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, daha yeni ifade etmiş; yaşananlara rağmen, ABD ile İran arasında çatışma olmayacağı görüşündeyim demiş. Bu ifade, elbette ki, değerlidir. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani de, İran’ın “mantıklı” olduğu ve iyi bir “müzakereci” olduğunu açıklamış. Rusya Devlet Başkanı Putin, Soçi’de ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’yu kabul etmesi sonrasına denk gelen açıklamasında, dikkat çekici bir ifade kullanmış, Rusya’nın “itfaiyeci” olmadığını belirtmişti. Putin’in kullandığı bu ifade, Rusya’nın ABD karşısında İran’a destek vermeyeceği, İran’ı ABD karşısında yalnız bıraktığı şeklinde yorumlara yol açmıştı. İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’, ilginçtir, Putin’in bu açıklaması sonrasında, beklenmedik bir şekilde Pekin’i ziyaret etmişti. Bundan anlaşılıyor ki, Tahran, ABD karşısında Moskova’da bulamadığı desteği, Pekin’de aramaya yönelmiştir. O zaman, “madem ABD ile sıcak çatışma ihtimali yok, Tahran’ın bu destek arayışı niye” diye sormak gerekmez mi? İran Cumhurbaşkanı’nın, İran “mantıklıdır”, “iyi müzakerecidir” sözünden, ABD ile savaş ihtimalinin güçlendiği, Tahran’ın bunu gördüğü ve ABD’ye müzakereye açık olduğu mesajını verdiği anlamı çıkarılmaz mı?
ABD, bir süredir bölgeye ciddi “deniz” ve hava” unsurları sevk ediyor. Suudi Arabistan Kralı, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ve Arap Birliği üyesi ülkelerin liderlerini, Mekke’de, 30 Mayıs 2019 tarihinde, iki ayrı “olağanüstü” zirveye davet ediyor. Trump Yönetimi, içeride İran konusunda Kongre engeli ile karşı karşıya ve Kongre’nin Temsilciler Meclisi ayağı, Başkan’a, “savaş yetkisinin” Kongre’ye ait olduğunu hatırlatıyor. Geçtiğimiz günlerde ikisi Suudi Arabistan’a ait ham petrol yüklü tanker olmak üzere dört deniz aracına Hürmüz Boğazı’nın çıkışından hemen sonra BAE kıyılarında sabotaj yapılıyor. Bu eylemi İran ile ilişkilendiren iddialar var. Ve Başkan Trump’ın, Kongre engelini aşmak için, İran’ı “kötü” gösteren senaryolar üretip uygulamaya koymuş olabileceği akla geliyor. Bütün bunların, ABD ile İran arasında muhtemel sıcak çatışma ihtimali bağlamında bir değerinin/anlamının olmadığı söylenebilir mi?
Bir de, Ankara’dan daha yeni gelen, “Rusya’dan S-400 alımı işi bitti, S-500 ortak üretimi söz konusu” açıklaması ve bu açıklamanın ABD-İran gerginliği bağlamında yol açtığı çağrışımlar var. Eğer Putin İran konusunda kenara çekilmiş ve Türkiye S-400 sorununu geride bırakmış yetmemiş S-500’ler konusunda Rusya ile ortak üretimi konuşuyor ise, bunları birlikte sorgulamak gerekir. Çünkü bunlar, Moskova ile Washington arasında, Ankara’yı da kapsayan “örtülü” bir anlaşmanın varlığına işaret ediyor gibi görünüyor. Bu takdirde, yani bu işaretten yola çıkılarak, Ankara ile Washington arasındaki S-400 (ve F-35) anlaşmazlığının bu suretle geride kalmış olduğu varsayılır ise; bu pazarlıkta, Türkiye’nin payına ne düşmüş olabilir diye sormak gerekmez mi? Bu varsayım çıkış noktası alındığında, akıl ve mantık, bu soruya yol açmıyor mu? Türkiye, (i) S-400 (ve F-35) anlaşmazlığının geride kalması karşılığında, (ii) doğusundan sonra bütün güneyinden de İran ile çevrili olduğunu görerek ve (iii) Sünni İslam Dünyasında geldiği noktanın etkisinde İran’a mezhepsel rekabet bağlamında yaklaşarak, İran’a karşı kullanması için ülkesini ABD’ye açmayı kabul etmiş olabileceği düşünülemez mi? ABD’nin İran’a yönelik muhtemel askeri harekâtını Irak üzerinden başlatacağı yolundaki mevcut iddialar, Türkiye ile ilgili olarak belirtilen bu sorular ile birlikte mütalaa edildiğinde; Irak Başbakanı Adil Abdulmehdi’nin geçtiğimiz günlerde Ankara’ya yaptığı resmi ziyarete ve bu ziyaret kapsamında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul edilmesine acaba nasıl bir anlam yüklemesi yapılabilir
Evet. İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ABD-İran çatışmasının olmayacağı yolunda görüş belirtmiş olsa bile; yukarıda belirtilenler, çatışma ihtimalinin varlığına işaret etmektedir diye düşünülmektedir.
Ancak yukarıda belirtilenlerde ifadesini bulan tablonun işaret ettiği bir başka ihtimal daha vardır. O da şu: Dün IŞİD’ı bahane ederek Irak ve Suriye Kürtlerini eğitip donatıp bugünlere getiren ABD’nin, şimdi de İran’ı bahane ederek Kürtleri bugünkü noktadan daha ileriye taşıma peşinde olabileceği, bu konuda gerçekte Rusya ve İran ile anlaşmış olabileceği, asıl hedefin bu bağlamda Türkiye olabileceğidir. Bu noktada, ABD’nin yıllardır Kürtleri bölgede aktif ve etkin olarak kullanabileceği bir noktaya taşımak istediği, belli bir noktaya getirdiği, gelinen noktada Türkiye engeli ile karşılaştığı ve bu engeli “bir şekilde” aşma peşinde koştuğu hatırlanmalıdır. Türk siyasetinde yine PKK terör örgütünün hapisteki elebaşının birden bire gündeme gelmesi ve kamuoyunun İstanbul seçimleri ile adeta yatıp-kalkıyor olması, bu ihtimal bağlamında anlamlı gözükmektedir. Böyle düşünüldüğünde ya da bu ihtimal hatırlandığında, İran Dışişleri Bakanı’ndan gelen, İran ile ABD arasında bir çatışma olmayacağı görüşü, acaba gerçekte, “dolaylı” olarak Türkiye’ye verilmiş “dostça” bir mesaj olarak görülemez mi?
Dikkat ederseniz bölgedeki güncel gelişmeler çok sayıda farklı ihtimali çağrıştırmaktadır. Bu, sürprizleri karşılama açısından görülebildiği kadar, belki bundan daha çok, içeride birlik ve beraberliğin sağlanması açısından görülmesi gereken bir durumdur. Beka sorunundan söz edildiği mevcut konjonktürde, ikincisi daha önemlidir. Çünkü birlik ve beraberlik açısından sıkıntılı bir “kafa karışıklığı” vardır Ankara, dışarı da, içeride de, “güven” açısından sorgulanmaktadır. Dış politikadaki yalnızlık; medyanın durumuna rağmen, iç politikaya da sirayet etmiş gözükmektedir. Türkiye’de siyasete sivil katılım giderek mevzi kaybetmektedir. TBMM’nin (dolayısıyla halkın) dış politikaya ilişkin denetleme ve denge işlevi “görülemez” bir noktadır. Bu, dış politikada, ortak aklın işletilmesine imkân vermeyen, doğrudan devletin ve milletin varlığı ve geleceği ile ilgili bu gibi konularda sonradan telafisi mümkün olmayacak ciddi hatalar yapılmasına neden olabilecek bir durumdur.
Türkiye, bölgedeki gelişmeler nedeniyle, beka derecesinde kritik bir süreçten geçmektedir. Bu sürecin tamamıyla “kapalı kapılar” arkasında işlemesi, rasyonel değildir. Bundan, dış politikaya (uluslararası ilişkilere) dair sürecin bütünüyle kamuoyu ile paylaşılması gibi bir anlam da çıkarmamak gerekir. Elbette ki, bu sürecin kamuoyu ile paylaşılamayacak veçheleri olacaktır.
Bu tür süreçlerin, kamuoyundan saklanarak yürütülmesi, demokrasinin özü ve hukukun üstünlüğü ilkesi ile bağdaşmaz. Çağdaş yönetim (yönetişim), böyle bir anlayışı dışlar. Hele, süreç kamuoyundan saklanıyorsa ve saklamak için “perde” işlevini görecek yapay gündemler oluşturuluyor ise; bu, asla kabul edilemeyecek, iyi niyet ile bağdaştırılamayacak, art niyete işaret edecek bir durum sayılacaktır. Çünkü saklama, zihinlerde “neyi, niçin saklıyorlar?” sorusuna yol açacaktır.
Zaman, halka güvenme, halkın güvenini kazanmaya kürek çekme zamanıdır. Yoksa zorluklar aşılamaz, “kar topu” misali büyüdükçe büyür ve sonu ülke için felaket olur.
osmetoz/ascmer, www.ascmer.org, 19 Mayıs 2019